SÖZCÜKLER
İHTİYAR Yaşlı, kocamış olan (kimse)
“Pavli Dayı buruş buruş bir ihtiyardır” (O.Kemal)
İHTİYAR Baba yada anne
İHTİYAR Seçme
İHTİYAR ETMEK Seçmek, yeğ tutmak
“Zaruretsiz, cihanda kimse gurbet ihtiyar etmez”
(Şinasi)
İHTİYAR ETMEK Katlanmak
“İhtiyar ettiği bunca hizmetler....”
İHTİYARİ İsteğe bağlı,seçmeli olan, seçimlik...
İHTİYARLAMA İhtiyarlama eylemi, yaşlanma
İHTİYARLAMAK Yaşı ilerlemek, yaşlanmak, kocamak, ihtiyar görünüşü almak,
ihtiyar görünmek.
“Ağlamaktan gözleri şişmiş, zavallı yüzü on sene birden ihtiyarlamıştı.”
(H.E.Adıvar)
İHTİYARLATMAK İhtiyar duruma gelmesine neden olmak
İHTİYARLIK İhtiyar olma durumu, yaşlılık
KOCA Yaşlı, ihtiyar
KOCAKARI Yaşlı kadın, anne
KOCALMAK Yaşlanmak, kocamak
KOCALTMAK Kocamasına yol açmak,yaşlandırmak
KOCAMAN Yaşça büyük olan
KOCAMAK Yaşı ilerlemek, yaşlanmak, ihtiyarlamak
“Çok kocamıştı fukara, son zamanlarda iki kulağı da işitmez olmuştu”
(A.İLHAN)
YAŞ Dirlik, sağlık, gelişme ve büyüme
Pazarlık, aydınlık, ısıma
Örtme, gizleme, saklama
Islaklık, su, hayat, verimlilik
YAŞ Yaşamın çeşitli evrelerinden her biri, çağ.
“Genç yaşında......”
YAŞ Doğuştan beri geçen ve yıl birimiyle ölçülen zaman.
“....Yaş otuz beş, yolun yarısı eder.”
YAŞ Ağlamayla gözlerden akan, berrak sıvı, göz yaşı
YAŞ Kötü, korkulu, zor (Argo)
YAŞ Bir kurum, kuruluş, düzen vb. kurulduğundan bu yana geçen zaman.
“Yetmiş beş yaşına basan Türkiye Cumhuriyeti”
YAŞ Nemli, ıslak, yaş çamaşır.
YAŞ Kendi suyunu, canlılığını yitirmemiş, kurumamış, kurutulmamış, taze, yaş
meyva, yaş ağaç.
YAŞAMAK Sürmek, devam etmek.
“Onun anısı yaşayacak”
YAŞAMAK Bir durumu yaşar gibi olmak, bir durumla özdeşleşmek, duymak,
hissetmek.
“O gün yaşadıklarımı bir bilsen.....Öldüm, öldüm, dirildim adeta..”
YAŞAMAK Varlığını, hayatını sürdürmek, sağ olmak...
“Hiçbir şey yaşamaktan daha önemli değildir.”
YAŞAMSAL Yaşamla ilgili, dirimsel, hayat.
YAŞLI Yaşla dolmuş, yaşlı gözler
YAŞLICA Biraz yaşlı olan
YAŞARMAK Yeşermek, ıslanmak, nemlenmek.
YAŞARMAK Yeşermek, ıslanmak, nemlenmek.
YAŞAMCA Yaşadığı kadar, yaşama süresince,”kaydı hayatla”
“Yaşamca aylık bağlamışlar”
YAŞLIK Yaş olma durumu, yaş yer, ıslaklık, rutubet.
YAŞMAK Kadınların ferace ile birlikte kullandıkları örtü.
YAŞIMAK Parlamak
YAŞIL Yeşil
YAŞILLIK Yeşillik
YAŞANTI Yaşanılan bir an, yaşamın bir bölümü;
“Bu dört buçuk yıllık zaman benim ömründe normal akıp geçen ve yıl yada
aylarda ölçülen bir yaşam değil; kimi zaman saat, hatta dakikalarla bile
ölçülemeyen heyecan ve mutluluklarla dolu bir yaşantılar zinciridir.”
YAŞARLIK Canlılığını sürdürmek durumu, hayatiyet.
YAŞATAĞI Yaşamın sürmesini, büyümeyi, çoğalmayı sağlayan
YAŞATMA Yaşatma eylemi
YAŞATMAK Yaşamasını sağlamak yada yaşamasına olanak vermek, sürdürmek, devam
ettirmek.
YAŞAYIŞ Yaşayış eylemi yada biçimi.
“Yaşayışı, hikayelerin kişileri arasında onlardan biri olarak geçti.”
YAŞIT Yaşları birbirine eşit olan, aynı yaşta olan kimselerden her biri.
YAŞITLIK Yaşıt (akran) olma durumu.
YAŞANTI Yaşanılanlardan, görülenlerden, duyulanlardan, edinilenlerden sonra
kişide kalan şey, yaşam deneyimi.
ATASÖZLERİ
YAŞ YETMİŞ İŞ BİTMİŞ
En iyi başarı, verim genç kuşaklardan alınır. İnsan gençken sağlığı
yerindedir. Güçlüdür. Sağlıklı insan, sağlıklı düşünür. Yaşlanan insan
sağlıksız ve hastalıklıdır. Sağlığını düşünmekten, sağlığına çözüm aramaktan
çalışamaz, iş yapamaz olur. Güçsüzleşir, verimli olması da olanaksızdır.
AĞAÇ YAŞKEN EĞİLİR
Çocuklar, küçük yaşta kolay eğitilir. Sonuç, çok kolay ve çabuk alınır.
Beceri, bilgi, görgü ve eğitim bu yaşlarda istenilen yöne doğrulur. Oysa,
yaşlılara biçim vermek, onları eğitmek çok güçtür.
YAŞA YAŞA, GÖR TEMAŞA
İnsanlar yaşlanıncaya kadar ki ömür sürecinde iyi yada kötü bir çok şey
görür. Hiç düşünülmeyen, umulmayan ve beklemedik durumlarla karşılaşırlar.
YAŞI, AT PAZARINDA SORARLAR.
İnsanların değeri yaşlarıyla değil, başarılarıyla, verimleriyle ve topluma
yaptıkları yararlarla ölçülür. Yaşlarına göre değerleri değişen yaratıklar,
hayvanlardır.
AKILSIZ İNSANI YOL KOCATIR.
Düşünülüp taşınılmadan, ayrıntıları hesaplanmadan yapılan bir işin bittiği
sanıldığı anda noksanlıkları ortaya çıkar. Sürekli çıkan noksanlıklar zaman
ve para yitirilmesine neden olur.
KURT KOCAYINCA, KÖPEĞİN MASKARASI OLUR.
Güçlü olduğu zamanlarda, kendisinden çekinilen, korkulan kişi; gücünü
yitirdiğinde, yaşlandığında güçsüz, aşağılık, korkak kişilerin oyuncağı,
alay konusu olur.
EŞEK KOCAMAKLA (BÜYÜMEKLE) TAVLA BAŞI OLMAZ.
Anlayışsız kişi, ne kadar yaşlanırsa yaşlansın, baş olacak, buyruk verecek,
sözü dinlenecek bir olgunluğa ulaşamaz.
GÖNÜL (KARIMAZ) KOCAMAZ.
İnsan yaşlanabilir, ihtiyarlayabilir. Gönülleri hep genç, diri, canlı ve
tazedir. Sevgi ve istekler eski gücünü, tazeliğini yitirmez.
VÜCUT KOCAR, GÖNÜL KOCAMAZ
GÜZEL SEVEN AŞIK, İHTİYAR OLMAZ.
GENÇLİKTEN KOCALIĞA ,SAĞLIK SAKLA.
GENÇLİKTE TAŞ TAŞI, KOCALIKTA YE AŞI.
GENÇLİKTE PARA KAZAN, KOCALIKTA KUR KAZAN.
Kişinin en çok çalışacağı, başarılı olacağı, para kazanacağı zaman, gençlik
zamanıdır. Bu çağda kazanılıp biriktirilen mal, para ihtiyarlıkta yenir.
Böylece kimseye muhtaç olmadan geçinilir.
GENÇLİĞİN KIYMETİ, İHTİYARLIKTA BİLİNİR.
Gençlik, insanın en çok çalışacağı, topluma faydalı olacağı, yaşamdan tat
alacağı bir çağdır. Ne çare ki bu gerçek, iş işten geçtikten sonra daha iyi
anlaşılır.
GENÇLİĞİN KIYMETİ BİLİNSE, KOCALIĞIN ŞİKAYETİ AZ OLUR.
AT, AT OLUNCAYA KADAR SAHİBİ MAT OLUR.
Bir çocuğu yada bir elemanı yetiştirebilmek için; para, emek ve zamana
gereksinim vardır. Onlar yetişinceye kadar, onu yetiştirenler de her yönden
yıpranıp yorulurlar.
AĞARAN BAŞ, AĞLAYAN GÖZ GİZLENMEZ.
Gerçek belirtileri ortada olan yaşlılık ta, belirleyicileri açıkça görülen
üzüntü de gizlenmez.
KIRK YILLIK KANİ, OLUR MU YANİ ?
Ömrü boyunca yararlı işler yapmış, başarılı olmuş kişi yaşlanınca da kötü
insan olmaz, değişmez.
YA EVLAT BİR, YA OCAK KÖR.
Hayırlı evlat, insanın ocağını söndürmez, soyunu sürdürür. Çok evlat
yetiştirmek güçtür. İş bulmak, ellerine ekmek vermek zor olduğundan, üzüntü
çoğalır. Baba ölünce de aralarındaki anlaşmazlıklar artar. Böyle durumlar
oluşacağına, ocağın kör olması daha iyidir.
YAZA ÇIKARDIK DANAYI, BEĞENMEZ OLDU ANAYI.
Anne ve babalar yemez yedirir, içmez içirir. Çocuklarını topluma en iyi ve
en etkin biçimde yararlı olması amacıyla yetiştirmeye çaba gösteren ana
babalar, genellikle de başarılı olurlar. Ana-babalar bunları çıkarsız,
hiçbir karşılık beklemeksizin yapar. Bunlara karşın gün gelir, yetişen bu
evlat ana-babasını beğenmeyebilir. Bu tür davranışlar toplumda kınanır.
Ana-babanın en değerli varlığı evlat ise, evladın da en değerli varlığı da
ana-babası olmalıdır.
AKILLA KIL BİR ARADA OLMAZ.
