Özet
Sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın insanlık tarihi kadar eski geleneksel bir
uygulama oluşu nedeniyle, böyle bir uygulamaya bilimsel içerikli mesleki bir
oryantasyon kazandırmak kolay olmamıştır. Bu doğrultuda, insan ihtiyaçlarını
bir bütün olarak gören sosyal hizmet, meslekleşme sürecinde epey zorluklar
ile karşılaşmıştır.
Bu nedenle Sosyal Hizmetlerin hayırseverlik uygulaması veya kamusal bir hak
ve hizmet, mesleki bir uygulama olup-olmadığı konusu dönem dönem tartışılan
bir konu olmuştur.
Bu konudaki gelişime baktığımızda; ilkel toplumlarda gerek bireysel düzeyde
gerek toplumların sosyal örgütlenmesi içinde insanların birbirleriyle
ihtiyaçlarına yönelik ilişkileriyle başlayan sosyal yardımlaşma, günümüze
gelinceye kadar, toplumların sosyal, ekonomik, politik yapılanma biçimlerine
göre çeşitli evrelerden geçmiştir. Dinsel, flantropik, utalitarien, hümanist
ve nihayet sosyal adalet olarak bilinen bu yaklaşımlar yüzyıllar boyu sosyal
yardımlaşma ve dayanışmanın dayalı olduğu düşünce tarzını
biçimlendirmiştir(Kut 1988:9).
Dünya’da sosyal adalet anlayışıyla, sosyal refah kurumunun insan yaşamı
içerisinde artan düzeyde işlevsellik kazanmasının sonucu sosyal hizmet
meslek olarak ortaya çıkmıştır.
Ülkemizde de 1950’lerin sonu ve 60’ların başında tüm Dünya’da esen Sosyal
Devlet, Sosyal Refah, Sosyal Adalet ve İnsan Hakları rüzgarlarının etkisiyle
sosyal hizmet meslekleşmiş, kamusal bir hak ve hizmet olarak görülmeye
başlanmış ve bu konuda epeyce mesafe alınmıştır. Ancak dönem dönem bu
gelişmelere karşın geleneksel uygulamalara dönüş çabaları ve uygulamalarına
raslanmaktadır.
Ancak sonuç olarak sosyal hizmetler kamusal bir hak ve hizmet olmaktan
çıkarılıp, tek başına yerel yönetimlerin, sivil toplum
kuruluşlarının(dernek, vakıf vb.) veya özel sektörün sorumluluğuna terk
edilemez, kamunun ana sorumluluğunda, diğer tüm toplum kaynaklarıyla
birlikte, hizmetlerin etkinliği artırılarak yürütülmelidir.
Giriş
Ülkemizde özellikle son yıllarda sosyal hizmet ve sosyal yardım alanında
yoksulluğu kalıcı olarak çözmek yerine insanları yardım vererek, yoksulluğa
alıştırma ve kişi ve kuruluşlara bağımlı hale getirme(belediyelerde yaygın
olarak uygulanan bu yöntemin kamunun diğer alanlarına da sıçradığını
görebilmekteyiz) uygulamalarını görmekteyiz.
Bu doğrultuda alanda son süreçte, yetkili olan-olmayan kişilerden, mesleki
literatürde hiç de yeri olmayan şu cümleleri de sıkça duyar olduk; “garip
gureba, fakir fukara”, “çok şanslıyız çünkü hayır işiyle uğraşıyoruz”, “bu
iş(sosyal hizmet-yardım) vicdan işidir”, “ecdadımız zaten bu hayır işlerini
eskiden beri yapardı, ülkeyi han-hamam-camilerle doldurmuş, hatta camilerin
çatılarına kuşlar için yuva yapmayı bile ihmal etmemiştir”, “hep para için
çalışmayın, biraz da Allah için çalışın(özellikle ekonomik zorluklar
içerisinde çalışan sosyal hizmet personelinin talepleri karşısında
idareciler tarafından sıkça kullanılan bir cümledir)”… vs. vs., bu kelime ve
cümleler hatipin becerisiyle! doğru orantılı olarak uzayıp gidebilmektedir.
Aslında yukarıda ki sözlerin, genellikle sosyal hizmet mesleğine uzak,
alanın tarihsel gelişiminden habersiz, devşirme-transfer vb. yolla alana
girmiş olan, mesleki-profesyonel bilgi birikimi ve donanımdan uzak kişiler
tarafından söylendiği düşünüldüğünde çok da şaşırmamak lazım. Çünkü mesleki
donanım ve literatür bilgisine sahip olmayan bu insanlar, ebette toplumun
alanla ilgili olarak mesleki yaklaşımı olmayan diğer kesimleri gibi, ancak
sınırlı ve geleneksel yaklaşımla konuyu değerlendireceklerdir.
Ancak bu söylemlerin giderek daha çok duyulmaya başlanması, mesleki bakıştan
ziyade sadece hayırseverlik yaklaşımıyla konunun değerlendirilip, hatta bu
yönde düzenlemeler ve uygulamalar yapılması karşısında, mesleki bakışa
dayalı bilgi ve hatırlatmaların ortaya konulması mesleki bir
görev-sorumluluk ve hatta zorunluluk olmuştur.
Bununla birlikte nispeten sevindirici olan şudur ki, alana mesleki
yaklaşımın dışından bakan bu kişiler, zamanla sosyal hizmetin mesleki bir
alan olduğu ve meslek elemanlarınca gereği gibi yapılacağı konusunda sınırlı
da olsa anlayış geliştirmekte ve söylemlerinde bu yönde aşama kaydetmeye
başlamaktadırlar. Ancak sosyal hizmet alanında yaşanmış olan meslekleşme
sürecini ve tarihsel gelişimde gelinen noktayı bu kişilere ve topluma
gerektiğinde tekrar tekrar anlatma gereği duymayarak, duyarsızlık gösterip
ihanet ederek, sürecin bu şekilde tesadüflere ve kişisel tecrübelere
bırakılması, en azından meslek elemanları olarak profesyonellerin ihmal ve
sorumsuzluğu olacaktır.
Sosyal Hizmet uygulamalarının hayırseverlik işi mi veya bir hak olarak
görülüp, profesyonelce mi yapılması gerektiği konusu, tarihsel süreç
içerisinde dönem dönem tartışma konusu olmuş ancak dünyada ki doğal tarihsel
gelişimiyle bu soru çoktan yanıtını bulmuştur.
Günümüz toplumlarında dahi sosyal hizmetin konumu hala farklı algılama ve
uygulamalarla gündeme gelmesine karşın, sosyal hizmetin insan haklarının
doğal bir parçası olduğu düşünüldüğünde, dünyada Magna Carta, Fransız
Devrimi, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi, Sanayileşme Sonrası Gelişmeler vb.
uluslararası alandaki gelişmelerle, ülkemizde de Osmanlının Tanzimat ve son
dönemlerinde başlayan ve Cumhuriyetle birlikte çağdaş düzeye ulaşma yönünde
büyük aşama kaydeden insan hakları alanındaki düzenleme ve gelişmelerle,
bireyin özgürleşmesi ve toplumda haklarının güvence altına alınmasıyla
aslında sorunun cevabı, sosyal hizmetin bir hak olduğu yönünde çoktan
verilmiştir.
Geri kalmışlığın aşılmaz girdabında sürüklenip duran Ülkemizde dahi yakın
tarihimizdeki gelişmelerle yanıtlanmış olduğu düşünülen bu soru, son
dönemdeki uygulamalarla maalesef yanıtın henüz yeterince anlaşılamamış
olduğunu ve geriye gidişin her an mümkün olabileceğini göstermiştir. 2 ileri
1 geri tıpkı diğer gelişmeler gibi!
Her ne kadar sosyal hizmetin bir hayırseverlik yaklaşımı mı olduğu, yoksa
kamusal bir hak ve mesleki bir uygulama mı olduğu sorusunu tekrar tartışmaya
açmak geçmiş tecrübelerin tekrarı, zaman, enerji ve motivasyon kaybı ve
geçmişe dönmek olsa da Dünya’da giderek yoğunluğunu artıran neo-kapitalist
yaklaşımlar ve bunun ülkemizdeki yerel uzantılarla bezenen rüzgarıyla
şekillenen anlayış ve uygulamalar, bu konuyu tekrar gündeme alma gereği
doğurmuş, hatta bir zorunluluk haline getirmiştir.
Bu haliyle Sosyal Hizmetlerin hayırseverlik uygulaması veya kamusal bir hak
ve hizmet olup olmadığı konusu ülkemizde günümüzde hala tartışılan bir konu
mahiyetindedir. Konu değişik bakış açılarına göre farklı algılamalara yol
açmakla birlikte, konuya ilişkin mesleğin odağındaki profesyoneller olarak,
konuya objektif kriterler açısından bakarak değerlendirmelerimizi kamuoyuyla
paylaşmamız gerekmektedir.
Bu doğrultuda yapılacak bir çalışmada değerlendirme yapmak amacıyla
öncelikle konuyla ilgi Dünya’daki ve buna paralel ülkemizdeki tarihsel
süreci ve gelişimi ele alarak, gelinen aşamada son durumu ortaya koymak ve
bundan hareketle yapılacak değerlendirmeyle konuya bir bakış açısı
kazandırmak uygun olacaktır.
1- Dünya’da Sosyal Hizmet-Hayırseverlik Konusunun Gelişimi:
Sosyal Hizmetin bir hayırseverlik yaklaşımı mı yoksa mesleki-profesyonel bir
çalışma mı olduğu yani bir hak olup-olmadığı konusunu daha iyi irdelemek
için bu konudaki tarihsel gelişime bakmakta fayda olacaktır. Tarihsel
gelişim konusunda çok daha ayrıntılı bilgiler sunulabilir elbet, ancak
makalenin uzamaması amacıyla konunun özünü verecek olan ve çoğunluğu
meslektaşımız Aziz ŞEKER’in “Dünya’da Sosyal Hizmetin Tarihsel Gelişimi(2)-
21.Yüzyılda Sosyal Adalet Arayışında Sosyal Hizmet” başlıklı yazısından
alıntı olan aşağıdaki bilgilerin konunun anlaşılması için şimdilik yeterli
olduğunu düşünüyorum.
