Sosyal Hizmet Mesleği

Sosyal Hizmet Alanları

Sosyal Kaynak
Bilgiler

     

 

 Cafer ASAN

Sosyal Hizmet Uzmanı
Kamu Yönetimi Bilim Uzmanı

caferasan@gmail.com



Sosyal Hizmet Mesleğinin yaşadığı  sorunlarının nedeni mensupları mı?
 

 


Sosyal hizmet paylaşılamayan kavram, sosyal hizmet mesleği paylaşılamayan, herkesin iştahını kabartan bir meslek. Küçümsenmeyen çalışılırken bile yüceltilen ancak bir türlü bir yere oturtulamayan bir meslek. Onunla da olmuyor onsuz da. Rolleri çalınmaya çalışılan meslek. Gerçekte profesyonel bir meslek olan ancak ülkemizde “uğraş” haline getirilmeye çalışılan bir meslek. Psikoloji, sosyoloji, çocuk gelişimi, psikolojik danışma ve rehberlik, öğretmenlik, aile ve tüketim bilimleri mezunlarının hatta iletişim fakültesi mezunlarının dahi icra etmeye, sahiplenmeye çalıştıkları bir “uğraş” sanılan meslek. Prof. Dr. etiketli sosyoloji hocalarının dahi bu işi sosyoloji mezunları da yapabilir, yapmalıdır dedikleri bir meslek. “Sosyal çalışma görevlisi” ve “meslek elemanı” kavram ve tanımlamaları getirilerek mesleki rolleri çalınan bir meslek. ASPB’ye göre uluslar arası sosyal hizmet vakalarında tek yetkili olan (sosyal inceleme raporu düzenleme yetkisi gibi) ancak ülkemizde rolleri başka mesleklerle paylaştırılan/paylaştırılması gereken bir meslek. Başka deyişle mesleğin yetkinlik alanında “kusurlu hizmet” üretildiği gerçeği olan bir meslek. Kuşkusuz tanımlama listesini daha da uzatmak mümkün.

Çoğu sosyal hizmet uzmanının, çoğu sosyal hizmet akademisyeninin ve sosyal hizmet meslek örgütünün dile getirdiği gibi sosyal hizmet mesleği üzerine pek çok saldırı olduğu kuşkusuz.

Mesleği kimliksizleştirme, sıradanlaştırma çabaları olduğu da.
Mesleği meslek olmadan ziyade “uğraş” veya “teknikerlik/ara elemanlık” düzeyine indirgeme çabalarının varlığı da açık.
O zaman düşünmek lazım, özeleştiri ve eleştiri yapmak lazım. Bütünü görmek, doğru bilgilerle doğru kavramlarla konuşmak lazım.

Bu yazıyı kaleme almama vesile olan Sayın Prof. Dr. İlhan TOMANBAY’ın “Sosyal Hizmetler Gerçekten Nereye? Ya da Sosyal Hizmetler; Nereden Nereye” adlı yazısıdır. Sayın hocamızın hoşgörüsüne ve yazılarında eleştirel bakabilmeyi cesaretlendirici yaklaşımına güvenerek son yazısı üzerine görüşlerimi ve önerilerimi okuyucuyla paylaşmak istedim. Umarım düşüncelerimi yeterince ifade edebilirim.

Öncelikle şu kavram sorununa bir bakalım. Sayın Prof. Dr. TOMANBAY, neredeyse her yazısında konuyu sosyal hizmet uzmanı, sosyal hizmet, sosyal çalışmacı ve sosyal çalışma kavramlarına getirip neredeyse tüm sorunların kaynağında bir şekilde bu kavram tercihlerinin etkisi olduğu gibi bir söylemde bulunmaktadır. Yaşanan olayların hep aynı nedenden olduğuna inananlar için bir atasözümüz vardır: “benin oğlum bina okur döner döner yine okur” diye. Bu atasözünü “biz yaptık biz bulduk” görüşü için de bir şekilde ileri sürmek pekâlâ mümkündür. Sanki tüm sürecin sorumlusu sosyal hizmet camiasıymış gibi.