ALTIN YERE DÜŞMEKLE PUL OLMAZ.
YAŞAMIŞ EŞEKTE YILLANMIŞ AKIL OLUR.
KOCAMIŞ TİLKİ FAKA BASMAZ.
HANGİ GÜN VARDIR AKŞAM OLMADIK.
KOCAMIŞIN EVLADI OLMAZ.
ÖLMÜŞ ASLANLARA, TAVŞANLAR BİLE SALDIRIR.
BİR BABA DOKUZ OĞULU BESLER, DOKUZ OĞUL BİR BABAYI BİLE BESLEMEZ.
ASLAN KOCAYINCA SIÇAN DELİĞİNİ GÖZETİR.
GENÇLİĞİNİ BİLMEDİĞİN ADAMIN YAŞLILILIĞINA GÜLME.
DEYİMLER
YAŞI BENZEMESİN :Erken ölmüş birine, herhangi bir yönden benzetilen bir
kimse için “Aynı yaşta ölmesin” anlamında söylenir.
YAŞI NE? BAŞI NE? :Konuşulan iş için genç bir kimsenin yaşının ve görgüsünün
elverişli olmadığını anlatır.
BİR YASTIKTA KOCAMAK :Karı-Koca uzun yıllar yaşamak
BİR ARADA KOCAMAK Yeni evlilere yaşamlarının birlikte sürdürmelerini
dilemek.
“Allah bir yastıkta kocatsın, ikisi de birbirlerine çok yakışıyorlar”
BABA ADAM Yaşını başını almış, temiz yürekli, yardımsever, hoşgörülü, olgun,
cömert kişi.
BİR AYAĞI ÇUKURDA OLMAK İyice yaşlanmış, ölüme çok yaklaşmış olmak.
“Bir ayağı çukurda olduğu halde, çalışmasını sürdürüyor.”
DÜNYAYA KAZIK KAKMAK Ölmeyecekmiş gibi uzun yaşamak
“Bu kadar iş yapıyor, sanki dünyaya kazık kakacak”
ELDEN AYAKTAN DÜŞMEK Yaşlılık yada hastalık nedeniyle iş yapamaz, yürüyemez,
çalışamaz olmak...
“Elden ayaktan düşünce çocukları da aramaz oldular”
ÇAPTAN DÜŞMEK Yavaş yavaş çalışma gücü, verimi azalmış, tükenmiş olmak.
“Emekliye ayrılınca çaptan düştüğünü sanıp, kahve köşelerinde günlerini
geçiriyor.”
ÇÜRÜĞE ÇIKMAK Sağlam olmadığı anlaşılmak.
“İhtiyarladığı için şoför olamaz diye,çürük raporu verdiler.”
TOHUMA KAÇMAK Yaşlanmak.
“Armudun sapı var, elmanın çöpü var diyerek, kimseleri beğenmedi, evlenmedi.
Şimdi de tohuma kaçtı.”
UNUNU ELEMİŞ, ELEĞİNİ ASMIŞ
OKUNU ATMIŞ, YAYINI ATMIŞ Gençken görevini yapmış, sonuç almış. Şimdi yaşlı.
Artık yapacak bir işi yok.
“Yirmi beş yıldan sonra emekliye ayrıldım diye unumu eleyip, eleğimi duvara
asmadım.”
MERDİVEN DAYAMAK Yüksek bir yaşa yada aşamaya ulaşmak üzere olmak.
“Artık yaşını başını almış, altmışına merdiven dayamıştı.”
SAÇI BAŞI AĞARMAK Yaşlanmak
“Saçı başı ağardığı halde, geçim kaygısıyla koşturuyordu.”
SAÇINA AK DÜŞMEK Yaşlanmaya, ihtiyarlamaya başlamak.
“Saçlarına ak düşse de, enerjisi, gücü yerindeydi.”
SAKALI DEĞİRMENDE AĞARTMAK Yaşlılığına karşın bilgisiz, deneyimsiz olmak.
“Sakalı boşuna değirmede ağartmış.”
ÖZDEYİŞLER
√Çok yaşamak elimizde değil, fakat namımızı çok yaşatmak elimizdedir.
Cenap ŞEHABETTİN
√ Her yaşa özgü meraklar ve onların ilaçları vardır.H.R.GÜRPINAR
√ Akıl yaşta değil baştadır, fakat aklı başa yaş getirir.
C.ŞEHABETTİN
√ İhtiyarlık, gençliği ve yeniliği çekemediğimiz yeniliklerin zevkine
varamadığımız, kadınlar için artık enteresan olmadığımız ve fedakarlığı göze
alamadığımız zaman başlar.R.Halit KARAY
√ Geçmiş, geçen veya gelecek vakti duymadan, aheste çek kürekleri, mehtap
uyanmasın.Y.K.BEYATLI
√ Ne denirse densin, geçmiş şimdiki anda, kolayca tahta rengine boyanan bir
ayran gönüllüdür. Kaldı ki, şimdi diye bir şey yoktur. Oda her dakika geçmiş
zamana dönüşmektedir.Salah BİRSEL
√ Yaşlılar için amacımız onları yaşamlarına yıllar katmak değil, yaşlılık
yıllarına yaşam edindirmek olmalıdır.Turan ÖRNEK
√Yaşlanmak için yaşamazsak, hayattan tat alınabilir.Tuncay TAYHANİ
√ Kişinin aklı,yaşla durgunlaşırsa, suç aklını tembelliğe alıştıran kişinin
kendindedir.S.JOHNSON
√Yaşlılık da fırsatlar çağıdır, gençlik gibi.Yalnızca kılığı aldatır bizi.
H.W.LONGFELLS
√ Yaşlılık, kendini belli etmediği için çok tehlikeli bir derttir.İnsan bu
derde farkına vurmadan düşer.MONTAİGNE
√ Vücut yaşın ağır yumruğu altında ezilince,makinenin yayları gevşeyince,
düşünce de sendeliyor.dilimiz tutuluyor, zihnimiz karışmaya başlıyor.
LUCRETİUS
√ İhtiyar akıl ihtiyarıdır.Saçın sakalın ağarması ile adam, adam olmaz.
MEVLANA
√ Yaşlılık, bir okyanusu boydan boya yüzmek ve bir daha geri dönmemektir
okyanuslara. MUHSİN ASLAN
√ Yaşlılık bir damla gözyaşının yalnızlığı kadar sessizdir. MUHSİN ASLAN
√ Yaşlılık, günün geceye dönen saatlerinde ay ışığını görmeye çalışma
isteğidir. MUHSİN ASLAN
√ İyi ihtiyarlamak için , yiğit olmak gerekir, M.URGAN
√Yaşlılığın nimetlerinden birinin de çocuklarınızla yaşadığınız sorunları,
torunlarınızla hiç yaşamamanız olmaktır. M.URGAN
√ İhtiyarlığında tutucu olmak korkusuyla, gençliğinde solcu olmayı asla göze
alamadım. .Robert FROST
√ Yaşlılığın nimetlerinden yararlanabilmek için, gençliğin “kötü” bilinen
alışkanlıklarını sürdürmeniz gerekir. M.URGAN
√ Gençler aşk yapar, yaşlılar müstehcen hareketler yapar.
(Mayıs 1968 Paris’inde duvar yazısı)
√ Yaşlılar- yani doğru dürüst bir biçimde yaşlananlar demek istiyorum-
huzursuzluklarının ve mutsuzluklarının başlıca kaynağı olan benliklerinden
sıyrılmaya başlarlar zamanla.. M.URGAN
√ ( Yaşlılar ) Aynalara bakarken – çok ender bakarlar aynalara- kendi
yüzlerini değil, başkalarının yüzlerini görürler. M.URGAN
√ ( Yaşlılar ) Kendi dertlerine değil, başkalarının dertlerine çare bulmak
için uğraşırlar. M.URGAN
√ ( Yaşlılar ) Kişisel mutluluk gibi pespaye bir amacı gütmekten
vazgeçerler.
M.URGAN
√ Uzun yaşamanın bir felaketi sevdiklerinizin ölümünü görmekse, bir başka
felaketi de yalnızlıktır. M.URGAN
√ Yaşlılığı, saygıyla karşılanması gereken neredeyse kutsal bir dönem değil,
biyolojik bir gelişmenin oldukça acıklı bir evresi olduğunu kabul edip, bu
evrenin üzücü yanlarından çok güldürücü yanları üstünde durabilmelidirler.
M.URGAN
√ Yaşlıların, başkaları gibi, bizim de başımıza geleceğine bir türlü
inanamayız.
Andrea MAVROIS
√ İnsan yaşlanmaya karar verdiği gün, yaşlanır.Jean ANOWİLH
√ Geçmiş zaman geri alınmaz. SCHOPENHOVER
√ Her yaşın kendine göre bir zayıf tarafı vardır.Andre ROUSSIN
√ Onbeş yaşımda kendimi öğrenmeye verdim. Otuz yaşında irademe sahip
olabildim. Kırk yaşında seziş yoluyla kavradım. Yetmiş yaşında doğru olan
şeylere zarar vermeden, kalbimin isteklerini yerine getirebildim. KONFİCYUS
√ İnsanın yaşı, ruhunun gençliğine veya ihtiyarlığına bağlıdır.Thomas MANN
√ Yaşta aşk gibidir, saklanmaz.Thomas DEKKER
√ Bize yaşamayı, hayat geçtikten sonra öğretiyorlar.MONTAİGNE
√ Yaşlanmak çok ömür sürmek değil, çevresinde her şeyin geçtiğini görmektir.
Anatole FRANCE
√ En iyi yanan eski odunlar, en zevkle içilenler eski şaraplar, en güvenilen
kimseler eski dostlar, en rahat okunanlar yaşlı yazarlardır.BACON
√ İlmi çalışma aklı başında ve iyi yetişmiş kimselerde yaş ilerledikçe artan
bir zevktir.SOLON
√İhtiyarlık, hele şerefli bir ömür sürenlerin ihtiyarlığı insana bütün
gençlik zevklerinden daha değerli sayılacak derecede büyük bir itibar
kazandırır.
SOLON
√ Her gün bilmediklerime bir çok şey katarak ihtiyarlıyorum.SOLON
√Kendilerinde iyi ve mutlu bir ömür sürmek için azıcık kabiliyet olmayan
kimselere her çağ ağır gelir.CİCERO
√ Kimin aklı yaşla durgunlaşırsa suç, aklını tembelliğe alıştıran kişinin
kendindedir.Samuel JOHNSEN
√İhtiyarlığa karşı en mükemmel silah nedir bilir misiniz?