Sosyal hizmetin bir mesleki kimlik ve model olarak benimsenmesinin koşulları
ancak insanlık tarihinin geçirmiş olduğu toplumsal evrelerle ilişkili olarak
açıklanabilir. Evrelerin değişiminde, başlangıçta insanlık ailesi üyeleri
geçmiş kuşaklarının birikmiş deneyimlerinden, doğal koşullardan nasıl tam
olarak yararlanacaklarını ve nasıl beceri isteyen aletler yapacaklarını
öğrenmişlerdi. Toplumsal birikim ve yetkinleşmenin etkisiyle toplumsal
yapıların değişimi ve gelişimi evreler arası geçişi de sağlamıştır.
İnsanoğlu çok eski tarihlerden beri, sakatlar, yoksullar gibi toplumdaki
olanak ve hizmetlerden yeteri kadar yararlanamayan kişilere yardım etmeyi
düşünmüştür. Biliniyor ki, her dönemde yoksulların durumuna ilgi duyan ve
onların yaşama koşullarını iyileştirmek isteyen iyilik yapma ya da acıma
duygularından esinlenen insanlar olmuştur. Bakın Yunan sitelerine, ta o
dönemlerdeki sitelerde; kamu yaşamından uzaklaşan insanlarla ilgilenmek gibi
yaygın sosyal bir görev vardır. Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi
dinler bu düşüncenin somut örneklerini bünyelerinde taşır. Belki de modern
olmayan / sekülerleşmemiş sosyal hizmeti, dinlerin tarihinde / uygarlığın
ilk duraklarında aramak sosyal hizmetin tarihçesinin yazılmasında bir katkı
alanı olacaktır. Batı Hıristiyan dünyası sosyal sorun yaşayan insanlara
yardım konusunu ortaçağda papazların etkin kullanıldığı bir kilise
hizmetleri biçiminde organize etmeyi başarmıştır. "Kilise hayırseverliği"
aslında kilisenin aynı zamanda bir sosyal güç olarak toplumsal ilişkileri
belirleme yeterliliği ile açıklanabilir. Kiliselerin bu dünyaya ait
sermayesinin yakıcılığı sosyal hizmetleri bir dini görev olarak yerine
getirirken yapılan sosyal iş kamusal bir zorunluluk olarak da kabul
edilebilirdi. Kilisenin sosyal hizmet konusundaki savurganlığı iş gücü
oluşumunu da bir ölçüde engellediği için dönem dönem sadaka dağıtma
işlerinde devlet tavrı, bakımını yapabilen sadaka sever kitlelerin
yasaklanmasını gündeme getirmiştir. Devlet gözetmenleri böylece yardım
kuruluşlarının başlangıç tohumlarını atmışlardır. Kilise karşısında gelişen
sosyal muhalefet zamanla toplumsal korumanın bir hak olarak benimsenmesinin
ilk nüvesini de olgunlaştırmıştır.
XII. ve XIII. yüzyıllarda loncalar ve birlikler insanlığın sosyal
tarihindeki yerlerini sosyal dayanışmayı güçlendirmek için almışlardır.
Feodalite çözülüşünü sürdürürken bir veba; 'kara ölüm' İngiltere'yi mutsuz
etmiştir. Devlet babında Fakirler Kanunu ilk olarak 1348-49'da kabul
edilmiştir. XV. yüzyılda ise bir yandan kiliselerin gelirleri azalmış öte
yandan loncalar eski işlevselliğini kaybetmeye başlamışlardır. 1572 yılında
Kraliçe Elizabeth'in Parlamento Statüsünü kabul edişi ise bakıma muhtaçlara
devletin bakma zorunluluğunu gündeme getirmiştir.
İngiltere’deki 1601 Yasası, akrabaları tarafından bakılmayan fakirlerin
mahalle veya toplum idaresince bakılmasını gerektiriyordu. 9 Bu yönüyle
Yoksul Yasaları'nın modern devletin biçimlenme sürecinin bir ürünü ve
devletin yoksulluk sorununa, toplumsal yapının belli bir düzen dairesinde
sürmesi için, merkezi ve fakat pansuman nitelikli önlemlerle müdahale etmeye
çalışmasının bir anlatımı olduğu belirtilebilir.
Görüyoruz ki; nasıl sosyal devlete konu olan sosyal hakların ve sosyal
politika uygulamalarının oluşumu için XIX. yüzyıla gitmek gerekiyorsa
yoksullara yardım işinin devlet eliyle merkezi bir düzenlemeye konu edilmesi
bakımından da XVI. yüzyıla dek gidilmesine gerek vardır. Yani örnek ülke
İngiltere'ye… Öyle ki, Batı'da İngiltere'den başka hiçbir toplumda
sanayileşme sadece kendi iç dinamikleri ile başlamamıştır. Yani; XVII.
yüzyıldaki İngiliz devrimi, ilk burjuva devrimi olmuştur: Onunla mutlak
monarşinin, feodal senyörlerin, doğrudan doğruya krala bağımlı Kilisenin
otoritesine son verildi; kapitalizmin önündeki engeller kaldırıldı.
İngiltere'de kapitalist rejimin zaferinin bir simgesidir o. Devrim, feodal
rejimden kapitalist sisteme geçişi işaretlerken, giderek Orta Çağ'ı da
kapatır, modern tarihi başlatır.
Evreler içerisinde özellikle etkileri yönünden sanayi kapitalizmi bir olgu
olarak Dünya halkları açısından anlamlı ve anlaşılması gereken yönlere
sahiptir.
Üzerinde duracağımız kapitalist toplumun ekonomik yapısı, feodal toplumun
ekonomik yapısından doğup gelişmiştir. XV. yüzyılın sonlarıyla XVI. yüzyılın
başları, feodalizmin yükselişinin sonu ile çöküşünün başlangıcına işaret
eder; işte bu dönemdedir ki, feodal üretim biçiminin çözülüşüne ve bağrından
da, onun zıddı bir sosyal düzenin, yani kapitalizmin doğuşuna tanık
olmaktayız.
Kapitalizm feodalizmin yıkılması ile başlar. Feodalizm ya da feodal düzen,
sosyal-ekonomik anlamında, halkın, toprakları ellerinde tutan küçük bir
azınlığa her bakımdan bağlı ve bağımlı olmasıdır. Bu düzen XV. yüzyıldan
itibaren çökmeye başlamıştır. Kapitalist dönemin başlangıcı, 16. yüzyıldır…
Bir büyük çözülüş ve hemen ardından sosyal acılarla gelen toplumsal
koşulların gömlek değiştirmesidir kapitalist sanayileşmeyi de toplumsal
yönleriyle vurucu kılan.
Sanayileşme insanlık ailesi için bir değişim dönüşüm projesi! Batı'da içerik
buldu. Kapsamını ve etki alanını Batı belirledi. Yetenekleri Batı'da
keşfedildi. Batı, insanlık için büyük sosyal acıların nedeni de oldu. Bu
sosyal acılardan dolayı sanayileşme sonuçlarının içerisinde genel
kalıplarıyla ve yönleriyle sosyal refah düşüncesinin gelişmesinin de temel
nedeni olarak kabul gördü. İnsanlığın iyiliği ve esenliği için bir
pradigmadır sosyal refah. Batı zamanla sosyal acıları, sosyal refah
olanakları ile ancak giderebilme olanağına kavuşabilmiştir.
Bir başka taraftan sanayileşme bir çelişkiler yumağıdır. Çelişkinin
görünmeyen / gösterilmeyen / göründüğünde başarıyla gizlenen yüzü ise; emek
sermaye çelişkisidir; bu durumun bir sonucu ise sosyal adaletsizliktir;
toplumsal birikimin eşitsiz dağılımıdır. Toplumsal adaletsizliğin meşru
kılınması için Dünya halklarının afyonlanması, manipüle edilmesi ise apayrı
bir konudur.
Sanayileşme süreciyle gelen sosyal sonuçlar / sosyal sorunlar toplumsal yapı
değişimlerine büyük ölçekte sosyal ve zor olgularla çıkıp gelirken bir
yandan da sosyal kaymalara neden oldu. Dolayısıyla sanayileşme; işsizlik,
yaşlılık, göç, aile ve çocuk sorunları, gençlik, hastalık gibi birçok "eski"
toplumsal olgunun gözden geçirilmesini, bazı toplumsal olguların da bir
sosyal sorun olarak duyumsanmasının koşullarını beraberinde getirdi. Sosyal
kramplar ve ıstıraplar uygarlığın belleğine bir sosyal ur gibi işlendi.
Bu sosyal sorunların çözümünün çabası ise ihtisaslaşma, profesyonelleşme vb.
oluşumlarla paralel olarak sosyal hizmeti, "hayırseverlik" duygusundan
arındırıp, bir meslek niteliğinde; sorun kategorilerini mesleki
müdahalelerle çözmeye yönelik olarak sözü edilen sosyal refah alanlarında
mesleki hizmet sunmaya itmiştir. Ortaya çıkarmıştır…
Peki, sosyal hizmet mesleğinin eğitim yoluyla meslek aktörlerine temel
aktarıcısı konumunda bulunan sosyal hizmet okulu Dünya yüzünde ilk nerde
ortaya çıkmış ve başka yerlerde nasıl gelişmiştir?
Sosyal hizmet okulu olarak açıkça tanımlanan ilk okul (Institute for Social
Work Training) Hollanda, Amsterdam'daki bir grup sosyal reformcu tarafından
1899'da kurulmuştur. Enstitü iki tam yıl kuramsal ve uygulamalı derslerden
oluşan bir programla kendilerini hayır işlerine adayan kişilere eğitim
vermeye başlamıştır. Avrupa ve ABD'de 1910'a kadar on dört sosyal hizmet
okulu kurulmuştur. Latin Amerika'da Şili, Santiago'da (1920), Asya'da,
Hindistan Bombay'da (1936), Afrika'da Güney Afrika (1924) ve Mısır'da (1936)
ilk sosyal hizmet okulları açılmıştır.