Bakalım durum nedir?
Öncelikle belirtmek gerekir ki bizim hukuk düzenimiz yazılı kurallara dayalı hukuk sistemidir: Kara Avrupa’sı (Roma Hukuku) Hukuk Sistemi. Bu hukuk sisteminde bireylerin hak ve ödevlerini, toplumsal düzen kuralları ve davranış sınırlarını hukuk belirler. Bu sisteme göre değerlendirme yapıldığında ülkemizde meslek sosyal hizmet, meslek unvanı da sosyal hizmet uzmanı olarak hukuk sistemimizde isimlendirilerek yerini aldığı açıkça görülmektedir. Kuşkusuz akademik veya entelektüel çevrede bulunan kimileri başka bir kavramı da tercih edebilirler. Ama bilinmelidir ki, tercih ettikleri kavramlar dilbilimsel açıdan belki de doğru kavramlardır; ancak hukuki değillerdir. 7355 sayılı Yasa ile bu meslek ve bilim dalı sosyal hizmet diye hukuken tanımlanmıştır. Yine aynı yasayla sosyal hizmet mesleğinin mensuplarının unvanları sosyal hizmet mütehassısı (uzmanı) olarak belirlenmiştir. Nitekim ülkemizde bu hukuksal tanımlamaya istinaden Avrupa Sosyal Şartı Türkçe’ye çevrilirken entelektüel bir çabaya girmek yerine hukuki kavram olan sosyal hizmet kavramını meslek ve bilim için kullanılmıştır. Aslında bu bir tercih olmaktan ziyade hukuk sisteminizin zorunlu bir gereğidir de. Gerçekte bu yazının amacı mesleğin adının ve meslek unvanının ne olması gerektiği değildir. Ancak başta meslek camiamız içinde yer alan “sosyal hizmet” bölümünde hocalık ve yöneticilik görevleri bulunan meslek büyüğümüz Prof. Dr. İlhan TOMANBAY’ın birçok yazısında sosyal hizmet, sosyal hizmet uzmanı, sosyal çalışma ve sosyal çalışmacı kavramları üzerinde özel vurgu yaparak durması bu açıklamaları yapma gereğini bana hissettirdi.
Bu yazıda meslek ve bilim için sosyal hizmet, meslek mensupları için de sosyal hizmet uzmanı kavramı tercih edilmiştir. Hemen belirtmeliyim ki bu tercih bu kavramların duygu dünyamızı okşadığı için tercih edilmemiştir. Bu tercih hukuka uygunluğu bakımından yapılan bilinçli bir tercihtir. Hatta hukuki bir zorunluluktur.

Sayın Prof. Dr. İlhan TOMANBAY‘ın hoşgörüsüne sığınarak “Sosyal Hizmetler Gerçekten Nereye? Ya da Sosyal Hizmetler; Nereden Nereye” adlı yazısı üzerine birkaç nacizhane düşüncemi burada paylaşmak istiyorum.

Sosyal hizmet uzmanlarının, Türk toplumunun üyeleri olarak sorunun kaynağını önce kendilerinde aramak yerine başkalarını suçlama eğilimine girdikleri iddiasına katılmam mümkün değildir Bu iddianın (Sayın Tomanbay’ın sayıltısı) genel geçer bilimsel bir bulguya dayandığını da doğrusu düşünmüyorum. Sosyal hizmet uzmanları aksine kendilerini çok fazla sorguladılar, hatta suçladılar. “Nerede hata yaptık?” dediler. Kimileri bunu okulu siyasi bir yöne mensuplaştırarak camia içinde suçluyu buldu, kimisi meslek içindeki gruplaşmalarda, kimisi de kişisel çıkarı için dik durmaktan vazgeçip kendini kullandıran meslek mensuplarında. Şiddet mağdurlarında sıklıkla görüldüğü gibi bazıları da “biz şunları yaptık da o yüzden bizlere karşı bu saldırıları yapıyorlar”, “biz hak ettik”, “suçlu biziz. Biz suç işlemeseydik bunlar olmayacaktı” vb suçlamalarla kendilerini sorguladılar, kendilerini suçladılar. Şiddet mağdurlarının şiddeti kabullendikleri gibi meslek mensuplarının bir bölümünü de mesleğe saldırıları kabullendiler. Öğrenilmiş çaresizlik içine düşenler de oldu. Benlik saygısı azalan şiddet mağduru bireyler gibi bazı meslektaşlarımızın da mesleki kimliklerine olan saygıları azaldı. Ama şiddetle mücadele çalışmalarını yürütenlerin temel kabullerinin “şiddetin bahanesi olmaz” ilkesi olduğu gibi sosyal hizmet mesleğine saldırıların da bahanesi olmaz, olamaz. Kamuda işler akılla, bilimle yönetilir, yönetilmesi gerekir. Hırsla, kinle, nefretle, duygusallıkla veya aşkla değil. Kamusal alan tatsızdır, renksizdir. Mesleklerin camialarında bazılarının hataları, yanlış uygulamaları olabilir. Ancak bu mesleğin hatası değil, kişinin hatasıdır. Bu noktada kişilerle meslekleri ayırmak gerekir. Bunu şu sosyal hizmet uzmanı çözer demek yerine bunu sosyal hizmet mesleği çözer demek gerekir. Sosyal hizmet mesleğine yönelik saldırıları görmek yerine suçu kendimizde aramakla bir yerlere varabileceğimiz inancında değilim.