Bilgili ve faziletli olmak, bu meziyetler uzun ve dolu bir ömür sürdükten
sonra insana tadına varılmaz bir zevk verir, çünkü bunlar insanı hiçbir
vakit hatta yaşlanınca bile terk etmezler.CİCERO
√ Yaşlanmak dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz
daralır, ama görüş açınız genişler.Ingmar BERGMAN
√Yetmiş yaşında bir genç olma, kırk yaşında bir ihtiyar olmaktan daha mutlu
ve sevinilecek bir durumdur.Oliver WENDELL
√Güzellikleri görme yeteneğini kaybetmeyenler, asla yaşlanmazlar.
Franz KAFKA
√ Yaş artmakla, budalalık eksilmez.H.A. BERNAVER
√Her yaşın kendine özgü kuralları, vazifeleri ve faziletleri vardır.ROUSSEAU
√Yaşlılığın trajedisi, insanın yaşlı olması değil, belki genç olmasıdır.
Oscar VİLDE
√Yaşlıların güneşe olduğu kadar, sevgiye de ihtiyaçları vardır.
Victor HUGO
√ Beni dinlerseniz yaşamaya bakın, hemen gün bugün gülüp, eğlenin daha
vakitken.RONSARD
√ Yaşlılık bütün hastalıkların limanıdır.BİON
√Yaşlılık yalnız gelmiyor, türlü dertleri, türlü acıları da birlikte
sürüklüyor.
PLALUTUS
√Vücut ihtiyarladıkça, kafa da ihtiyarlar.ARISTOTALES
√Hanımlar arasında çirkin olmadığı gibi, erkekler arasında da ihtiyar
yoktur.
Oliver GOLDMİTH
√ Hiç durmadan öğrene öğrene kocuyorum.SOLON
√İhtiyarlık da bir misafirdir, o’nu ağırlamak gerekir.HARİRİ
√ İnsan gençliğinde özlediği şeylere, ihtiyarladığında bol bol kavuşur.
GOETHE
√Gençlik uçar kuştur, ihtiyarlık naçar iştir. Genlikte ölüm, ihtiyarlıkta
yoksulluk güçtür.La ROCHEFAUCAULAR
√ İhtiyarlık, gençliğin bütün zevklerini ölüm tehdidiyle yasak eden bir
zorbadır.
La ROCHEFAUCAULAR
√İhtiyar olmasını bilen çok az insan vardır.La ROCHEFAUCAULAR
√ Gerçekten birbirine bağlı bir çift için gençliğin elden gidişi bir felaket
değildir. Birlikte ihtiyarlama tatlılığı, ihtiyarlama acısını unutturur.Andrea
MAUROU
√ Gençlik bir hata, orta yaşlılık bir mücadele, ihtiyarlık ise pişmanlıktır.
B.DİSROELİ
√İhtiyarlık, gençlikten daha adildir.ALESCHYLUS
√ Sakin, lekesiz, zevkli bir hayattan sonra gelen ihtiyarlık rahat ve tatlı
olur.
CİCERO
√ İhtiyarlık, ikinci ve yürekler acısı bir çocukluktur.GANDHİ
√ İnsan, ihtiyar olmaya karar verdiği gün ihtiyarlar.J.ANOVİLH
√İnsan gençlik hatalarını, ihtiyarlığına kadar sürüp götürmeli. Çünkü
ihtiyarlığın da kendi kusurları vardır.GOETHE
√ Bir ihtiyarın daha öğreneceği bir şey varsa, o da ölmeyi öğrenmektir.
ROUSSEAU
√ İhtiyarlık ,kendini belli etmediği için çok tehlikeli bir derttir. İnsan
bu derde, farkına varmadan düşer.MONTEAGINE
√ Zaman her adama göre bir başka hızla gider. Ben size söyleyeyim; zaman
kimiyle rahvan, kimiyle tırıs, kimiyle dörtnala gider, kimiyle de olduğu
yerde durur.SHAKESPEARE
√Zaman her şeyi alır götürür, geçerken hiçbir şeyi unutmaz.SHAKESPEARE
√ Alıp götürür ne varsa zaman.VERCİLIUSE
√ Gençlik elde etmenin, orta yaş geliştirmenin, yaşlılıkta harcamanın
zamanıdır.
S.JOHNSEN
√ Önemsiz bir gençliği, bilgisiz bir orta yaş izleyecektir. Genellikle
onların ardından da bomboş bir yaşlılık gelecektir.S.JOHNSE
√Yaşlılık, geçmiş birikimlerin meyvelerinin toplanması gereken dönem.
SCHOPENHOVER
√İnsanın kırk yaşına kadar geçen yılları bir kitap, geri kalan yılları o
kitabın eleştirileridir.SCHOPENHOVER
√ Hayatta olmak mutluluktu, o şafak vakti. Ama genç olmak, cennetin ta
kendisi.WORDSWARTH
√ Yaşlı olduğu halde her gün yeni bir şey öğreniyorum.SOLON
√ İnsanlar neden ölür bilir misin ? Tembellikten,inançsızlıktan ve yaşamı
yaşanmaya değer kılmayı becerememekten ......B.SHAW
√Dünyanın güçlükleri üçtür;, gurbette hastalık, yokluk içinde borç, yalnız
başına ihtiyarlık...İ.El- MUKAFF
√Uygun yaşamak için değil, doğru yaşamak için çalışmalıyız.
SENECA
√Hiç kimse hayata katılan, ilişkilerini sürdüren k,işi olmaktan çıkıp,
seyirci duruma gelmek istemez. SENECA
√ Hatıralarımız, yaşlandıkça kendi kendine zenginleşen bir sermayedir. C.ŞEHABETTİN
√ Gençler yaşlıların aptal olduklarını sanırlar ama, yaşlılar gençlerin
aptal olduklarını bilirler. G.CHAPMAN
√ Delilik gençliğin dostu, akıllılık yaşlılığın süsüdür. A.KİVİ
√İnsan yaşlanınca her küçük çocuğu torunu gibi görüyor. V.HUGO
√ Bir yanıyla yaşlı sayılabilecek olan gençleri sevdiğim kadar, gençliğinden
bir şeyleri koruyabilmiş olan yaşlıları da severim.Bu yolu tutabilen kişinin
gövdesi yaşlansa bile kafası her zaman genç kalacaktır. CİCERO
√ Tavşan, insanın çocukluğudur,At, insanın ergenliğidir.Kurt, insanın
erişkinliğidir.Fil , insanın yaşlılığıdır.E.ATABEK
√ Bedenin mükemmeliyeti 35 yaşında, ruhun mükemmeliyeti 50 yaşında
tamamlanır. ARİSTO
√ Yaşlılık,olgun meyvalarla bir sonbahardır.Soğuğu,karlarları,kırağıları
insanın gözünün önüne getiren bir kuru kıştır da.Onda güzel akşamların
yumuşaklığı vardır.Fakat,alaca karanlığın koyu hüznü de görülür.BEAUVOİR
√Ayakta ölmek,diz üstü yaşamaktan iyidir. ROOSEVELT
√ Yaşama zamanını geciktirenler ,nehrin öbür yakasına geçmek için suların
akıntısının bitmesini bekleyenlere benzer. H.MANN
√ Yaşamın anlamlı güleri olağan günlerden daha güçlü bir ışıkla yüklüdür.
ZWEİG
√ İnsanın yaşamının dörtte üçünü yapamayacağı şeyleri istemekle geçirir.
DİDERO
√ .Bir kimse yaşamım bitmiş derse,inanmayın,yaşam onu bitirmiştir. O.WİLDE
√Yaşamasını da,yaşatmayı da bil. SCHİLLER
√ Mademki yaşamın sonu hiçtir,öyleyse kendini şimdiden yoksun diye düşün ve
özgür yaşa... HAYYAM
√Ey yaşam,ölüme şükret,seni onun yüzünden seviyoruz. SENECA
√Yaşamadan önce iyi yaşamak,yaşadıktan sonrada iyi ölmek isteriz.. SENECA
√ Eğer yaşamı bu kadar ciddiye almıyorsanız,Ölümden neden bu kadar
korkuyorsunuz? Samuel BUTLER
√Hayat hangi yöne gidersen git,hangi yönden bakarsan bak,iki ucu yolculuktu.
Bir ucu yalnızlığa,öbür ucu sonsuzluğa.......AKAL
√Gençliğinde ağlamasını bilmeyene ilkel,yaşlandığında gülmeyi beceremeyene
de aptal derler ! George ORWELL
√50 yaşına geldiğinde,layık olduğu yüze sahip olur.George ORWELL
√Sakal seni matkap ile yolayım,bir kız bana emmi dedi neyleyim.KARACAOĞLAN
√ Dünyada insan için üç şey vardır.doğmak,yaşamak,ölmek.Bazıları doğduğunu
hissetmez,ölmekten korkarlar ve yaşamayı bilmez. L.BRUYERE
√Yaşlılık kötü bir alışkanlıktır,çalışan bir kimse böyle bir alışkanlık
edinmez.
A.MAUROİS
√Gençler sadık olmak isterler yapamazlar,Yaşlılar sadık olmak
isterler,yapamazlar.H. W. BEECHER
√ Eğer yaşamı bu kadar ciddiye almıyorsanız,ölümden neden bu kadar korkuyor
sunuz? Samuel BUTLER
√Gerçeği istediğim kadar değil,göze alabildiğim kadar söylüyorum.Yaşlandıkça
biraz daha fazlasını göze alabiliyorum .MONTAİGNE
√ Gençlikte güler kısa,yollar uzun,Yaşlılıkta günler uzun,yollar kısadır.
KANT
√ Gençliğimiz gençlikten sonradır ki; onu sevmeye başlarız. HÖLDERLİN
√ İnsan yaşadıkça yerine getireceği bir görev vardır. TÜRKER ALKAN
√ Gerçeği istediğim kadar değil,göze alabildiğim kadar
söylüyorum.Yaşlandıkça biraz daha fazlasını göze alabiliyorum. MONTAİGNE
√ Hayatı seviyorsanız zamanınızı boş geçirmeyin,çünkü zaman hayatın ta
kendisidir.B.FANKLİN
√İnsanoğluna konuşmayı öğrene bilmesi için iki yıl,dilini tutmayı
öğrenebilmesi 60 yıl gereklidir. R.HAMZTOV
√ Hayatın ilk dörtte kullanılmasını bilmeden,son dörtte biri ise kullanmak
kudretimiz tükendikten sonra geçiyor. J.J.HOUSSEAU
√ Ünümün bu denli yaygın oluşu, çok yaşlanıp güçsüz kaldığımı ve
kimsenin artık benden korkmadığını gösteriyor. Bernard SHAW
√Öğretim sınıfta biter, ancak hayatla beraber sona erer.