İkinci paylaşım savaşından sonra sosyal hizmette farklı açılımlarla yeni
gelişmeler yaşanmıştır. Dünya insanları yanan bir özlemle insancıl olan ne
varsa istediler. Çünkü buna zorunluydular. Dünya halkları küllenmiş bir
ağıttan bir umutla sosyal erdem / sosyal umut / sosyal iyilik olana insanca
duygularla yöneldi. Sosyal mesleklerin önemi arttı. Az gelişmiş ülkelerin
halkları da geçmişini belleğine gömerek sosyal yaralarının onarılması için
çağa uygun sosyal modeller aktardı gelişmiş ülkelerden. Sosyal hizmet de
aktarılanlar arasındaydı. Asıl sorun aktarıldıktan sonra onun tarihsel ve
özgül kılınmasıydı. Başaranlar oldu. Bunun yanı sıra başaramayanlar da oldu.
İşte bunlardan dolayıdır ki; sosyal hizmet mesleğinin, içinde bulunduğu
toplumun yapısına göre biçimlenmesi koşulu hep ön planda tutuldu. Çünkü
mesleğin kuramsal bilgilerinin, içinde yaşadığı topluma, toplumsal koşullara
ve o toplumda alacağı biçime göre oluşturulması gerekir. Öyle ya sosyal
hizmet mesleğinin evrensel ilkelerinden biri, başvuranın (kişi, grup,
toplum) bulunduğu yerden çalışmaya başlanması gereğidir. Sosyal hizmet,
içinde çalıştığı toplumun bulunduğu yerden çalışmağa başlayabilmek için de o
toplumu ve insanını iyice tanımak zorundadır. Tanımalıdır ki, o yapıya uygun
ve geçerli çalışma yöntemlerini, tekniklerini, modellerini
geliştirebilsin...
Sonuç olarak özetleyecek olursak, sosyal hizmetin tarihsel gelişim
dinamiğinin şu makro olgulara bağlı olarak şekillendiğinin altını
çizebiliriz;
a) XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Batı Avrupa'da yaşanılan tarihsel ve sistemsel
dönüşümler.
b) Bu dönüşümlerin ortaya çıkardığı toplumsal ve ekonomik alanlardaki
değişmeler ile meydana gelen yapısal sorunlar.
c) Sanayi devrimi ile Fransız devrimine bağlı olarak; teknolojik alanda,
sosyal, ekonomik ve politik alanlardaki yaklaşımların ve kuramların
değişimi.
d) Teknolojik ve bilimsel alandaki gelişmelere, sistemsel dönüşümlere, bağlı
olarak devlet anlayışındaki değişmelerle ekonomik ve sosyal politikaların
gelişmesi.
e) Hukuk devleti anlayışından, sosyal devlet anlayışına dönüşüm sürecinde;
tüm nüfusa ve özellikle yoksullara ve çalışanlara yönelik yeni sosyal
güvenlik sistemlerinin gelişmesi, sosyal yardım ve sosyal hizmetler alanında
yeni hizmet programlarının oluşturulması,
f) Tarihsel ve sistemsel dönüşüm sürecinde; dinsel düşünceden kaynaklanan
hayırseverlik yaklaşımının ve hümanist düşünceden kaynaklanan yardımseverlik
yaklaşımının neden olduğu kiliseye bağlı örgütlü yardımların, bireysel ve
gönüllü örgütlerin sergilediği yardım çabasının ve hareketlerinin gelişimi.
Belirtilen tarihsel ve toplumsal etmenler, sanayileşme süreci içinde sosyal
hizmetin gönüllü çabalardan meslekleşmeye dönüşümünü belirlemiştir.
XXI. yüzyılın küresel mantığında ise sosyal hizmet sosyal-tarihsel yurttaşa,
toplumsal ilişkilerde özne olan bireye, sosyal hukuk devletinin rol ve
sorumluluklarına gönderme yapan bir disiplin ve meslek konumuna gelmiştir.
Aydınlanmanın mirasçısı olan sosyal hizmet, insan hakları ve
demokratikleşmenin, sosyal adaletin de temsilidir. Bu bilinç, Dünya
insanları için yaşanılabilir bir dünya kurma yolunda gerçekleşebilir
isteklerinin destekleyicisidir. Savunucusudur da…
2- Ülkemizde Sosyal Hizmet-Hayırseverlik Konusunun Gelişimi:
Anadolu’da geleneksel yaklaşımla, kişisel veya dini, tasavvufi, Ahilik vb.
uygulamalarla sosyal hizmet ve sosyal yardım bir yapı içerisinde
verilegelmiş, hatta Devlet çeşitli yapılarıyla yardım konusunda hizmet
vermiş ancak tam olarak Batı’daki tarzda bir gelişme gözlenmemiştir.
Bu geleneksel yaklaşım yanında Devletin çeşitli düzenlemeler yoluyla sosyal
hizmet konularını bir düzene sokma girişimlerini de görmek mümkündür.
Örneğin sosyal hizmetin temel konularından birini oluşturan çocuk bakımı
sisteminin ilk temeli 1822 yılında “Çocuk İslahevlerinin” kurulmasıyla
atılmıştır. 19.yy.ın ilk yarısında Tanzimatla başlayan Batılılaşma
hareketleri toplumdaki yetişkinleri olduğu gibi çocukları da etkilemeye
başlamıştır. En çok etkilenme ise eğitim hayatında olmuş 1869 tarihli
Maarif’i Umumiye Nizamnamesi ile mekteplere yeni düzen getirilerek Fransız
eğitim sistemi esas olarak alınmış hatta özürlü çocukların eğitimi için özel
eğitim kurumları bile açılmıştır. Bunu çocukların dilenmesinin önlenmesine
ilişkin 1893 tarihli yönetmelik izlemiştir.
1900’lerin başında Osmanlı İmparatorluğunun Balkan Savaşları ve Birinci
Dünya Savaşında birçok cephede savaşması nedeniyle kimsesiz çocuklar sorunu
her geçen gün büyüyerek sürmüş, büyük göçler vb. nedenler ailelerin sosyal
ve ekonomik yönden çöküşüne neden olmuştur.
Kimsesiz çocuklar sorununun boyutunun büyümesi üzerine halkın girişimiyle
çözüm arayışlarına girilmiş, girişimlerin yetersiz kalması üzerine Devlet
kanalıyla çözümler aranmıştır. Devlet kanalıyla yapılan çalışmaların ilki
1903 yılında II.Abdülhamit’in tahta çıkışının yıldönümünde kurulan Darülhayr-ı
Ali'dir. Ancak Kurum 22 Ağustos 1909 yılında kapatılmıştır.
16 Ağustos 1909’da Cemiyetler Kanunu yayınlanınca korunmaya muhtaç çocuklar
için kurulan yardım cemiyetleri hukuki bir çerçeveye kavuşmuştur.
Meşrutiyet döneminde İttihad ve Terakkinin destekleriyle kimsesiz çocuklar
sorununa çözüm amacıyla Darüleytamlar açılmıştır.
Devlet eliyle kurulan Darülhayr-ı Ali ve Darüleytemların yetersizlikleri
sonucu kapanması üzerine kimsesiz çocuklara bakım için yeni arayışlara
girilmiş, bunun sonucunda 1917’de Galatasaray yurdunda oluşturulan bir grup,
cemiyetin kurulabilmesi için hükümete başvuruda bulunmuştur. Hükümetten
gerekli izinin alınması üzerine oluşturulan kurucular kurulu ilk
toplantısını 1 Mayıs 1917 tarihinde yapmış olup 11 Ağustos 1917 tarihinde
Kurum, kamuya yararlı dernek statüsünü kazanmış, yeşil hilalli amblemi
kullanmıştır.
28 Mart 1918'de Himaye-i Etfal Cemiyeti'nin bünyesinde "Hanımlar Heyeti"
kurulmuştur.
1920 yılında kurulan TBMM çocuk haklarının da içinde yer aldığı Sosyal
Hizmetlerin temini için önemli düzenlemeler yapmıştır, konuyla ilgili
çalışmalar Sağlık ve Sosyal yardım Bakanlığı’nca yürütülmüştür. Meclis
kurmuş olduğu “Sosyal Yardım Komisyonu” aracılığıyla Ankara’daki Çocuk
Yuvalarının denetimini gerçekleştirmiştir.
1921 yılında Atatürk tarafından Himaye-i Etfal Cemiyeti kurulmuştur.
Meclisin açılış günü olan 23 Nisan Atatürk tarafından Çocuk Bayramı ilan
edilmiştir.
İstanbul Himaye-i Etfal Cemiyeti çalışmalarını yürütürken, Büyük Millet
Meclisinin bazı üyelerinin de girişimiyle Ankara'da yeni bir Himaye-i Etfal
Cemiyetinin kurulması ve her iki cemiyetin aynı adla yardım toplaması halk
arasında kuşkulara neden olur. Bunun yanı sıra Damat Ferid Paşa Hükümeti
sırasında Himaye-i Eytam Cemiyeti'nin kurulması İstanbul Himaye-i Etfal
Cemiyetinin yardım toplamasını güçleştirir.
İstanbul ve Ankara Himaye-i Etfal Cemiyetleri arasında zaman zaman
yazışmalar yapılmasına karşın birleşme konusunda tam bir görüş birliğine
varılamamıştır. Milli Mücadelenin kazanılması üzerine Ankara Himaye-i Etfal
Cemiyeti Mustafa Kemal Atatürk'ün de desteğini alarak tüm ülke çapında
örgütlenerek, anne ve çocuğa yönelik hizmetlerini sürdürmüştür.
1917 yılında İstanbul'da kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti 1923 yılındaki
genel kurulundan sonra, yeni bir genel kurul yapmayarak tarihe karışmıştır.
Bu arada Türkiye 1924 tarihli Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesini imzalayan
ülkelerden biri olmuştur.
30 Haziran 1921 tarihinde Ankara'da kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti, aile,
kadın, çocuk alanında birçok çalışmayı başlatmıştır. Himaye-i Etfal
Cemiyetinin adı 1935 yılında “Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu” olarak
değiştirilmiş ve resmi statü kazanmıştır.