Bizdeki açık öğretim sistemini destekleyerek sosyal hizmet alanına katkı verebileceğimiz düşüncesinde de değilim. Derhal bu sistem değiştirilmelidir. Değiştirilmesine gücümüz yetmiyorsa suç ortağı olmamamız gerekir. Bunun yanlışlıklarını yazabilmek, söyleyebilmek gerekir. Hiçbir şey yapamazsak da gücümüz yetmezse de tarihe kayıt düşmek gerekir belki de. Yine nacizhane araştırmama göre (yada öğrenebildiğime göre) sosyal hizmet uzmanlarını bizdeki açık öğretim sistemiyle yetiştiren başka bir ülke bulunmamaktadır. Kendi içimizde aslan geçinip dışarıdan mesleki kimliğimizi saldıranların onayını almak, alkışını duymakla entelektüel olunacağı kanısında da değilim. Bu şekilde “kendini aşmış aydın” mı olunuyor? Doğrusu bilemiyorum. Ama sosyal hizmet eğitiminde ve uygulamasında sıklıkla duyduğumuz gibi konuya sistemci ve bütüncü baktığımızda evet bu alkışın meslek camiası dışında alındığı ve de kaynak gösterilerek sosyal hizmet uzmanlarına siz sosyal hizmet uzmanı değilsiniz siz sosyal çalışmacısınız, hocanıza da sorduk deyiveriyorlar. Sosyal hizmet bilim dalı dışından olup alanla ilgili makale yazan (ki olabilir, bunda eleştirilecek bir durum yok) bir “bilim insanı” sosyal çalışmacıların duayeni durumundaki bir tanımlamayla sayın Prof. Dr. TOMANBAY’ın kavramsal tartışmalarını kaynak göstererek tartışma yürütebilmektedir. Bizler Sayın TOMANBAY’ın görüşüne göre Sünni İslam toplumu olarak hep başkalarında suçu arayan bir kültürlenmeyle konulara yaklaşıyoruz ya! Peki bize karşı suçlamaları yapanlar, saldıranlar özeleştiri yapabilme yeteneğine sahip! Hıristiyan toplumlarının kültürüne veya Japon kültürüne mi sahipler? Onlar kendilerinde hiç hata aramazlarken bizlerin kendimizde bu kadar açımsızca hata aramamız kendine güvensizlik veya aşağılık kompleksi olmayacak mı? Onlar sosyal hizmet uzmanlarının rollerini biz de yerine getirebiliriz deyip “rol çalmaya” çalışırlarken bizler “ben nerede hata yaptım?” şarkısını mı söyleyeceğiz.


Gelelim Sünni İslam inancının özeleştiri yapma kültürünü desteklemediği, aksine sorumluluğu ve suçluyu başka yerlerde aradığımıza ilişkin din kaynaklı kültürel değerin varlığına. Üzgünüm ama bu konuda Sayın TOMAMBAY’ın iddiası doğru değil. Zira özeleştiriyi başta Kur’an emretmektedir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayet vardır: Kıyamet Süresi (75/2), Yusuf Süresi (12/53), Necm Süresi (53/32), İbrahim Süresi (14/22), Enbiya Süresi (21/64), Rum Süresi (30/8), Mâide Süresi (5/105), Bakara Süresi (2/44) ve Haşr Süresi (59/9). Bu sürelerde kişinin özeleştiri yapması gerektiğini belirten ayetler mevcuttur.
Sünni İslam inancı, kişinin nefsini tanımasını, hatalarını gözden geçirmesini, ölmeden önce kendisini hesaba çekmesini; önce kendisine sonra insanlara konuşmasını istemiştir. Halk arasında da “kişinin kendi kusurunu bilmesi gibi bir irfan olmaz” sözü meşhurdur.