√ Eğitim yaşlılığın en iyi garantisidir. Yaşlılık,yabancı bir ülkeye seyahat
etmeye benzer.Nasıl ki o ülkeye gitmeden hakkında bilgi toplar ve bu
seyahate hazırlanırız,yaşlılıkta böyledir.
√ Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır; yaşamın manasını kaybetmek.
√ Zamanı ve sözleri dikkatsizce kullanma .İkisi de geri alınamaz.
• Yaşlı biri öldüğünde ,bir kütüphane kaybederiz. Yaptığımız şeyler için
pişmanlık zamanla geçer,Ne var ki,Yapmadığımız şeylere pişmanlığın çaresi
yoktur.
• İnsan hiçbir zaman yaşlanmaz ,her zaman çocuktur.Yalnızca oyuncakları
değişir.
• Bazı insanlar büyük olarak doğar, bazıları sonradan büyüklük
kazanır,bazıları da zorla büyük olurlar.
• Çok çabuk yaşlanıyor ama çok yavaş olgunlaşıyoruz.
• Kişi inancı ölçüsün de genç, kuşkusu oranında yaşlıdır.
• Giden hayatı geriye getirebilecek hiçbir ilaç yoktur.
• Zaman yaşlandıkça her şeyi öğretir.
√ Tecrübe, herkesin kendi hatalarına verdiği addır.
√ Asilce yaşamak ve asilce ölmek, onurlu insanlara yakışır.
√ Evlatlarınızı devriniz için değil, onların devri için yetiştiriniz.
√ İki şeyin elden gitmeden değerini taktir etmek zordur: sağlık ve gençlik.
√ Gençliği ve yaşlılığı anlamayanlar, anlayamayanlar kendi yaşamlarını
sorgulamalıdır.
√ Ayakta ölmek, diz üstü yaşamaktan daha iyidir.
√ Yaptığımız şeyler için pişmanlık zamanla geçer, ne var ki ;
Yaptığımız şeylere pişmanlığın çaresi yoktur.
√ Kendisi ile ilişkisi olmayan yaşlının, gerçek anlamda kimseyle ilişkisi
Olamaz.
√ İnsan hiçbir zaman yaşlanmaz, çocuktur.Yalnızca oynadığı oyuncaklar
değişir.
√ Yaşlıları çok iyi bilirim, ben de onlardan biriyim.
Yaşlıların tümünün benimsediği boş kural şudur:
“Her şey sakin bir yaşam için”
√ Yaşlanmadan akıllanmayı çok isterdim.
√ Gençler hep bağışlanır, ama onlar kendilerini hiç bağışlamaz ; yaşlılar
hiç bağışlanmaz, ama onlar kendilerini hep bağışlar.
√ Gençlerin yaşlılar için yapabilecekleri tek şey, onları sarsarak güne
uyabilmelerini sağlamaktır.
√ Sağlığınızı tüketinceye kadar kullanın sağlık bunun içindir. Neyiniz
varsa bitirin ölmeden önce ve sakın asmaya kalkmayın yaşam sürenizi.
√ Ölümü ortadan kaldırırsanız, doğum gereğini de ortadan kaldırırsınız.
Üremeyi sürdürürseniz, çocuklara yer açmak için sonunda yaşlıları öldürmek
zorunda kalırsınız.
KUPÜRLER -1
FENERLERİM VAR
Işıl ÖZGENTÜRK
14/02/1999
Cumhuriyet Gazetesi
Ona geçen yıl 14 Şubat günü İstanbul’un en zengin caddelerinden birinde,
Rumeli Caddesi’nde rastladım. Ortalık iyice kararmış lüks cafe ve
mağazaların vitrinlerini süsleyen ışıklar yanmıştı. Caddede her zamankinden
farklı bir kalabalık vardı. Her yaştan insan telaş içinde, bir yerlere
yetişmek için koşturup duruyordu.
O gün Sevgililer Günüydü. Herkes karınca kaderince sevdiklerine bir şeyler
almış, günün keyfini yaşamaya çalışıyordu. O, o kalabalık caddede ansızın
karşıma çıktı. Bir el arabasının içine yüze yakın gemici feneri doldurmuş,
usul usul ilerliyordu. Gemici fenerlerinin bir kısmını yakmıştı. Kalabalıkta
tek başına yürüyen bir fener alayı gibiydi.
Önce arabasına, sonra kendisine baktım. Çok yaşlı bir adamdı. Fenerlerin
aydınlattığı yüzü en azından 75 yaşını gösteriyordu. Yorgun bir yüzdü bu.
Elbette yorgundu, sabahtan beri kentin Asya yakası da dahil gitmediği yer
kalmamıştı. En zengin caddelerden ,en yoksul caddelere kadar kilometrelerce
yol gitmişti. Ve herkesin herkese bir şeyler aldığı bu günde, kimseler onun
gemici fenerlerine rağbet etmemişti.
Oysa bugünün namını eşten dosttan duymuş, olmadık haller kurmuştu. En
azandan dört-beş fener satmayı düşünüyordu. İyi fenerlerdi bunlar. Kırmızı,
sarı, mavi, yeşil boyaları pırıl pırıldı. Birazcık gazyağıyla en az yüz
voltluk ışık veriyorlardı. Üstelik her yerde satılmıyordu bu fenerler. O,
Tahtakale’de yapımcısından yalvar yakar almıştı. İlk gördüğünde vurulmuştu
fenerlere. Hemen bütün parasını onlara yatırmıştı. Yatırmıştı yatırmasına
da, para bir türlü geri dönmüyordu. Üstelik torunlarına, oğullarına rezil
olmuştu. Onlar ağızbirliği etmişçesine bu fenerlerin satılmayacağını
söylemişlerdi. Bu devirde, şu koskoca medeniyet şehri İstanbul’da kim onun
fenerlerine ihtiyaç duyardı ki... Dedikleri de birer birer çıkmıştı. İşte
bugün bile, herkese bir şeyler aldığı bugün bile fenerlerini satamamıştı.
Bu saatten sonra da canı hiçbir şey satmak istemiyordu. Dört-beş feneri inat
olsun diye yakmış, arabanın çeşitli yerlerine asmıştı. Böyle, ışıklı bir
arabayla dolaşmak çok hoştu. Kendi kendine gülümseyip duruyordu, sanki
çocukluk günleri geri gelmişti. Her yanı ışıl ışıl şu koskoca caddeden
geçiyordu işte. Koca koca arabalar o geçsin diye durup yol veriyorlardı. Bu
çaddeye ilk kez geliyordu. Yan sokaklarda dolaşmış, ama bu geniş caddeye
girmeye cesaret edememişti. Ama şimdi girmişti işte! Fener alayı gibi
ışıltılar saçarak yürüyüp gidiyordu. İşte! Bugün torunlarına anlatacak ne
çok şey görmüştü. Ama bir tek fener satamamıştı. Satabilseydi kararlıydı,
gözünü kapayıp gördüğü ilk şekerciden bir kilo lokum alıp eve götürecekti.
Olmamıştı işte, satamamıştı. Bir ara düşüncelerinden sıyrılıp kaldırımdaki
çocuğa dikkatle bakmaya başladı. Bu çocuğu bir yerlerden tanır gibiydi.
Çocuk sekiz-dokuz yaşlarında şipşirin bir kızdı. Elinde kağıt mendil
paketleri yoldan geçenleri çevirip, bir kutu mendil almaları için neredeyse
yalvarıyordu.
Birden her şeyi, arabayı, yoldaki trafiği unutup çocuğa doğru yürümeye
başladı. Sonunda tanımıştı, bu büyük kızı Zehra’nın üçüncü kızı Gülçin’di.
Ama burada ne işi vardı onun? Buralara kadar nasıl gelebilmişti?
Şaşkın; arabayı bir kıyıya bırakıp çocuğun yanına iyice yaklaştı. Hiç
kuşkusu yok, bu Gülçin’di. Aynen fotoğraflarındaki gibi siyah saçlı, siyah
gözlüydü. Büyük kızı sevdiği adama kaçtığından beri onu bağışlamamıştı.
Karısı, kızları gidip gelir, büyük kızın bütün havadislerini ona
getirirlerdi.
Gülçin’den de böyle haberdar olmuştu. Karısı kızın fotoğraflarını getirip
ona göstermişti. O fotoğraftaki küçük kız bile yüreğini yumuşatmamıştı.
Büyük kızını ömrünün sonuna kadar affetmeyecekti! Ama elinde değildi. Şimdi
bir şey onu küçük kıza doğru çekiyordu. İyice yaklaştı. İçi titreyerek bir
şeyler söylemeye hazırlandı, sonra birden durdu. Gülçin onu hiç tanımıyordu
ki!
Yutkundu, gözleri doldu, çaresiz geri döndü, büyük caddede arabasını itmeye
başladı. Bu arada küçük kız birilerine iki paket kağıt mendil sattığı için
kendi kendine gülümsüyordu.
Sonra ne mi oldu? Günlerden l4 Şubat’tı. Sevgililer Günü’ydü. Hiç kimse onun
fenerlerinden almadı.
Bu hikaye de benim aklıma bugün düştü. Epey zamandır unuttuğum bazı
sözcükleri yeniden anımsadım.
“Kimselerin onlardan haberi yok dedilerse de inanmayın. O gece gökte kocaman
bir ay vardı ve o her şeyi gördü. Bütün insan manzaraları güneşin ve ayın
belleğine yazıldı”.
ÖLÜMSÜZLÜĞE DOLUDİZGİN
Gündüz VASSAF
7 Mart 1999
Radikal Gazetesi
Popüler bir dergide kahramanlığıyla ün yapmış emekli generale soruyorlar,
“Paşam, Allah gecinden versin. Nasıl ölmek isterdiniz?” Tak diye cevap
veriyor paşa: “Uykumda.” Aynı soruyu insanın bin bir halini romanlarında
ustaca işlemiş yazara soruyorlar. Cevap: “ Hiç farkında olmadan.” Hayat boyu
hastalar ümidini kesmeden şifa vermiş doktor: “Aniden. Kalpten mesela. “Ve
hepimizin günlük konuşmalarında: “Aman Allah çektirmesin. En iyisi kimseye
muhtaç olmadan çekip gitmek.”
Ama pek öyle olmuyor.