Ayrıca 1923 ile 1945 yılları arasında Medeni Kanun, Belediyeler Kanunu, İş
Kanunu ve Ceza Kanunu yürürlüğe girmiştir, bu kanunlarla çocukların
korunması konusu isteğe bağlı ve dini kavramlarla hayırseverlik
yaklaşımından ayrılarak bilimsel, akılcı ve yasal yaklaşımlara bağlanmıştır.
Dönemin Devlet büyüklerinin manevi ve halkın gönüllü katkılarıyla her geçen
gün büyüyerek hizmetlerini sürdüren Çocuk Esirgeme Kurumunun, 1961 yılında
kısa bir süreyle Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca atanan idare heyetince
yönetilmesi kararı alınmıştır.
1980 yılına gelindiğinde Kurum ekonomik sıkıntılar yaşamaya başlamış,
“Devlete müracaat etmek zorunluluğu” duyulmuştur. Bunun üzerinden uzun bir
süre geçmeden askeri bir darbe sonucu, ülke yönetimine el konulmuş ve Çocuk
Esirgeme Kurumunun kapanış süreci başlamıştır.
5 Mayıs 1981 tarihinde Resmi Gazete 'de yayınlanan 51 Nolu Milli Güvenlik
Kurulu Kararıyla, Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu feshedilmiş, feshedilmiş
örgütleri yeniden oluşturuluncaya kadar, Kurumun bütün hizmetleri ve
görevleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca teşkil edilecek heyetler
veya atanacak kişiler tarafından yürütülmesi kararlaştırılmıştır.
1983 yılı öncesinde, çeşitli kamu kuruluşları, yerel kuruluşlar, sivil
toplum örgütleri vb. tarafından sunulan sosyal hizmetlerde yaşanan büyük
aksaklıklar sonucu, bu duruma bir son verip sosyal hizmetlerin tek elde
toplanarak, devlet çatısı altında kamu ve toplum kaynaklarıyla, profesyonel
bir anlayışla verilmesini öngören 2828 Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu Kanunu 27.05.l983 tarih ve 18059 sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Kanunla sosyal hizmetlere ilişkin geniş perspektifte tanımlar yapılarak,
görevler sıralanmış ve Kanunla verilen görevleri yapmak üzere Sosyal
Hizmetler Danışma Kurulu ile Başbakanlığa bağlı kamu tüzel kişiliğine sahip
katma bütçeli Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü
kurulmuştur.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünün merkez
teşkilatı Ankara´da olup, Başbakanlığa bağlanan Kurum, 81 il ve 35 ilçede
taşra teşkilatını kurmuş Kuruluşları aracılığıyla korunmaya muhtaç; aile,
çocuk, genç, özürlü, yaşlı ve topluma yönelik hizmetlerini sürdürmektedir.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu profesyonel yaklaşımın
sonucudur. Böylece hizmetlere bir kalite ve standart getirilmiştir. Kanunun
Sosyal Hizmetlerin değişimlere ve gelişmelere uygun olarak örgütlenmesini
öngören bir sosyal reform yönü vardır.
Sosyal Hizmetlerin tek elde toplanarak, sosyal devlet ilkesi çerçevesinde
profesyonel olarak verilmesi çok önemli bir gelişme iken sosyal hizmetlerin
bir alanı olan korunmaya muhtaç çocuklar alanında 2003 tarihli Aile
Mahkemeleri Kanunu, 2005 tarihli Çocuk Koruma Kanunu ve Denetimli Serbestlik
ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanununun yürürlüğe girmesi,
gündüzlü rehabilitasyon merkezlerinin Milli Eğitim Bakanlığına devredilmesi
ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Özürlüler İdaresi
Başkanlığı, Aile Araştırma Kurumu, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü vb.
sosyal hizmet ve sosyal yardım kurumlarının kurulması sosyal hizmetler
alanında tekrar dağınıklığı ve çok başlılığı getirmiştir.
Bu dağınıklığa ek olabilecek bir gelişme ise 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun değiştirilmesine yönelik Tasarı Taslağının
uzun süreden beri gündemde tutulmasıdır. Taslağa göre sosyal hizmetlerin
sunumunda gönüllülük ve hayırseverlik esas alınmakta, sosyal hizmetlerin ve
kuruluşların yerel yönetimlere, vakıf vb. oluşumlara devri ve dolayısıyla
taşeronlaştırılarak özelleştirilmesi öngörülmekte, eski sisteme dönülerek,
daha çoklu bir yapının ve olası risklerin yaşanmasının önünün açılması
tehlikesi doğmaktadır. Sosyal hizmetlerde gönüllü katkısı ve doğal olarak
insan sevgisi merkezi önemdedir, ancak sosyal hizmetler, hayırseverlik
temelinde yürütülemeyecek ve insanların vicdanına bırakılamayacak kadar
önemli ve bilimsel yaklaşım gerektiren bir hizmetler bütünüdür.
Bu son gelişmeler her ne kadar sosyal hizmetler alanında ki gelişim
konusunda bir soru işareti yaratsa da buna rağmen görüldüğü gibi Sosyal
Hizmetlerin ülkemizdeki gelişiminde de hayırseverlik yaklaşımından
uzaklaşılarak, sosyal hizmetin bir hak olarak görülmesi ve bilimsel bir
meslek alanı halin getirilerek, Devlet tarafından verilmesi yolunda epeyce
mesafe alınmıştır.
3- Sosyal Hizmet Mesleği, Kavramları ve Sosyal Yardım İlişkisi:
Sosyal hizmet uygulaması için gerekli olan bilgi, amaçları, fonksiyonları ve
çözmeye çalıştığı problemlerle belirlenmektedir. Mesleki yetenek üç süreç
sonunda meydana gelen sonucu kapsamaktadır. Bu süreçlerin birincisi, eldeki
mevcut mesleki göreve uygun bilginin bilinçli olarak seçimi, ikincisi bu
bilginin sosyal hizmet değerleri ile birleştirilmesi ve üçüncüsü, bu
birleşimin ilgili profesyonel faaliyete aktarılmasıdır.
Sosyal hizmet tanımlarında yer alan boyutlar incelendiğinde öne çıkan
tanımların çerçevesi şunlardan oluşmaktadır:
1) Kendi kendine yardım ve işbirliği ilkesi,
2) Değişmekte olan toplum yapısı,
3) Toplum içindeki kişi, aile, grup ve topluluklar,
4) Gereksinimlerin karşılanması,
5) Sorunların çözülebilmesi,
6) Çevreleriyle karşılıklı uyumlarına yardım etmek,
7) İnsan kaynaklarıyla, sosyal ve ekonomik koşulların korunması ve
geliştirilmesini
sağlamak,
8) Kendine özgü bilimsel teknik ve metotlar,
9) İnsan ilişkilerindeki becerilere dayanma,
10) Düzenli çalışmaları kapsama,
11) Bir meslek olma.
Bireyin karar verme özgürlüğünü kendi yararına kullanması açısından
bilinçlenmesinde ve yaşadığı çevrenin değişen sosyo-ekonomik koşullarına ve
normatif sisteme uyum sağlayarak toplumda verimli bir unsur olması yönünden
gerekli olan değişmenin yaratılmasında müdahale edebilecek bilgi, yöntem ve
becerilere sahip ve hatta bu tür bir müdahaleye yetkisi olan bir meslektir.
(Kut, 1988)
Sosyal hizmet mesleği, bireyin toplumsal işlevselliğini yerine getirmesinde
tıkanıklıklar olduğunda bunları ortadan kaldırmak ve bireyi topluma tekrar
kazandırmak amacıyla mesleki müdahalede bulunmaktır. Bunun için gerekli olan
toplumsal kaynakları, mevcut ihtiyaç veya soruna yönelik olarak kullanarak
amacına ulaşmaktadır. Koruyucu-önleyici, eğitici-destekleyici ve tedavi-rehabilite
edici yönde çalışmalarda bulunmaktadır.
Sosyal hizmet mesleği, sosyal refah kurumunun insan yaşamı içerisinde artan
düzeyde işlevsellik kazanmasının ürünüdür. Sosyal hizmet mesleği, sosyal
refah alanı içerisinde görev alan bazı meslek, disiplin ve kurumların yaşam
ve insan sorunlarının değişip farklılaşmasıyla yetersiz kalabilmesi
sonucunda ortaya çıkmış bir meslektir.
İnsan ihtiyaçlarını bir bütün olarak gören sosyal hizmet, meslekleşme
sürecinde kimi zorluklar ile karşılaşmıştır. Bu güçlüklerin temelinde ise,
sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın insanlık tarihi kadar eski geleneksel bir
uygulama oluşu gelmektedir. Böyle bir uygulamaya bilimsel içerikli mesleki
bir oryantasyon kazandırmak kolay olmamıştır.
İlkel toplumlarda gerek bireysel düzeyde gerek toplumların sosyal
örgütlenmesi içinde insanların birbirleriyle ihtiyaçlarına yönelik
ilişkileriyle başlayan sosyal yardımlaşma, günümüze gelinceye kadar,
toplumların sosyal, ekonomik, politik yapılanma biçimlerine göre çeşitli
evrelerden geçmiştir. Dinsel, flantropik, utalitarien, hümanist ve nihayet
sosyal adalet olarak bilinen bu yaklaşımlar yüzyıllar boyu sosyal
yardımlaşma ve dayanışmanın dayalı olduğu düşünce tarzını biçimlendirmiştir
(Kut 1988:9)
Sosyal hizmet mesleğinin en üst düzeydeki amacı, bireylerin ve tüm toplumun
yaşam kalitesini iyileştirmek, korumak ve/veya artırmak amacı ile
oluşturulmuş planlı değişme stratejileri yolu ile müracaatçıların
etkileşimlerini geliştirmektir (Connoway ve Gentry 1988; Fink, Pfouts ve
Dobenstein1985).
Sosyal hizmet insanlara;
1. İhtiyaç duydukları ve hakları olan kaynaklara ulaşmalarında,
2. Problem çözme kapasitelerini geliştirmelerinde,
3. Müracaatçılara hizmet sunanların gelişimini destekleme yolu ile
örgütlerin gelişmesini
teşvikte,
4. Özel ve kamu kurumlarında sosyal, sağlık ve çevresel politikaları
etkileyerek destek sağlar (Fink, Pfouts ve Dobenstein 1985; Pincus ve
Minahan 1973; Skidmore ve Thackeray 1982).