Tüm bu açıklamalardan çıkan sonuç şudur ki Sünni İslam inancının özeleştiriden çok eleştiri ve başkalarını suçlama yönünde ortaya koyduğu, besleyip büyüttüğü bir değer yargısı yoktur. Toplumuzda böyle bir değer yargısı varsa da bunun Sünni İslam inancıyla açıklanması dayanaktan yoksun bir iddiadan öteye geçmeyecek eksik bilgiye dayalı bir kişisel görüştür. Yani bilimsel değildir. Bu da demek oluyor ki sosyal hizmet uzmanlarının da ekseriyetinin dayandığı feodal kültürel değerlerin (!) kaynağını oluşturan din eksenli bir özeleştiriden kaçma, başkalarını suçlama, suçluyu başka yerlerde ve kişilerde arama gibi genel geçer olduğu sayıltısı da dayanaktan yoksundur. Bu yazarın şahsi düşün dünyasındaki çıkarsamalardan, genellemelerden öteye gitmeyen/gitmeyecek iddia olduğu anlaşılmaktadır.

Sosyal hizmet akademiyası, aydını, uygulayıcısı gereksiz yada zamansız tartışmalar yapmak yerine fiiliyatta ortaya çıkan yaşamsal konulardan başlamak üzere kendini ortaya koymalıdır. Meslek camiasına eleştiri yapmak, kendi içinde konuşmak en kolay olanı. Kendini suçlamakta öyle. Marifet özeleştiri yaparken konuyu bütünlük içinde değerlendirebilmek ve mesleğe saldırılar karşısında da cesur tartışmaları yapabilmektir. Meslek adına konuşanların mesleki riskleri, ülke gerçeklerini dikkate almadan hareket etmeleri emin olunuz ki mesleğe ve mesleğin yararlanıcılarına (müracaatçılara) yarar sağlamaz. Bu olsa olsa mesleği güçsüzleştirmeye, sıradanlaştırmaya çalışanlara yarar sağlar, destek olur. “Sosyal çalışma görevlisi” tanımı yapılırken, sosyologların Prof. Dr. etiketli dernek başkanlarının “sosyal çalışmacı” kadrolarına sosyoloji mezunları da atansın, atanması gerekir şeklindeki ilgili makamlara başvuru yaptıklarında karşı çıkış göstermeyip susan sosyal hizmet aydınının rolü, çok da aydın rolü olmasa gerek. Meleklerin cinsiyetini tartışmakla uğraşmaktan artık vazgeçmeliyiz. Zamanı geldiğinden meslek camiası uygun yolla kavramlarını da tartışır unvanlarını da. Ama hukuki mesleki kavramlar üzerinde entelektüel tartışma yürütmekle bir yere varamayız. Sorun düşünüldüğünden daha büyük ve çok kapsamlı.

Kuşkusuz Sayın Prof Dr. TOMANBAY’ın yazısında haklı olduğu konular çokçadır. Özellikle yeni bölüm açılması konusunda direnç gösterilmesi noktasında haklı olduğunu düşünmekteyim. Toplumsal gelişme kuramına göre konuya yaklaşan Sayın TOMANBAY’a bu kurama dayalı olarak da mesleğin günün ihtiyaçlarına göre kendini yenileyip geliştirerek hak ettiği konuma geleceğine de inanarak katılmaktayım. Ancak bu süreyi kısalmak yerine suçu yalnızca ya da çoğunlukla kendimizde arama anlayışından ve buna uygun davranmaktan vazgeçmediğimiz sürece istenilen düzeye gelebilmek için sürenin uzatılmasına hizmet etmiş oluruz.
Unutmamak gerekir ki, biz şiddet mağduru bireyler gibi kendini suçlayan, bunları hak ettiğini düşünüp benlik saygısı kaybeden ve en sonunda da intihara sürüklenebilecek bireylerin psikolojisine meslek ve bilim camiası olarak kapılmamak zorundayız. Olumlu ve gerçekçi düşüncelerle “şiddetin mazereti olmaz” diyenler gibi özgüvenli olarak “mesleğe saldırının mazereti olmaz” diyebilmeliyiz.
Zaman “biz nerede hata yaptık?” deme yerine “onlar nerede hata yaptı?” deme zamanıdır. Bu konuda 17.04.2014 tarihinde kaleme aldığım “Onlar Nerede Hata Yaptı? Sorgulayan Bir Sosyal Hizmet Yazısı” başlıklı yazımı aşağıda sizlerle paylaşmak istiyorum.

 
 
 
 



Yasal Uyarı , Gizlilik Beyanı ve Künye   /  sosyalhizmetuzmani.org © Bütün hakları saklıdır.