Hepimizin etrafında bu işin uzun sürdüğünü gösteren hasta, yaşlı nice insan
var. Bazen öylesine yalvarıyorlar. “Allah’ım beni kurtar” diye. Bazen o
yakınımızın ölüp kurtulmasını istiyoruz için için. Ama evdeki hesap çarşıya
uymuyor. İntihar ya da nadir rastlanan doktorun hastasının ölümünü
kolaylaştırması dışında yaşam sürüyor. “Asla böyle yaşamak istemem” dediği
durumla karşı karşıya gelince insan yaşamını sürdürüyor. Sürdürüyor ve
sürdürmek istiyor. Çeşitli ıstıraplar çekiyor. Nice açılara tahammül ediyor.
Hatta bazen etrafta kimseye yokken “Yeter artık” diye inliyor. Ama vücudu
ölüme direnmeye devam ettikçe, gözleri etrafındakilere merakla ya da
kuşkuyla baktıkça ve bin cihana değen o hayalleri günde bin defa bile olsa
tekrar tekrar canlandırdığı müddetçe insan yaşamak istiyor. “Uykumda” diyen
paşa, “Hiç farkında olmadan” diyen yazar, “Aniden” diyen doktor gitmek
istemiyor.
Ya bir yaşa kadar ölüm yokmuş gibi yaşayıp sonra da gitmemek için ellerinden
geleni yapanlar? 45’inde sigarayı bırakıp ‘jogging’e, 50’sinde en sevdiği
yemekleri azaltıp vitamin hapı bombardımanına geçen, 60’ında tenise
başlayanlar? Bin bir keyiften feragat edip sağlık rejimleriyle bünyelerini
sağlamlaştırarak ilerde hastalıklarla boğuşma, ölme sürecini uzatanlar?
Ama sorsanız herkesin cevabı aynı. “Anlamadan, hissetmeden, bilmeden aniden
ölmek istiyorum.” Ve ‘The Time of Your Life’ adlı tiyatro oyunuyla ünlü
William Saroyan’ın ölüm döşeğinde, “Tanrım. Ölümü inkar edecek değilim.
Herkesin öleceğini biliyorum. Ama neden ben?” dediği gibi galiba pek de
ölmek istemiyoruz.
İlk destanlarımızla birlikte ölümsüzlük peşinde koşan biz değil miyiz? Bizim
tanrılarımız değil mi bu fani dünyadan bizi kurtaracak olan? Ve biz değil
miyiz yaşama hırsızımın gücüyle dünyanın tozunu dumana katıp tanınmayacak
hale getiren?
Son haberler ve kımıldama, konuşma yeteneklerini tümden yitiren felçli
insanlar beyinlerine yerleştirilen elektrotlar sayesinde düşünceleriyle
bilgisayarlara komut verebiliyor. Düşünceleriyle bilgisayar ekranındaki oku
istedikleri seçeneklere yönlendirebiliyorlar. Ve göz, kalp ve beyin gibi
vücudun tüm organlarının gelişmesine ve kendini yinelemesine yol açan ‘ kök
hücrelerin’ keşfiyle artık insanın yaşlanmasının durdurulması mümkün olacak.
Tarım ve hayvancılıkta uygulanan gen mühendisliğiyle gıda, sonsuzca
bollaşıyor. Bedavalaşıyor.
Herkesin birdenbire ölmek istediğini söylediği dünyamızda türümüz birdenbire
ve hızla ölümsüzlüğe yaklaşıyor.
“ONU NE KADAR ÇOK SEVDİM!”
Hıncal ULUÇ
28 Mart 1999
Sabah Gazetesi
Mezarlıkta tören bitmek üzereydi. O sırada elli yıllık karısını kaybeden 78
yaşındaki adam “Onu ne kadar çok sevdim” diye hüngür hüngür ağlamaya
başladı. Yaşlı adamın haykırışları törenin asil sessizliğini bozmuştu.
Mezar başındaki diğer aile bireyleri ve dostlar şoke olmuşlardı, hatta
utandılar biraz etraftan. Yetişkin çocukları alı al moru mor babalarını
yatıştırmaya çalıştılar.
“Tamam, baba, seni anlıyoruz” .
Yaşlı adam gözlerini dikmiş kazılan mezara yavaş yavaş inen tabuta
bakıyordu. Yaşlı adam susunca, rahip törene devam etti, sonunda, aile
bireylerini tabutun üstüne birer avuç toprak atmaya çağırdı.
Yaşlı adam hariç hepsi sırayla toprak attılar. Yaşlı adam “O’nu ne kadar çok
sevdim.” diyordu tekrar tekrar..
Kızı ve iki oğlu “Tamam baba.. Yeter baba” demek istediler ama o devam etti,
“Onu ne kadar çok sevdim!”
Tören bitti sonunda.. Kalabalık mezarlıktan ayrılırken, yaşlı adam
gitmemekte direniyordu. Gözlerini mezara dikmiş “Onu ne kadar sevdim. Onu ne
kadar sevdim” diyordu durmadan..
Rahip yaklaştı. “Kendinizi nasıl hissettiğinizi biliyorum ama gitme zamanı
geldi. Buradan ayrılmalı ve kendimizi hayatın akışına bırakmalıyız” dedi.
Yaşlı adam çaresizlik içinde bir kez daha mezara bakıp “Onu ne kadar çok
sevdim” diye söylendi.
Sonra rahibe döndü..
“Anlamıyorsunuz” dedi.. “Ben bunu ona, 50 yıllık ortak yaşamımız boyunca
sadece bir kez söyleyebildim.”
Bu hikayenin altında da çok güzel bir söz ilave edilmişti:
“İnsanoğlunun en büyük zayıflığı, hayattayken insanlara, onları ne kadar
sevdiğini söylemekte tereddüt etmesidir.” O.A. BATTİSTA
KUPÜRLER -2
BU KENT KİMİN?
Deniz KAVUKÇUOĞLU
4 Nisan 1999
Cumhuriyet Gazetesi
Yaşlı kadını karşı kaldırımın üzerinde ilk gördüğümden bu yana ne kadar
zaman geçmişti, bilmiyorum. Beyaz şeritli yaya geçidinin başladığı
kaldırımın kenarına kadar geliyor, önce sağ ayağını yavaşça aşağıya
indiriyor, ama sonra üzerine doğru gelen araçlardan ürküp geri çekiliyordu.
Bu hareketleri kim bilir kaç sefer yinelemişti.
O’nu izliyordum. Dakikalar geçiyor. Önünden hızla geçen otomobillerden,
kamyonetlerden, otobüslerden, kurye motosikletlerinden, minibüslerden
hiçbiri durup, karşıya geçmek isteyen yaşlı kadına yol vermiyordu. Kadın
çaresiz kalmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Bir o yana, bir bu yana
gidiyor, çevresine bakınıp, yardım isteyeceği birisini arıyor, kimseyi
göremeyince, yarıda kalmaya başından ‘mahkum’ yeni bir denemeye girişiyordu.
Cesaretini toplayıp caddeye bir inebilse, araçlar duracaklardı. Hep böyle
olmaz mıydı? Her şeyi ile ‘tuhaf’ olan bu kentte sürücüler, yayalardan
‘cesaret’ ve ‘kararlılık’ beklerler, bunları gösterene ‘saygı’ ile karşılık
verirlerdi. İşlek bir caddeyi ‘sağ salim aşmak’, İstanbul’da, taşıt
sürücüleri ile yayalar arasında yıllardır sürüp gelen bir ‘cesaret oyunu’ydu.
Cesur olan bu oyunu kazınırdı! Yaşlı kadın herhalde bu ‘oyun’u bilmiyordu.
Meclis-i Mebusan Caddesi’nde beni alacak arabayı beklerken, bunları
düşünüyordum. Bir arabayı beklerken, bunları düşünüyordum. Bir ara gözlerim
yeniden kadına takıldı. Bu kez geriye sıçrarken sendelemiş, düşecek gibi
olmuştu. Karşı kaldırımda hala kimseler görünmüyordu. Salı Pazarı
antrepolarının yakınındaki trafik lambası Tophane yönünden gelen taşıtlara
‘kırmızı’ yanınca, fırladım... Karşı yolda, elimdeki evrak çantasını
tamponuyla sıyırıp geçen bir ‘Kartal’dan dışarıya taşan ‘küfürler’e
aldırmayarak yaşlı kadının yanına geldim...
“Seni Allah gönderdi, yavrum...” Yumuşak bir sesi vardı. Tane tane
konuşuyordu. “İzin verirseniz size yardım edeyim, efendim...” Ben bunu
sorarken, koluma girmişti bile. Heyecandan titriyordu. Elini avucuma aldım.
“Korkmayın, geçeriz...” Söylemesi kolaydı da, nasıl geçecektik? Vızır vızır
bir trafik vardı... Onun temposuyla geçemezdik. Bir ara, “Niçin trafik
lambasına kadar yürümüyoruz” diye sordum. Başıyla arkamızdaki, İlyas Çelebi
Sokağı’na çıkan merdivenli dik yokuşu gösterip “İnerken çok zorlandım, diz
ağrılarım tuttu! “ diye yanıtladı.İşimiz daha da zorlaşmıştı. Biraz önce
kafamdan geçirdiğim ‘cesaret oyunu’na başvurmaktan başka yol yoktu! Kadının
kolunu bıraktım, “Siz yola değil, yalnız bana bakın! Geç, deyince bana doğru
gelin, korkmayın! “ Bunu söylerken gözüm caddedeydi. Trafik biraz
seyrekleşir gibi olunca, birinde evrak çantam ellerimi iki yana açtım...
Caddeye çıktım. Sırtımdaki yağmurluğumla bir ‘korkuluğu’ andırıyordum.
Yönümü, üzerime doğru gelen taşıtlara çevirdim, yaşlı bir yengeç gibi yan
yan caddenin ortasına doğru ilerlemeye başladım. İki yanımdan arabalar
geçiyor, rüzgarlarından yağmurluğumun etekleri savruluyordu. Benden, “Gel!”
komutunu alan kadın da caddeye çıkmış, ağır adımlarla bana doğru
geliyordu... “Yuh... Bunak... Ulan hıyar....” sesleri arasında yavaş yavaş
hedefimize ulaşıyorduk...
Karşı kaldırıma geçince, yaşlı kadın boynuma sarıldı, eğildim, yanaklarımı
öptü, “Sağ ol, evladım! Nefes nefeseydi. Biraz soluklandıktan sonra, “Ben bu
kadar küfrü, 79 yıllık ömrümde duymamıştım!... Arabada giderken
konuşuyorduk... “Biliyor musunuz, ben İstanbul’luyum. “ “Ben de” diye
yanıtladım, “Demek, ikimiz de buralıyız...” Aynı anda gülmeye başladık.