Değişme, sosyal hizmetin mesleki müdahalesinin odağı olduğu gibi, sosyal
hizmetin kendisi de bir değişme ajanıdır (Compton ve Galaway 1979: 5-7).
Smalley (1967: 1)’e göre, tüm sosyal hizmet faaliyetlerinin altında yatan
amaç, sosyal iyileştirme ve bireysel doyum için bireylerdeki insani gücü ve
tüm insanlık için kendini gerçekleştirmeyi mümkün kılan toplumsal
örgütlenme, sosyal kurumlar ve sosyal
politikanın gücünü ortaya çıkarmaktır.
Sosyal hizmet mesleğini vücuda getiren iki temel nokta vardır.
Bunlar;
1. Bireyin değer ve onuruna saygı,
2. Uygun sosyal koşullar altında bireyin ve toplumun değişip
gelişebileceğine dair olan inançtır.
Herhangi bir mesleki faaliyeti sosyal hizmet müdahalesi olarak
değerlendirebilmek için bireyin değer ve onurunu geliştirmesi,
self-determinasyonunu maksimize etmesi ve varolan sosyal koşulları
müracaatçı lehine geliştirmeye yönelmesi gerekmektedir.
Sosyal hizmet temel ihtiyaçların karşılanması ve sorunların çözümlenmesi ile
ilgilenirken konuya ilgisi, anılan ihtiyaçların giderilmesi ve sorunların
çözümlenmesinin insanlar açısından bir hak olduğu nosyonundan kaynaklanır.
Daha açık bir deyişle, sosyal
hizmet, tüm mesleki faaliyetlerini insanların ihtiyacı olduğu için değil,
insanların hakkı olduğu için gerçekleştirir. Yine sosyal hizmetin
ilgilendiği her temel ihtiyaç eşdeğer bir pozitif hakka dönüştürülebilir
(United Nations 1992).
Sosyo –ekonomik alanda varolan olanaklar (çalışma, sağlık, eğitim, sosyal
güvenlik, sosyal hizmetlere ulaşma) yeterli değil ise sosyal hizmet mesleki
çalışmalarını bu kaynakların dağılımını dengelemeye yönelterek temel insan
haklarının gerçekleştirilmesine çabalar. Yine sosyal hizmete çerçeve
sağlayan manevi alanda yer alan değerlerin insan haklarına uygun olmaması
durumunda, anılan değerlerin değiştirilmesine yönelik uygulamaların
gerçekleştirilmesi mesleğin temel fonksiyonu haline gelir.
Müracaatçıların haklarını savunan bir meslek olarak sosyal hizmet zaman
zaman
kuruluşlar, toplum ve hükümetler tarafından tehlikeli olarak
algılanabilmektedir. Çünkü sosyal hizmet, bireysel ve toplumsal düzeyde
değişme ajanlığına yönelen, varolan olumsuz sosyal koşullara birey ve toplum
refahı adına meydan okuyan (challenging) bir meslek ve disiplindir. Tüm
toplumun yararını gözeten bir denge mesleği olarak sosyal hizmet, insan
haklarını korurken, kendisi için oluşabilecek tehlikeli durumlar ile
başetmeyi, her zaman değer ve felsefesinden ödün vermeyerek başarmaya
yönelmelidir.
Sosyal hizmet hem bireyin hem de bireyin içinde yaşadığı durumun sosyal
işlevsellik ve sosyal refah açısından daha iyi bir konuma getirilmesinde
fonksiyoneldir. Sosyal hizmetin birey ve topluma ilişkin temel felsefi
değerlerine dayalı bir
uygulamada insanın değeri ve onuru ile sosyal adalete dayalı bir toplum
düşüncesi ön plana çıkmaktadır.
Ülkemizde Sosyal Hizmet Mesleği ve Eğitiminin Gelişimi:
Tüm Dünya’da esen Sosyal Devlet, Sosyal Refah, Sosyal Adalet ve İnsan
Hakları rüzgarlarının etkisiyle Türkiye’de, 1957 yılında, Birleşmiş
Milletler Sosyal Refah Müşavirliği’nin önderliğinde, Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığı başta olmak üzere ilgili bakanlık, kamu ve özel kuruluş
temsilcilerinin katılımıyla, Türkiye’de mevcut sosyal hizmetlerin bilimsel
ve mesleki bir yaklaşımla yeniden örgütlenmesine yönelik toplantıda alınan
kararlar gereğince;
1959 yılında 7355 sayılı kanunla alanda araştırma yapmak üzere Sosyal Hizmet
Enstitüsü, Sosyal Hizmet eğitimi vermek üzere 1961 yılında Sosyal Hizmetler
Akademisi, 1963 yılında ise S.S.Y.B. bünyesinde uygulama amaçlı Sosyal
Hizmetler Genel Müdürlüğü kurulmuştur.
Sosyal Hizmetler Akademisi, B.M. Eğitim Müşavirleri ve Türkiye’de ki öğretim
üyelerinin çabalarıyla, ilk eğitim müfredatını hazırlayarak 1961’de
mülakatla seçilen eşit sayıda kız-erkek karışık tahmini 18 öğrenciyle
eğitime başlamıştır. Bu dönemde 17 kişi çeşitli burslarla yurtdışına eğitim
amaçlı gönderilmiştir.
Sosyal Hizmetler Akademisi 1965’de ilk mezunlarını vermiştir. İlk
mezunlardan 13 kişi, öğrenci asistanlığı statüsüyle okulda kalmış, diğerleri
ise S.S.Y.B. bünyesinde tıbbı sosyal hizmet alanında atanmışlardır. Yine ilk
mezunlardan Adalet Bakanlığı ve D.P.T. de yer alanlar olmuştur.
1963 yılında, Uluslar arası Sosyal Hizmet Okulları Birliğine üye olunmuştur.
Üyelik kabulü, Sosyal Hizmet Eğitiminin uluslararası normda Türkiye’nin
koşullarına uygun verildiği anlamında önemli bir başlangıçtır.
1967 yılında 26 öğrenciyle H.Ü. Sosyal İdari Bilimler Fakültesi bünyesinde
Sosyal Çalışma bölümü açılmıştır. 60’lı yıllar planlı döneme geçildiği, göç,
gecekondu, kat sorunları nedeniyle ağırlıkla toplum kalkınması yönteminin
uygulandığı yıllardı. Bu yıllara Sosyal Hizmet Eğitiminde de yöntem ve
teknikler ağırlıklı olmuştur. Kırsal Kalkınma projelerinde meslektaşlarımız
ver almaya başlamıştır.
Sosyal Hizmet Eğitimi dünyada ve ülkemizde önemli bir yer tutmaktadır ancak
yeni bir meslek olarak toplumda algılanması, kabul görmesi çok uzun yılları
almıştır. Yine 1963 yılında Birleşmiş Milletler önderliğinde, S.S.B.Y’ de
Koruyucu Aile konusunda Sosyal Yardımcı yetiştirme programı uygulanmış,
uygulamanın toplumda çok kabul görmemesi nedeniyle bu program bitirilmiştir.
1968 yılında Ankara Gazi Lisesi Sosyal Hizmetler Akademisine başvurarak okul
Sosyal Hizmeti başlatmak istemiş, bu alanda başarılı öğrenci uygulamaları
yapılmıştır. Yine bu yıllarda TAPD tarafından Ankara Topraklık semtinde ilk
toplum merkezi açılmıştır.
60’lı ve 70’li yıllarda, köy kalkınması, gecekondu çalışması gibi toplum
kalkınması yönteminin ağırlıkla yer aldığı uygulamaların yanı sıra
Hastanelerde, Cezaevlerinde, Çocuk Bakım Yurtlarında, Huzurevlerinde, Kız ve
Gençlik bakım evlerinde, Çocuk İslahevlerinde, Sendikalarda, Fabrikalarda
Sosyal Hizmet Uzmanları yer almaya başlamışlardır.
Mesleğin odağında insan olması nedeniyle, bireye, gruba topluma ulaşmak için
çok ciddi çalışmalarla, yoğun emekle meslek yol almaya başlamıştır.
12 Eylül 1980 sonrası 20 Temmuz 1982’de YÖK yasasıyla Sosyal Hizmet
Akademisi ve Hacettepe Üniversitesi Sosyal Çalışma Bölümleri birleştirilerek
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu kurulmuştur. Okulun
öğrenci kapasitesi arttırılarak 120 öğrenci alınmaya başlanmış, 1982’ye
kadar 650 civarı olan mezun sayısının arttırılması hedeflenmiştir.
1980’li yıllar hem dünyada hem de ülkemizde toplumsal-ekonomik-siyasal
yapıların hızla değiştiği yıllar olmuştur. 1990’a gelindiğinde yeniden
kalkınma, işbirliği, topluma katılma, insan hakları, fırsat eşitliği gibi
değerlerin yükselmesiyle, toplumla çalışma, kalkınma, ulaşılabilirlik
sürdürülebilirlik kavramlarıyla Sosyal Hizmet yükselen değer olmuştur.
Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de de sorun odaklı yaklaşımların yerine,
bütüncül ve generalist yaklaşım ağırlıklı olarak kullanılmaya
başlanılmıştır.
Toplumsal değişmeyle birlikte Sosyal Hizmetlerin hedef kitlesi, sorun
alanları da gelişmiştir. Sosyal Hizmet Uzmanları sayısal yetersizliklerini
korumakla birlikte niteliksel olarak gelişimlerini korumayı ve dünyayla
bütünleşmeyi başarmışlardır. Gerek Türkiye’deki Sosyal Hizmet Eğitiminin
uluslar arası Sosyal Hizmet Eğitiminin bir parçası olması gerekse ülkenin
Sosyal Hizmet sistemi içinde mesleğin bilgi, beceri ve değerlerinin
uygulamaya aktarılmasındaki becerileriyle Sosyal Hizmet Uzmanları Temmuz
2002 de Uluslar arası Sosyal Hizmet Uzmanları Birliğine üye olmuşlardır.