Biraz önceki komik durumumuz canlanmıştı gözümüzde. Kentimiz, insanlarını
soytarıya çeviriyordu. “Ama” dedim, “Soytarılık işe yaradı, başardık işte!”
Keyfi yerine gelmişti. “Bir dahaki sefere ben de sizin gibi yapacağım...”
“Aman!” dedim. Gülümsedi. Beşiktaş’a geldiğimizde, eliyle dışarıdaki insan
kalabalığını gösterip “Bakın” dedi, “hiç yaşlı insan görüyor musunuz burada?
Bu şehir kimin, Allah aşkına? Haklıydı. Bu kentin caddeleri, alanları,
sokakları yaşlılarına sanki yasaklıydı. Her adımda başka bir tuzağı gizleyen
kaldırımlar, kaldırımlar üzerine park etmiş araçlar, kaldırımsız sokaklar,
eğitimsiz sürücüler, kent kültüründen yoksun saygısız insanlar, sürekli bir
itiş kakış... bu kentin yaşlılarına yaşamı yasaklamıştı. Bu ülke için, bu
kent için çalışmış, emek vermiş, gençliklerini tüketmiş insanlar,
yaşamlarının sonbaharında, dolu dolu yaşanacak günlerinde, sokaklardan,
alanlardan çekilmeye, yaşamın renklerinden uzaklaşmaya zorlanıyordu.
Balmumcu’da arabadan inmesine yardım ederken, “Sakın yılmayın” dedim, “Bu
kent sizin! Sokakları sakın bırakmayın!...” Arkamdan el sallıyordu. Yine
görüşecektik...
BİR YALNIZLIK AĞIDI
Serapcan
Imamura Shohei’nin ‘Narayama Ağıdı’ adlı filmini izleyenler sanırım öyküsünü
hala anımsıyorlardır. Eski zamanların Japonya’sında geçiyordu. Nüfusun çok,
yiyeceğin kıt olduğu o günlerde, artık üretime katkısı olamayacak kadar
yaşlananlar, oğulları tarafından dağın tepesine çıkarılıp, orada ölmeye terk
edilmektedirler. Yaşlanmanın ölçüsü, ağızda diş kalmamasıdır. Kahramanımız,
oldukça yaşlı faka dişleri eksiksiz kadın, yoksul evlerine yeni katılan
torununa yer açmak amacıyla oğluna dağa bırakılmak istediğini söyler.
Annesini taparcasına seven oğluysa, henüz yaşlanmadığını belirterek onu
reddeder. Evindeki açlık ve vücudundaki güçsüzlük töreyi uygulattıracak yolu
hemen buldurur kadına; dişlerini kırmak. Artık ağzında dişleri yoktur ve
oğluna da annesini dağa götürmek dışında bir seçenek kalmaz.
Tam hatırlamıyorum, ya annemi kaybettiğim günlerdi ya da Japon’larla
çalışmaya yeni başladığım sıralar. Filmden çok etkilenmiştim. Üstelik
turistlerim öyle yaşlılardı ki, oğullarının onları dağ yerine havaalanına
bıraktıkları bile düşünülebilirdi. Geçen yıllar bunun bir noktaya kadar
doğru olduğunu öğretti. Her ayın 15 gününü uzak diyarlara seyahat ederek
geçirenler arasında, uçak düşerse mirasçılarını ferahlatacak miktarlarda
hayat sigortası yaptıranlara az rastlamadım.
Şimdi Tokyo’dayım ve gözle görünen o ki, nüfus hala çok olmasına karşın,
yiyecek sıkıntısı yok. Her yer tertemiz, taze ve bol. Üstelik fiyatları
3000’le çarpıp, gelir göz önüne alınarak hesaplandığında pahalı da değil.
Sakın ha evsiz, yoksul, zor durumda insanlar yok sanılmasın. Tabii ki var ve
zengin ülkede fakir olmak daha da zor ama sayıları az. Zaten buralarda sorun
fakirlikten ziyade, yaşlılık ve yalnızlık gibi. Sürekli çalışarak veya
çalışır görünerek geçirilen gençlik ve orta yaşlılık yıllarından sonra,
eşlerden biri erkence ölürse, tek başına kalan için, hele hele erkekse son
derece acıklı bir son dönem başlar.
Bu kez kahramanımız erkek. Yaşlı, ufak, tefek sevimli bir amcacık. Hiç
evlenmemiş, dolayısıyla çoluk çocuk hak getire, bilinen yakın akrabası da
yok. Emekli olduktan sonra Japonlar’ın maaşları yarıya iniyor, yaşlı amcanın
da gelirinde çok önemli bir azalma olmuş ama aç kaldığı söylenemez. Sonra
bir gün, Tokyo’nun merkeze yakın yerlerinde bile rastlanan evlerin
arasındaki sebze bahçelerinden sebze çalmaya ve çaldıklarını sokak
başlarında, başka satıcıların üçte bir fiyatına satmaya başlamış. Örneğin
iri bir greyfurt boyundaki karnıbaharın normal fiyatı 200 yenken (600.000
TL.), bizimkinde 80 yene (240.000 TL.) alınabilirmiş. Aynı yaş grubundan
olmakla birlikte daha ilginç bir hayat yaşayan, yani yemek yapan, alışveriş
eden, komşusuyla merhabası olan nineler arasında, bu ucuzcu amcanın namı
süratle yayılmış. Adamın her gün başka bir sebze satıyor olması da açıkçası
kimsenin dikkatini çekmemiş. Ta ki bir gün bahçesindeki turpların iki ayaklı
yaşlı bir tavşan tarafından yürütüldüğünü fark eden küçük çiftçi polisi
arayana kadar. Yaka paça götürüldüğü polis merkezinde adet olduğu üzere,
“Neden çaldın” diye sormuşlar. “O kadar yalnızdım ki” demiş, “konuşacak
birilerini bulmak için bu yola başvurdum. Fiyat ucuz olduğundan alıcılar
başıma üşüşüyordu, sadece pırasanın miktarını değil, o gün kü hava durumunu,
değişen dünyayı, her şeyi konuşuyorduk. Bunca kalabalığın içinde, benim
kadar yalnız olup günlerce konuşamamak ne korkunçtur bilemezsiniz.”
Çok dokunaklı, en az ‘Narayama Ağıdı”ndaki yaşlı kadın kadar üzücü. Herhalde
o yüzden televizyona haber de oldu. Ülkemde evsiz barksızlıktan kış
soğuklarını hapiste geçirmeyi yeğleyip ufak çaplı hırsızlıklar yapanları
duymuştum, ama konuşacak insan yaratmak için hırsızlık yapmak ancak
buralarda rastlanan bir şey olsa gerek.
Sosyolog ve siyaset bilimciler, ‘Türk Toplumunda Kahvehane Geleneği’ni ara
sıra inceleme konusu yaparlar. Konuya bu bağlamda yaklaşan olup olmadığını
bilmiyorum. Sadece, akşam yemeğinden sonra kahveye gitmek isteyen kocalarına
darılan kadınlar tanırım. Boş verin, gitsinler, aksi takdirde, olur da siz
onlardan önce başka dünyalara göçerseniz, zavallıcıklar konuşacak insan
bulmak için hırsızlık yapmak zorunda kalırlar, cennette bile ayrı
kalırsızın. Çünkü gidiyoruz, gidiyoruz, hızla o yöne doğru gidiyoruz.
BAYRAM GÜZELLİĞİ
Işıl ÖZGENTÜRK
Annem üç yıl önce öldü ve ben bayramlarda en çok onu özlüyorum. Onun her
bayram tüm çocuklarını, damatlarını, torunlarını topladığı muhteşem bayram
safralarını özlüyorum. Mercimekli köftesini, patates püreli tas kebabını,
pilakisini özlüyorum. O sofralarda onun çok genç bir enerjiyle Atatürk
Devrimleri’ni, kadın haklarını savunmasını özlüyorum. İkinci Dünya
Savaşı’nın sıcak günlerinde ekmek bulamadıkları için fındık-üzüm yemekten
nasıl şişmanladığını anlattığı zamanları özlüyorum.
Annem Atatürk Devrimleri sayesinde okumuş, meslek sahibi olmuş, erkeğiyle
birlikte hayat mücadelesinde yer almış, çocuklar yetiştirmiş bir Cumhuriyet
kadınıydı. Bizlerin pek çok şeyi hazır bulduğu bugünler için o, uzun bir
mücadele vermişti. Annem ilk kez öğretmenliğe başladığı Çubuk’u ve oradaki
günlerini anlatırken biz her şeyi bir masal gibi dinlerdik.
O zamanlar o henüz on dokuz yaşındaydı. Çubuk ise Orta Anadolu’da karın
eksik olmadığı küçük bir ilçeydi. Genç öğretmenin oraya gelişi son on
yıldaki en önemli olaydı. Bu başı açık, saçları kısacık kesilmiş, gözleri
öğretme ve öğrenme isteğiyle pırıl pırıl parlayan genç kadına en başta
Çubuklu kadınlar şaşmıştı. İşte kendi hemcinslerinden biri tıpkı erkekler
gibi tek başına, suyunu, huyunu bilmediği bir yurt köşesinde dimdik, ayakta
durmaya çalışıyordu.
Bu genç öğretmenin istediği tek bir şey vardı, sınıfına kız çocuklarının da
gelmesi. İlk günler bu isteği gerçekleşmedi. Genç öğretmen tıpkı bir roman
kahramanı gibi, gaz lambasının cılız ışığında öğrencilerinin adlarını küçük
hatıra defterine tek tek yazarken kahroluyordu, hiç kız öğrencisi yoktu.
Genç öğretmen hiç yılmadı. Ona şaşkınlıkla bakan yüzleri hiç görmedi. Ve bir
Tanrı misafiri gibi her gün bir evin kapısını çaldı. Kapıyı açanlar onu
içeri buyur ettiler, çay sundular ve sessizce “Ne diyecek?” diye beklemeye
başladılar. O önce havanın soğukluğundan söz açtı, sonra odun bulması
gerektiğini söyledi, sonrada “Kız çocuklarınızı da okula gönderin” dedi.
“Okumak, öğrenmek onların da hakkı. Tıpkı benim gibi...”
Önceleri onu kimseler dinlemedi. Ama köyün en yaşlı kadını, kendi odununu
kendi taşıyan, geceleri gaz lambası ışığında ders notları hazırlayan, bu
gözüpek genç kadını sevdi. İlk o tuttu torununun elinden, okula getirdi.
Ardından köyün kadınları kız çocuklarını birer ikişer getirdiler okula,
sonra da kızlarını getirdikleri okula bir iyi alıştılar.
Genç öğretmen dikiş nakış da bilirdi. Okulda kadınlar için kurs açtı.
Kadınlar önceleri eğlence olsun diye geldiler okula. Ama içlerinde çok
marifetli olanları vardı ve işi ciddiye aldılar. Birbirinden güzel nakışlı
örtüler işlediler. Genç öğretmen bunları büyük kentlerdeki dostlarına
gönderdi. Onlar da sattılar ve Çubuk kadınları hayatlarında ilk kez
emeklerinin değerli olduğunu hissettiler. İlk kez o yıl kahvede oturan
kocalarının önünden başları dimdik geçip gittiler.
Ve gene ilk kez o yıl, kızlardan biri genç öğretmenin de çabasıyla parasız
yatılı sınavlarına girdi ve kazandı. Bütün köy toplanıp, kızı bir kahraman
gibi davul zurnayla okuyacağı kente gönderdiler.
Bu kızlar için örnek oldu. İkinci yıl Çubuk’tan dört kız daha parasız yatılı
sınavlarını kazanıp başka kentlere okumaya gittiler.
Bu arada okula bir dokuma tezgahı alındı, ardından iki yeni sınıf daha
etlendi. Sınıfların yapımında genç öğretmen öylesine canla başla çalıştı ki,
bu durum kahvede oturan erkeklerin onuruna dokundu. Bir gün erkenden, hep
birlikte inşaat yerine geldiler ve köyde daha horozlar bile uyanmamışken
duvarları örüp bitirdiler.
Sonra o güzel, genç öğretmen başka bir yurt köşesine tayin oldu. Çubuklular
onun gittiğine çok üzüldüler ama yerine gelen gencecik bir başka kadın
öğretmeni de onun kadar sevdiler. Zaten birkaç yıl sonra da ilçenin kendi
kızlarından biri ilçeye öğretmen oldu. Evet, annem Çubuk günlerini
anlatırken ben her şeyi masal dinler gibi dinlerdim. Şimdi bayramlarda o
güzel yüzlü, o güzel dans eden, o neşeli, o kavgacı öğretmenin güzelim
masallarını özlüyorum. Ve bu hiç dinmeyen bir özlem olup çıkıyor.
Sonra, sonrası gökyüzüne bakıp gülümsüyorum, o mutlaka bir yerlerden bana
bakıp gülümsüyordur.
Sevgili ölülerimizi, onların güzel yüzünü, anlattıkları fıkraları,
sevdikleri yiyecekleri, onlarla birlikte geçirdiğimiz güzel zamanları bize
bir kez daha anımsatan bayramlar iyi ki var. Bayramınız kutlu olsun,
efendim.
Son bir söz; bu bayram da, pek çok bayramda olduğu gibi şu yaşlı dünyamız
bomba sesleri ve savaş çığlıklarıyla dolu. Ne denli keyifli olursak olalım,
korku dolu çocuk gözeri her yerde, her zaman bizi izliyor. Barışa her
zamankinden daha sıkı sarılmamız gerekiyor, çocukların gözlerindeki korkuyu
silebilmek için....
HER ŞEY ‘BİR ESKİ RESİMDİ ŞİMDİ....’
Deniz KAVUKÇUOĞLU
O soğuk Hamburg gecesinde, yol üstü bir şeyler atıştırmak için uğrağım
büfede karşıma çıkan yaşlı kadının beni gençliğime götüreceğini nereden
bilebilirdim? Büfenin bulunduğu, gündüzleri işlek, geceleri ise tüm Kuzey
kentlerindeki gibi ıssız bu geniş caddenin kaldırım kenarına arabamı park
ederken, kadının ışıkları söndürdüğünü görmüş, koşup içeri dalmıştım.
Kıvırcığa yakın dalgalı siyah saçlarına aklar düşmüş, yüzü buruş buruş yaşlı
kadın beni görünce korkmuş, ama korkusunu belli etmemeye çalışarak,
Elen’lere özgü şivesiyle, “Ne istiyorsunuz?” diye sormuştu. “Sıcak bir
şeyler. Eğer mümkünse” diye yanıtlamıştım.
Kadının gözleri, sesi bana hiç yabancı gelmemişti. Onunla daha önce mutlaka
bir yerde karşılaşmış olmalıydım. Sadece bir “karşılaşma mı?” Hayır!
Belleğim böylesine zorlandığına göre her hangi bir “karşılaşma”dan daha öte,
daha derin bir anım olmalıydı bu kadınla. Boynunda, büfeci kadınlarda pek
görülmeyen zarafette, üzerindeki uzun kollu beyaz iş önlüğüne hiç uymayan,
altın kolyeli pırlanta bir “istavroz” taşıyordu. “Belki bir sosis?...”
Başını iki yana sallamış. “Ocağı kapattım” demişti. “Bir Yunan salatasına
razı olacaksınız.” Bir plastik tabağa koyduğu salatanın üzerine beyaz peynir
ufalarken, dayanamayıp sormuştum: “Atina’dan mı geldiniz buraya?” Aldığım
yanıta şaşırmamıştım. “Hayır, İstanbul’dan.”
O’ydu. Birden. Gümüşsuyu’nda, Alman Konsolosluğu’nun karşı köşesinde, bir
iki basamak merdivenle inilen, kim bilir kaç kız elinin ilk sıcaklığını
avuçlarımda duydum o şirin pastane canlanıvermişti gözümde. Orada yediğim
son “eclaire”in üzerinden en az yirmi beş yıl geçmiş olmalıydı. Şimdi,
elindeki sabunlu bezle önündeki tezgahı silerken beni süzen bu yaşlı kadın,
artık çok gerilerde kalmış gençlik yıllarımın tanıklarından biriydi. “Yeni
Melek”in, “Atlas”ın, “Saray”ın 14.30 matineleri sonrası uğradığımız
pastanenin, garsonlara buyruklar yağdıran, gürültülü masaları, “ileri giden”
çiftleri uyaran, bir gözü kasada, öbürü müşterilerin üzerinde mağrur “patroniçe”siydi...
“O zaman da böyle süzerdiniz bizi!” desem, şaşırır. Heyecanlanır mıydı,
acaba? “tanıyor musunuz beni?” diye sorardı herhalde “Tanıyorum...” desem.
“Anlatsanıza...” derdi belki, “bana bir şeyler anlatın... lütfen...” Ona,
yıllar önce bir Cumartesi günü, Handan’ın basamakta ayağının burkulup, yüzü
koyun yere kapaklandığını anlatırdım. “Yardımımıza ilk koşan sizdiniz!..”
deyince, mutlaka anımsardı. Acıdan kıvranan kızı bir sandalyeye oturtmuş,
ayağının altına bir tabure sürmüştü. “Kolonya, kolonya getirin!... “ diye
bağırıyordu, “bileklerini ovmak lazım...” Bir ara kafasını kaldırıp,
arkasında elinde bir kolonya şişesiyle kızın bileğini tutmaya hazırlanan
kocasını görünce... “Sen değil...” demişti, “şişeyi delikanlıya ver..”
“Kocasını kıskanıyordu. Sahi, eşiniz nerede?..” Soramazdım ki...
“Ben de İstanbulluyum...” deyince, Türkçe konuşmaya başlamıştık. 1960’lı
yılların ortasında önce Yunanistan’a göçmüşler, orada “yapamayınca”,
Almanya’ya gelmişlerdi. “Kocam İstanbul’dan kopmayı bir türlü içine
sindiremedi...” diyordu, “çabuk yaşlandı!” Son zamanlarda belleğini
yitirmeye başlamıştı. Kimi şeyleri hiç anımsamıyor, biraz önce ne yediğini
bile unutuyordu. Yaşamın tüm yükü, uzunca bir zamandır bu yaşlı kadının
zayıf omuzlarındaydı. Oysa ne kadar dinç bir adamdı kocası... Tanıyordum...
Karısının onu genç kızlardan kıskanması hiç de boşuna değildi!...
“İsterseniz çağırayım...” İçeri gidip, biraz sonra kolunda kocası geri
dönmüştü. Adam güçlükle yürüyordu.
“Eskiler”den konuşmuş, ama pastaneden hiç söz etmemiştik. Üzerimize ağır bir
hava çökmüştü. Dağıtamıyorduk. Yaşam, değirmen taşlarının arasında ezilen
buğday taneleri gibi bu insanları ezmiş, un ufak etmişti. Ne söyleyeceğimi
bilemiyordum. “Sizi tanıyorum...” demek için artık çok geçti. Deşilen her
anıdan bir hüzün filizlenecekti. İçimizde belki de en “şanslımız”, ne
konuşulduğunu anlamayan, gözleri, büfenin sokağa bakan camından gecenin
karanlığına dalıp gitmiş, omuzları çökük yaşlı adamdı. Onları öylece
bıraktım. Bir daha görmeyecektim.
Her şey “ bir eski resimdi şimdi....”
İSTANBUL’ U GÖZLERİ KAPALI DİNLEMEK
Selahattin DUMAN 30.9.2003
Vatan Gazetesi
„ ...............O gece iki laf edemedik.Aslında onlar etti.Ben de „ ha...hııı
„ diye diye lafa yetişmeye çalıştım.O saat karar verdim ki; b,izim kulaklar
, ailenin büyüklerinden Ahmet Dede’ nin kulağına dönmüş......
Ahmet Dedemiz, kızımın anne tarafından büyük dedesi..Ben evlendiğimde
seksenli yaşlarındaydı.Kızım büyüdü, ne zaman yaş lafı açılsa „ seksen „
derdi.
Oysa özel sohbetlerden anlıyorum ki, Sultan Reşat, 1900’ lü yılların başında
veliaht olarak Selanik’ i ziyaret ettiğinde ; bizim Ahmet Dede 10-12
yaşlarındaymış...
Büyük babaanne ölünce de kendi arzusuyla, bir huzurevine gitmek
istedi.Mallarını sattı, çocuklarına ihtiyacı kadarını dağıtıp, gerisini
huzurevine bağışladı....O yıllarda hesabıma göre 94 yaşındaydı.
Huzurevi yönetimi, olaya çoktan razı, çok çok bir kaç yıl misafir edecekler
adamcağızı.
Lakin benim bildiğimi onlar bilmiyor tabii..Ben aileye yeni girdiğimde bu
Ahmet Dede’ nin annesi mi yoksa kayınvalidesimi hatırlamıyorum, bir Mayka
vardı.