Ancak tek bir okulun, Türkiye’deki S.H.U. açığını karşılaması mümkün
değildi. 5, 6, 7, 8 ve 9. Beş Yıllık Kalkınma Planlarında, Sosyal Hizmet
Eğitiminin uygulaması ve yeni okullar açılması tespiti 2000’li yıllara dek
maalesef sadece bir dilek olarak kalmıştır.
2002-2003 yılında Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesine bağlı
Sosyal Hizmetler bölümünün açılmasıyla başlayan süreç sonucunda bugün
ülkemizde sosyal hizmet bölümü bulunan üniversite sayısı 7’yi, sosyal hizmet
bölümü bulunan İl sayısı 5’i bulmuştur.
4- Sosyal Hizmetler ve Yardımlar Konusunda Ülkemizdeki Mevcut Yasal Durum
Yukarıda belirtilen gelişim süreci sonunda ülkemizde yasal açıdan da sosyal
hizmetin bir hak olarak görülüp, devletin sorumluluğunda yerine
getirilmesine yönelik yasal düzenlemelerin oluşturulduğu görülmektedir. Bu
konudaki düzenlemelerin bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz.
Ülkemizde sosyal hizmetler konusunda temel kanun olan 2828 Sayılı Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun 3.Maddesinde "Sosyal
Hizmetler"; kişi ve ailelerin kendi bünye ve çevre şartlarından doğan veya
kontrolleri dışında oluşan maddi, manevi ve sosyal yoksunluklarının
giderilmesine ve ihtiyaçlarının karşılanmasına, sosyal sorunlarının
önlenmesi ve çözümlenmesine yardımcı olunmasını ve hayat standartlarının
iyileştirilmesi ve yükseltilmesini amaçlayan, sistemli ve programlı
hizmetler bütünü, olarak tanımlanmıştır. Bu tanımla birlikte,
Anayasamızın doğrudan veya dolaylı olarak konuyla ilgili maddeleri de
aslında sosyal hizmetlerin devletin sorumluluk alanında olduğunu
vurgulamaktadır.
Bu çerçevede Anayasadaki ilgili maddeleri şöyle sıralayabiliriz;
MADDE 2-Türkiye Cumhuriyeti… demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk
Devletidir.
MADDE 5–Devletin temel amaç ve görevleri… kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır.
MADDE 12–Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez
temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
MADDE 41–Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması
ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli
tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.
MADDE 56–Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir…
Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından
yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.
MADDE 60.– Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği
sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.
MADDE 61– …Devlet, korunmaya muhtaç çocukların topluma kazandırılması için
her türlü tedbiri alır. Bu amaçlarla gerekli teşkilat ve tesisleri kurar
veya kurdurur.
Yukarıdaki madde ve atıfları çeşitlendirerek çoğaltmak mümkündür.
Buna karşın Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu yasa tasarısı taslağı
ve Aile Mahkemeleri, Çocuk Koruma Kanunu ve Denetimli Serbestlik Kanunları
vb. yeni düzenlemeler, maalesef sosyal hizmet bütünlüğünün bozulmasına ve
meslek elemanı seçiminde sosyal hizmet uzmanlarının sıradanlaştırılarak,
konuyla ilgili-ilgisiz diğer meslek elemanlarının bu alanlara sokularak,
uygulamalar için risk teşkil edilmekte ve bir nevi hayırseverlik
yaklaşımının bir ürünü görünümü vermektedir.
5- Genel Bakış ve Son Değerlendirme
Genel Bakış
Dünya’da uygulanmakta olan neo-liberal politikaların hayata yansımaları ve
ülkemizde özellikle son yıllarda sosyal hizmet ve sosyal yardım alanında,
yoksulluğu kalıcı olarak çözmek yerine, insanları yardım vererek, yoksulluğa
alıştırma, kişi ve kuruluşlara bağımlı hale getirme(belediyelerde yaygın
olarak uygulanan bu yöntemin kamunun diğer alanlarına da sıçradığını
görebilmekteyiz) uygulamaları Sosyal Hizmetlerin bir hayırseverlik yaklaşımı
mı yoksa kamusal bir hak ve hizmet mi olup olmadığı konusunu günümüzde
tekrar tartışılan bir konu haline getirmiştir.
Konunun Dünya’daki gelişimine baktığımızda sosyal hizmetin tarihsel gelişim
dinamiğinin şu makro olgulara bağlı olarak şekillendiğinin altını
çizebiliriz;
a) XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Batı Avrupa'da yaşanılan tarihsel ve sistemsel
dönüşümler.
b) Bu dönüşümlerin ortaya çıkardığı toplumsal ve ekonomik alanlardaki
değişmeler ile meydana gelen yapısal sorunlar.
c) Sanayi devrimi ile Fransız devrimine bağlı olarak; teknolojik alanda,
sosyal, ekonomik ve politik alanlardaki yaklaşımların ve kuramların
değişimi.
d) Teknolojik ve bilimsel alandaki gelişmelere, sistemsel dönüşümlere, bağlı
olarak devlet anlayışındaki değişmelerle ekonomik ve sosyal politikaların
gelişmesi.
e) Hukuk devleti anlayışından, sosyal devlet anlayışına dönüşüm sürecinde;
tüm nüfusa ve özellikle yoksullara ve çalışanlara yönelik yeni sosyal
güvenlik sistemlerinin gelişmesi, sosyal yardım ve sosyal hizmetler alanında
yeni hizmet programlarının oluşturulması,
f) Tarihsel ve sistemsel dönüşüm sürecinde; dinsel düşünceden kaynaklanan
hayırseverlik yaklaşımının ve hümanist düşünceden kaynaklanan yardımseverlik
yaklaşımının neden olduğu kiliseye bağlı örgütlü yardımların, bireysel ve
gönüllü örgütlerin sergilediği yardım çabasının ve hareketlerinin gelişimi.
Belirtilen tarihsel ve toplumsal etmenler, sanayileşme süreci içinde sosyal
hizmetin gönüllü çabalardan meslekleşmeye dönüşümünü belirlemiştir.
Endüstrileşmeyle gelen sosyal acılardan dolayı, bu acıların çözümü,
sanayileşme sonuçlarının içerisinde, genel kalıplarıyla ve yönleriyle sosyal
refah düşüncesinin gelişmesinin de temel nedeni olarak kabul gördü.
İnsanlığın iyiliği ve esenliği için bir pradigmadır sosyal refah. Batı
zamanla sosyal acıları, sosyal refah olanakları ile ancak giderebilme
olanağına kavuşabilmiştir. Sosyal sorunların çözümünün çabası ve sosyal
refah anlayışı ise ihtisaslaşma, profesyonelleşme vb. oluşumlarla paralel
olarak sosyal hizmeti, "hayırseverlik" duygusundan arındırıp, bir meslek
niteliğinde; sorun kategorilerini mesleki müdahalelerle çözmeye yönelik
olarak, sözü edilen sosyal refah alanlarında mesleki hizmet sunmaya
itmiştir. Ortaya çıkarmıştır.
XXI. yüzyılın küresel mantığında ise sosyal hizmet sosyal-tarihsel yurttaşa,
toplumsal ilişkilerde özne olan bireye, sosyal hukuk devletinin rol ve
sorumluluklarına gönderme yapan bir disiplin ve meslek konumuna gelmiştir.
Aydınlanmanın mirasçısı olan sosyal hizmet, insan hakları ve
demokratikleşmenin, sosyal adaletin de temsilidir.
Ülkemizdeki gelişimde ise süreç içerisinde geleneksel yaklaşım yanında
Devletin çeşitli düzenlemeler yoluyla sosyal hizmet konularını bir düzene
sokma girişimlerini görmek mümkündür. Ancak bu konudaki asıl yaklaşım farkı
1950’lerin sonu ve 60’ların başında tüm Dünya’da esen Sosyal Devlet, Sosyal
Refah, Sosyal Adalet ve İnsan Hakları rüzgarlarının etkisiyle Türkiye’de de,
1957 yılında, Birleşmiş Milletler Sosyal Refah Müşavirliği’nin önderliğinde,
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı başta olmak üzere ilgili bakanlık, kamu ve
özel kuruluş temsilcilerinin katılımıyla, Türkiye’de mevcut sosyal
hizmetlerin bilimsel ve mesleki bir yaklaşımla yeniden örgütlenmesine
yönelik toplantıda alınan kararlar çerçevesinde ivme kazanmıştır. Bunun
sonucunda 1959 yılında 7355 sayılı kanunla alanda araştırma yapmak üzere
Sosyal Hizmet Enstitüsü, Sosyal Hizmet eğitimi vermek üzere 1961 yılında
Sosyal Hizmetler Akademisi, 1963 yılında ise S.S.Y.B. bünyesinde uygulama
amaçlı Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü kurulmuştur.
Ancak 1983 yılı öncesinde, çeşitli kamu kuruluşları, yerel kuruluşlar, sivil
toplum örgütleri vb. tarafından sunulan sosyal hizmetlerde yaşanan büyük
aksaklıklar sonucu, bu duruma bir son verip sosyal hizmetlerin tek elde
toplanarak, devlet çatısı altında kamu ve toplum kaynaklarıyla, profesyonel
bir anlayışla verilmesini öngören 2828 Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu Kanunu 27.05.l983 tarih ve 18059 sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu doğrultuda mevzuat açısından sosyal hizmetin bir hak olarak görülüp,
devletin sorumluluğunda yerine getirilmesine yönelik yasal düzenlemeler de
ülkemizde yapılmıştır.
Buna karşın ülkemizin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısı ve uygulanan
politikalar nedeniyle dönem dönem bu anlayışın uzağında uygulamalar ve
teşebbüsler görmek de olasıdır. Bu teşebbüsler günümüzle sınırlı da
değildir, burada örnek olarak geçmişte gündeme gelen çarpıcı bir teşebbüs
örneğine yer verelim:
“Türkiye demokrasisi İkinci Milliyetçi Cephe hükümeti döneminde; yani
1970’li yılların sonlarına doğru, açık bir deyişle 4. Beşyıllık Kalkınma
Planı Taslağına ‘mühendisliği’ aratmayacak bir yapılanmayla -manevi
kalkınma- denilen ilkeler ve tedbirlerle giriş yapmıştır. Yıl: 1977,
Taslağın tedbirler kısmında:
Md 7: Çeşitli iş yerleri, fabrikalar, askeri birlikler, hapishaneler gibi
hizmetlerin toplu olarak görüldüğü yerlerde ihdas edilecek sosyal hizmetler
kadrolarında Yüksek İslam Enstitüsü, İlahiyat Fakültesi ve İslami İlimler
Fakültesi mezunları görevlendirilecektir.
Md 13: Okullar, fabrikalar, hastaneler ve askeri birlikler için ‘sosyal
görevler’ ihdas edilecek, bu görevlere dini eğitim görmüş elemanlar
getirilecektir.”( Kongar, E: Demokrasimizle Yüzleşmek. Remzi Kitabevi.
İstanbul, 2007, s. 204-205)
Metin yasallaşmadı. Ancak Bakanlar Kurulu Kararları içinde yer aldı. 7. ve
13. maddeler şu an hangi boyutlarda varlık bulmuş olabilir? Ya da
günümüzdeki bazi söylem ve teşebbüslere ne kadar benziyor değil mi?
Bununla birlikte 2003 tarihli Aile Mahkemeleri Kanunu, 2005 tarihli Çocuk
Koruma Kanunu ve Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma
Kurulları Kanununun yürürlüğe girmesi, gündüzlü rehabilitasyon merkezlerinin
Milli Eğitim Bakanlığına devredilmesi ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Genel Müdürlüğü, Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Aile Araştırma Kurumu,
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü vb. sosyal hizmet ve sosyal yardım
kurumlarının kurulması sosyal hizmetler alanında tekrar dağınıklığı ve çok
başlılığı getirmiştir. Çeşitli uygulama, söylem ve tasarılar da sosyal
hizmeti meslek olmaktan çıkartıp, bir hayırseverlik yaklaşımı olarak görme
eğilimine günümüzdeki örnekleridir.
Tüm bunlara karşın Sosyal Hizmetlerin ülkemizdeki gelişiminde de
hayırseverlik yaklaşımından uzaklaşılarak, sosyal hizmetin bir hak olarak
görülmesi ve bilimsel bir meslek alanı halin getirilerek, Devlet tarafından
verilmesi yolunda epeyce mesafe alınmıştır. Yetişmiş ve yetişmekte olan
işgücü-meslek elemanı, üretilmiş olan bilgi birikimi, tecrübe ve
çalışmalarla sağlanmış olan büyük deneyim alanda geri gidişi önleyecek
yeterliktedir.
Son Değerlendirme
Günümüz toplumlarının bütünlüğünü tehdit eden en büyük etkenlerden biri
sosyal güvensizliktir. Neoliberal küreselleşmeyle birlikte emek ile sosyo-ekonomik
güvence arasındaki bağ zayıflarken nesiller arası dayanışmaya ve toplumsal
risklerin kolektif bir anlayışla karşılanmasına dayanan sosyal devletin
sorgulanan bir kurum haline gelmesi, ailenin sosyal refah odağı rolünü
yitirmesi, bireyin toplum ile kurduğu bağları zedelemekte, toplumsallığımızı
tehdit etmektedir. Bu şartlar altında yoksulluk günün ekonomik koşullarına
bağlı gelir yetersizliği ile açıklanabilecek, geçici bir toplumsal sorun
olmaktan çıkmıştır. Yeni yoksulluk sosyal güvenceden yoksun bireylerin
ekonomik sosyal ve kültürel kaynaklara ulaşamaması ve toplum ile bağlarını
giderek yitirmesi sorunudur. Yani çok boyutlu bir sosyal dışlanma sürecidir.
Sosyal güvensizlik en fazla kadınları, çocukları, yaşlıları ve özürlüleri
yani sosyal hizmetin ana müracaatçı gruplarını oluşturan kesimleri sosyal
dışlanma tehdidi ile karşı karşıya bırakmaktadır.(Boğaziçi Üniversitesi
Sosyal Politika Forumu Çocuk Yoksulluğu Çalışma Grubu Kuruluş Bildirgesi 22
Nisan 2005 İstanbul, Prof Dr. Ayşe Buğra ve arkadaşları).
Yoksulluk vb. sosyal yardım konusundaki sorun alanları çok boyutlu olmakla
birlikte diğer sosyal sorunlarla da alakalıdır. Nedenlerin oluşumuna
bakıldığında çoğunlukla dünyadaki neo-kapitalist yaklaşımdan ve ülkenin
sosyo-ekonomik şartlarından kaynaklandığı açıktır. Bu nedenle çözüm için de
ülke organizasyonunun gereken sorumluluğu alarak, sosyal yardım ve sosyal
hizmeti vatandaşının bir hakkı olarak görmesi ve bu yönde profesyonel bir
anlayışla, sosyal hizmet yapısını işleterek gerekli hizmetleri sunması
gerekmektedir.
Sosyal hizmet mesleği, sosyal refah kurumunun insan yaşamı içerisinde artan
düzeyde işlevsellik kazanmasının ürünüdür. Sosyal hizmet mesleği, sosyal
refah alanı içerisinde görev alan bazı meslek, disiplin ve kurumların yaşam
ve insan sorunlarının değişip farklılaşmasıyla yetersiz kalabilmesi
sonucunda ortaya çıkmış bir meslektir.
İnsan ihtiyaçlarını bir bütün olarak gören sosyal hizmet, meslekleşme
sürecinde kimi zorluklar ile karşılaşmıştır. Bu güçlüklerin temelinde ise,
sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın insanlık tarihi kadar eski geleneksel bir
uygulama oluşu gelmektedir. Böyle bir uygulamaya bilimsel içerikli mesleki
bir oryantasyon kazandırmak kolay olmamıştır.
İlkel toplumlarda gerek bireysel düzeyde gerek toplumların sosyal
örgütlenmesi içinde insanların birbirleriyle ihtiyaçlarına yönelik
ilişkileriyle başlayan sosyal yardımlaşma, günümüze gelinceye kadar,
toplumların sosyal, ekonomik, politik yapılanma biçimlerine göre çeşitli
evrelerden geçmiştir. Dinsel, flantropik, utalitarien, hümanist ve nihayet
sosyal adalet olarak bilinen bu yaklaşımlar yüzyıllar boyu sosyal
yardımlaşma ve dayanışmanın dayalı olduğu düşünce tarzını biçimlendirmiştir.
Herhangi bir mesleki faaliyeti sosyal hizmet müdahalesi olarak
değerlendirebilmek için bireyin değer ve onurunu geliştirmesi,
self-determinasyonunu maksimize etmesi ve varolan sosyal koşulları
müracaatçı lehine geliştirmeye yönelmesi gerekmektedir.
Sosyal hizmet temel ihtiyaçların karşılanması ve sorunların çözümlenmesi ile
ilgilenirken konuya ilgisi, anılan ihtiyaçların giderilmesi ve sorunların
çözümlenmesinin insanlar açısından bir hak olduğu nosyonundan kaynaklanır.
Daha açık bir deyişle, sosyal
hizmet, tüm mesleki faaliyetlerini insanların ihtiyacı olduğu için değil,
insanların hakkı olduğu için gerçekleştirir. Yine sosyal hizmetin
ilgilendiği her temel ihtiyaç eşdeğer bir pozitif hakka dönüştürülebilir
Türkiye’de sosyal hizmet deyince birçok yerel yönetimin sosyal yardım
uygulamaları, Fakir Fukara Fonları, kimi vakıflar, kimi sivil toplum
örgütlerinin flantropik bakış açılarının çıktılarıyla akla geldiğini ve
benimsendiğini görebilmekteyiz. Ancak Sosyal Hizmet hak ile yardım
tartışmasında hak olandan yanadır. Sosyal hizmetin özü sosyal “yardım”
değildir. Sosyal hukuk devletinin işlemesi, sosyal adaletin sağlanmasıdır.
Sosyal hizmet hem bireyin hem de bireyin içinde yaşadığı durumun sosyal
işlevsellik ve sosyal refah açısından daha iyi bir konuma getirilmesinde
fonksiyoneldir. Sosyal hizmetin birey ve topluma ilişkin temel felsefi
değerlerine dayalı bir uygulamada insanın değeri ve onuru ile sosyal adalete
dayalı bir toplum düşüncesi ön plana çıkmaktadır.
Ülkemizde yukarıda belirtilen süreç ve mevzuattan hareketle sosyal hizmete
ihtiyaç duyan gruplara yönelik sosyal hizmetler kamu tarafından verilmekle
birlikte bu hizmetlerin etkinliğinin artırılması gerektiği açıktır. Meslek
elemanı personel takviyesi, bütçeden daha fazla kaynak aktarılması, başvuru
esasından ziyade ulaşana değil ihtiyacı olan tüm bireylere hak esasıyla
ulaşılmasını ve hizmet verilmesini sağlayacak yaygın ve etkin bir yapıyla
hizmet verilmesi gerekmektedir.
Çoğunlukla batıda gördüğümüz sosyal devlet uygulamalarının hayata
geçirilmesinde ülkemizin farklılıklarını da göz ardı etmemek gerekmektedir.
Örneğin Batı’daki kilise, vakıf, sivil toplum kuruluşu vb.lerin işlevlerini,
dünya ve ülkemiz tecrübelerini göz önünde bulundurarak, ülkemizde benzer
yapılardan beklemek çok gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır.
Bununla birlikte özellikle 1990’lardan sonraki gelişmelerle hız kazanan neo-kapitalist
uygulamalar(özelleştirme, devletin küçülmesi vb. küreselleşme hareketleri)
sosyal devlet anlayışı içerisinde, kamunun sorumluluğunda görülen sosyal
hizmetlerin kamu tarafından uygulanması ve gelişimi açısından risk teşkil
etmektedir.
Tüm bunlara rağmen sorunun özellikleri, Anayasamızın sosyal devlet ilkesi ve
konuyla ilgili diğer maddeleri ile konuya ilişkin mevzuatımız ve ülkemizin
de taraf olduğu uluslar arası düzenlemelerle, hepsinden önemlisi insan
odaklı bakış açısıyla sosyal hizmetlerin ihtiyaç duyan her birey için
kamusal bir hak ve hizmet olarak görülmesi gerekmektedir.
Sosyal hizmetlerde gönüllü katkısı ve doğal olarak insan sevgisi elbette ki
merkezi önemdedir, ancak sosyal hizmetler, hayırseverlik temelinde
yürütülemeyecek ve insanların vicdanına bırakılamayacak kadar önemli ve
bilimsel yaklaşım gerektiren bir hizmetler bütünüdür. Bu nedenle sosyal
hizmetler kamusal bir hak ve hizmet olmaktan çıkarılıp tek başına yerel
yönetimlerin, sivil toplum kuruluşlarının(dernek, vakıf vb.) veya özel
sektörün sorumluluğuna terk edilemez, kamunun ana sorumluluğunda diğer tüm
toplum kaynaklarıyla yürütülmelidir. Sosyal hizmeti sunmak devletin
yükümlülüğündedir. Devlet bundan dolayı yurttaşına karşı sorumludur. Sosyal
hizmet uzmanı da sosyal hizmet mesleğinin değerleri, insan hakları,
demokrasi, sosyal adalet ve refah devleti anlayışında kurumsallaşmış bir
sosyal hizmet dünyası ortaya çıkarmada doğru bir uygulayıcı seçimidir.
Sosyal Hizmet Uzmanının müracaatçı gruplarla kurması gereken mesleki ilişki,
insani ilişki temeline dayalı mesleki ilişki, meslek sosyal hizmet
uygulaması da vicdani ve etik temelli, mesleki ve profesyonel çalışma
olmalıdır.
(Konuyla ilgili daha geniş bilgilere ulaşmak isteyenler aşağıdaki kaynakça
da belirtilen veya konuyla doğrudan-dolaylı ilgili diğer kaynaklardan
yararlanabilir.)
Kaynakça:
Not: Bu çalışmada aşağıda belirtilen 2 bölümde kullanılan ana kaynaklar
şunlardır:
1. Dünya’da Sosyal Hizmet-Hayırseverlik Konusunun Gelişimi bölümünde; Aziz
ŞEKER’in “Dünya’da Sosyal Hizmetin Tarihsel Gelişimi(2)- 21.Yüzyılda Sosyal
Adalet Arayışında Sosyal Hizmet” başlıklı yazısından,
2. Sosyal Hizmet Mesleği, Kavramları ve Sosyal Yardım İlişkisi bölümünde;
www.sosyalhizmetuzmani.org sitesinden ve Fatih ŞAHİN’in “ İnsan Hakları ve
Sosyal Hizmet İlişkisi” başlıklı yazısından yararlanılmıştır.
Diğer bölümlerde yararlanılan kaynaklar şu şekilde olup
3. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü Web Sitesi:
www.shcek.gov.tr/Kurumsal_Bilgi/Tarihçe
4. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, SHÇEK Brifing, 2004.
5. T.C. Anayasası
6. Turgay ÇAVUŞOĞLU; “ÇEK Tarihçesi-Himaye-i Etfal Cemiyetinin Kuruluşu”
SHÇEK
7. Duhter Uçman-Yasemin AKÇAY;Osmanlı Fakir Çocuklarına Yardım Cemiyet-i
Hayriyyesi Nizamnamesi).
Aziz ŞEKER ve Fatih ŞAHİN’in çalışmalarında belirtilen kaynaklar ise şu
şekildedir:
8. Childe, Gordon: Tarihte Neler Oldu. Çev. M. Tuncay, A. Şenel. Alan Yay.
İstanbul, 1990, s. 31
9. Marx, Karl: Kapital 1 Çev: Alaattin Bilgi. Sol Yay. Ankara, 1997, s. 679
10. Tanilli, Server: Yüzyılların Gerçeği ve Mirası. III. Say Yay. İstanbul,
1987, s. 13
11. Küçükömer, İdris: Düzenin Yabancılaşması. Bağlam Yay. İstanbul, 1994,
s.18
12. Talas, Cahit: Toplumsal Politika. İmge Yay. Ankara, 1990, s. 39
13. Gıddens, Anthony: Sosyoloji -Eleştirel Bir Yaklaşım- Çev. M. Ruhi
Esengün, İ. Öğretir. Birey Yay. İstanbul, 1998, s. 41
14. Kongar, Emre: Sosyal Çalışmaya Giriş. Sosyal Bilimler Derneği Yay. G-2.
Ankara, 1972, s. 147
15. Aron, Raymond: Sosyolojik Düşüncenin Evreleri. Bilgi Yay. Ankara, 1994,
s. 265
16. Kara, Uğur: Sosyal Devletin Yükselişi ve Düşüşü. Özgür Üniversite Yay.
Ankara, 2004, s. 57
17. Kıray, B. Mübeccel: Toplumsal Yapı Toplumsal Değişme. Bağlam Yay.
İstanbul,
1999. s.364
18. Tanilli, Server: Yüzyılların Gerçeği ve Mirası. Cilt III. Say Yay.
İstanbul, 1987,
s.250
19. Polanyi, Karl: Büyük Dönüşüm. Çev. Ayşe Buğra. İletişim Yay. İstanbul,
2003,
s.117
20. Talas, Cahit: Toplumsal Politika. İmge Yay. Ankara, 1990, s. 200
21. Frıedlander, A. Walter: Sosyal Refah Hizmetlerine Başlangıç. Çev. Resan
Taşçıoğlu. SSYB SHGM Yay. No: 44. Ankara 1966, s. 21
22. Koray, M. Topçuoğlu, A: Sosyal Politika. Ezgi Yay. Bursa, 1995, s. 5
23. Tanilli, Server: Yaratıcı Aklın Sentezi. (Felsefeye Giriş) Adam Yay.
İstanbul,
2003, s.56
24. Beaud, Michel: Kapitalizmin Tarihi. Çev. Fikret Başkaya. Dost Yay.
Ankara, 2003, s. 143
25. Kut, Sema: "GAP Bölgesel Kalkınma ve Sosyal Hizmet" Sosyal Hizmet
Sempozyumu 1999. Yay. Haz: Ümit Onat / Aycan ALTAY. Ankara, s. 27-30
26. Tufan, B. Koşar, N: "Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Tarihçesine Genel Bir
Bakış"
Sema KUT'a Armağan Yaşam Boyu Sosyal Hizmet. Editör: N.Güran KOŞAR. HÜ
SHYO Yay:4 Ankara, 1999, s.1-20
27. Tomanbay, İlhan: Ana Çocuk Sağlığında Sosyal Boyut. Doruk yay. Ankara,
1992,
s.20
28. Cılga, İbrahim: "Toplumsal Değişim ve Sosyal Hizmet Eğitimindeki
Gelişmeler" Nihal TURAN'a Armağan. Yay. Haz: Veli DUYAN/A.Mavili AKTAŞ. HÜ
SHYO
Yay: 8 Ankara 2001, s. 30-39
29. ABRAMOVITZ, Mimi. “Should All Social Work Students Be Educated For
Social Change”, Journal Of Social Work Education, Vol: 29, Nu.:1, 1993, s.
6-11.
30. BARTLETT, Harriett M. The Common Base of Social Work Practice, New York:
National Association of Social Workers, 1970, s. 116.
31. CONNOWAY ,R.S. ve M.E. GENTRY. Social Work Practice. Englewood Cliffs,
NJ:Prentice Hall. 1988
32. COMPTON, B.R. ve B. GALAWAY. Social Work Processes.The Dorsey Press,
Homewood, Illinois, 1979.
33. DOLGOFF, Ralph L.“Clinicians as Policymakers.” Social Casework: The
Journal
of Contemporary Social Work, Vol: 62, Nu:5, 1981 s. 284- 292.
34. FIGUEIRA, Mc DONOUGH , Josefına. “Policy Practice: The Neglected Side Of
Social Work Interventions.” Social Work, Vol:38,Nu:2, 1993, s. 179-188.
35. FINK, A.E. , J.H. PFOUTS, A.W. DOBELSTEIN The Field of Social Work.
Beverly Hills, CA:Sage, 1985.
36. HAYNES, Karen S. “The One Hundred-Year Debate: Social Reform versus
Individual Treatment”, Social Work, Vol:43, Nu:6, 1998, s.501-509.
37. IFSW, INTERNET, http: //www.ifsw.org/4.5.6.pub.html 1999
38. JANSSON, Bruce S. Social Welfare Policy:From Theory to Practice.
Wadsworth Publishing Company, Belmont, California ,1990.
39. KUT, Sema. Sosyal Hizmet Mesleği: Nitelikleri, Temel Unsurları, Müdahale
Yöntemleri, Ankara,1988, s. 8-9.
40. PINCUS, A. ve A. MINAHAN, Social Work Practice: Model and Method.Illinois:
Peacock Press, 1973, s.9.
41. SCHORR, Alvin “Professional Practice as Policy.”Social Service Review,
Vol:59,Nu:2, 1985, s. 178-196.
42. SKIDMORE, R. ve M. THACKERAY Introduction to Social Work. Englewood
Cliffs,NJ: Prentice Hall,1982.
43. SMALLEY, Ruth, E, Theory for Social Work Practice. New York :Columbia
University Press, 1967 s.1.
44. SPECHT, Harry “Social Work and Popular Psychotherapies.” Social Service
Review,Vol:59, 1990, s. 345-357.
45. ŞAHİN, Fatih Sosyal Hizmet Uzmanlarının Sosyal Refah Politikası
Süreçlerine Katılımı, Aydınlar Matbaası, Ankara ,2000.
46. ŞAHİN, Fatih. “ Sosyal Hizmetin Doğası ve Paradigmaları”, Prof. Dr. Sema
Kut’a Armağan, Ankara 1999 (b)
47. UNITED NATIONS, Teaching and Learning abaut Human Rights: A Manual for
Schools of Social Work and the Social Work Profession, ,New York, 1992, s.7.
48. UNITED NATIONS, Teaching and Learning abaut Human Rights: A Manual for
Schools of Social Work and the Social Work Profession, ,New York, 1999.
|