O vefat etti.Bütün aile arkasından „ Gitti gencecik kadın...“ diye gözyaşı
döktü.Mayka öldüğünde 110 yaşındaydı.Hanım tarafı için 80’ li yaşların, orta
yaş olduğunu anlayıp, kendimden umudu kesmem o tyarihlere rastlar...
Her neyse! Huzurevi yöneticilerinin , bizim Ahmet Dede için hesap yapmanın
ne büyük hata olduğunu anlaması daha sonra ki tarihlere denk gelir.
Çünkü Ahmet Dede, kendisi için „ yaptığı yüklü bağışın hatırına „ özel
olarak tefriş edilen odaya yerleştiği andan itibaren, huzurevinde „ huzur
„diye bir şey kalmadı.
„ Ajansı dinleyelim!...“
Sebep, dedemizin huysuz veye geçimsiz bir insan olması değil...Tam tersine
görmüş geçirmiş bir adam olarak inanılmaz iyi biriydi.Ancak saat başı haber
dinleme; eskilerin deyimiyle „ Ajansı dinleme...“ merakıydı.
İttihatcılar’ ı görmüş ki kendisi de İttihatcı’ydı; Talat Paşa ile komşuluk
yapmış, tyek parti döneminde ebedi ve milli şeflerin .hatt-ı hareketini
radyodan takip etmiş bir olarak ajans dinlememesi sçz konusu olamaz zaten...
Ne var ki kulakları ajansı dinleme işinden çoktan emekli olmuş, ancak
ramazan topu yirmi metre kadar yakınında patladığında tepki veriyor. Ahmet
Dede ise bunu asla kabul etmiyor...
Kulaklık kullanmaması o yüzdendi.Kulaklarına güvendiğinden bir de
transistörlü radyosunun hoparlörüne itimadı çok olduğundan , aleti sonuna
kadar açıyordu.
Tabii memlekette olup bitenleri , huzurevinde kalan kim varsa onlara
duyurmacasına.
Huzurevi yönetimi de, diğer sakinleri de bizim dede ile başedemediler.Dede
son gününün son saatine kadar ajans haberlerini dinlemeye çalıştı.Son gününe
kadar bana ( Gazetede çalıştığımdan ) „ Ne olacak bu memleketin hali ? „
diye sormaya devam etti.
Bir kez bile « Ne olacak bu kulaklarımın hali ? « dediğini duymadım.
Ahmet Dede vefat ettiğinde 100 yaşina yakındı.Kulaklarini, o tarihten 20 yıl
önce kaybettiğini hiç bilemedi.
Cenazesine katılan huzurevi sakinlerinin yüzlerindeki huzurlu ifadeyi de
göremedi.Evet, oda arkadaşları için ebedi sessizliği yakalamanın huzuruydu
bu…Bilnmiyorum , belki de bana öyle geldi.
Kendi kulaklarım ile Ahmet Dede’ nin kulakları arasındaki benzerliği
yakalamam son iki yılımın işidir, , ikna olmam ise son 2-3 haftanın .’ Başın
derdini yastık ne bilsin » hesabı……………. «
88 YASINDA HAYATA SIFIRDAN BASLAMAK
GİLA BENMAYOR 30 .11.2003
Hürriyet PAZAR
« ……….Andre François, 1915 doğumlu, yani 88 yaşında…Budapeşte2 de Güzel
Sanatlar Akademisi’ nden mezun olduktan sonra 1934’ de elinde bir bavulla
paris’ e geliyor.Dergiler için çizmeye başladığı yıl 1939.İngiliz karısı ve
iki çocuğuyla zor geçen savaş yıllarını, Fransız sanatçılarla sıkı işbirliği
içerisinde girdiği yıllar izler. …………….1960 ‘lı yıllarda Andre François
ününün doruğundadır.Her ne kadar reklam ve medya dünyası rahat yaşamasını
sağlasa da, Andre François ‘ in aklı resim ve heykeldedir. 1960 ‘lı yılların
sonlarından itibaren bunlara ağırlık verdameğe başlar……..büyük bir bahçenin
içerisindeki atölyede resim ve heykeller birikmeğe başlar.Medyadan iyi
kazandığı için eserlerini galerilerde sergilemek gibi bir kaygısı da
yoktur.Sanatçı kimliğini kanıtladığı bir alan vardır nasılsa.
Andre Françoispek cimridir.Ürettiklerinden ayrılmayı hiç sevmez.Fransız ve
yabancı müzelerden gelen teklifleri hep geri çevirir.Görenlere göre,
atölyesi ^Ali Baba’nın Mağarası ^nı andırır.Herşey burada yığılı.
Ve bundan tam bir yıl önce, yani 2002 yılı aralık ayında , sanatcının
atölyesinde büyük bir yangın çıkar. Andre François ‘ in 40 yıllık emeği bir
anda yok olur.Resimleri,plastik ve tahta heykelleri her şeyi kül olur….Eski
bir dostuna bakarsanız, sanatçı yangından sonra tam iki ay bir hayalet gibi
etrafta dolaşmış.İki ay sonra « hayat devam ediyor « diyerek kolları sıvamış
ve sıfırdan tekrar üretmeğe başlamış………
Ömrü yangında yok olan eserlerini yerine koymaya yetecek mi bilmem.
Bildiğim bir şey var. O da Andre François ‘ nın hikayesinin hayatı bir anda
anlamsız bulanlara iyi bir cevap olduğu.
Bir de ^bu yaşta artık ne olur ^diyenlere…
Bu yazıyı seramik yapmanın ve çocuk kitapları resmetmenin hayallerini kuran
70 ‘ lerindeki anneme ithaf ediyorum.
REFET ANGIN ÇALIŞIYOR, BIZ DiNLENiYORUZ.
DOĞAN HIZLAN 26.11.2003
Hürriyet Gazetesi
Refet Angın ‘ ı bir konserde tanıdım, zekası, çalışkanlığı, inancı
gözlerinde parlayan Cumhuriyet kızları ‘ ndan biriydi.
Angın, şimdi 88 yaşında,67 yıldır Türkiye Cumhuriyeti ‘ nde eğitimin
gelişmesi, çocukların okuması için emek veriyor.
88 yaşındaki Refet Angın . öğretmen, her gün işine gidiyor., evet her gün.
Çalışmayı tutkuya dönüştüren, mesleğine kutsal bir varlık gözüyle bakan her
insan, çalışmasını , bu topluma katkısını emeklilikle noktalamamalı.
Angın gibi düşünmeliyiz.Bu toplum için, bu ülke için her koşulda ne
yapabilirim, benden nasıl yararlanabilirler, benim her günümün dünden farklı
olabilmesi için nasıl bir yaşam biçimi kurmalıyım?
Nedense , bizde emeklilik köşeye çekilmekle eş anlamlı bir kavram.Unumuzu
eledik, eleğimizi duvara astık sözü,önce ruh miskinliğinin, sonar da onun
çürüttüğü beden miskinliğinin en korkunç özeti.
Çevremde böyle insanlara bakıyorum, dünya onları daha çabuk yaşlandırıyor.
Herkes emekli olmak, emeklilik hakını kazanmak ister.Elbette bireysel ve
sosyal güvence açısından bir haktır.Ama ben, emekliye ayrılıp, bahçemde
domates yetiştireceğim zihniyetine karşıyım, insane zevki için domates de
yetiştirir, çiçek te sular, ama bu topluma bir hayrı dokunmaz.
Tüketiciliğin doruğunda yaşar ve bireysel mutluluğunu yeterli görebilir.
Ben bir bankanın emeklilik reklamındaki anlayışı benimsemiyorum.Emekliye
ayrılan iş arkadaşları, bir tekneye binip gidiyor.Sonra….Herkes arkasından
gıpta ile ona bakıyor….
Ne yapacak bu kişi?Bütün gün teknede mi dolaşacak, sonar da gelip evinde
yatacak….
Ben en azından, insanların kendi meslekleriyle ilgili çalışmalarını
sürdürmelerini bekliyorum.
Belli yaştan sonar emekliliğe formalite gereği ayrılan bir çok kişi işini
sürdürüyor, ülkeye yararlı konumda. Başta……Süleyman Demirel. O bir sis çanı
gibidir, her şeyi izler, her şeyi değerlendirir.
Edebiyatcıları söylemek gerekir mi?
İlhan Berk, Bodrum^da kendisinden onlarca yaş küçükler dinlenirken, o şiir
yazıyor.Fazıl Hüsnü Dağlarca bir başka örnek.
Müzik dünyasından örnekler çok.
Herbert von Karajan, taburede orkestra yönetiyordu.Karl BÖHM, Eugen Jochum...Biri
85 yaşında, diğeri 90 yaşında orkestra yönetmeyi sürdürüyordu.
Refet Angın ‘ ın 88 yaşında çalışmayı sürdürmesi hepimize örnek olsun....
ALINTILAR
“Aslında idam mahkumlarıdır, yaşlılar...”A.İLHAN
• “ Brigette Bordot’a bir gazeteci “ yüzünüz kırıştı ” deyince ünlü ve güzel
yıldızın yanıtı:” Yüreğim kırışmadı ! “
• “Ömür dediğin sınırlı bir zaman..İçini doldur.Yaşadığın her ana
zenginlik,bir değer,bir duygu kat! Doğadaki, kentindeki, semtindeki
harikulade güzelliklerin farkında ol! ............değil, insan ol !”
• “.......Ve düşünüyorum ki ,hayat diye bence kalanlar ya da şunca çiğnenmiş
ömrün bakiyesi işte üç beş soluk hafıza resmi, üç beş özlemle bir kokudan
ibaret.Bunca yıl dön dolan ,baş döndürücü bir koşuşturmaya zamanlarını
cömertçe hibe et.Zaman ha! Zaman ne! Zaman bir yalan... Demişler ya, “ var
biraz da sen oyalan ! “
Mehmet TAŞDİKEN
• “Etin gevşemesine bir başka tabir gerek,
Zira ki ihtiyarlama:kendinden başka kimseyi sevmemek demek.”
Nazım HİKMET
• “Yaşamın bütün telaşı ortasında zihne fotoğraf olmaya değmez her şeyi
hatırlıyoruz ama kendimizi daima unutuyoruz...”
Mehmet TAŞDİKEN
• “Doğduğunda sen ağlamıştın ,herkes bayram etmişti.Öyle bir hayatın olsun
ki; öldüğünde herkes ağlasın, sen bayram et.”
• “Birlikte yaşanabileceği, yaşlı bir hayatı da bütün yönleriyle
paylaşabileceği bir kadın olmalı bu.Gasset “üzerine açık seçik düşünceler
geliştirebildiğimiz oranda hayatımız bizimdir”diyor.İnsan hayatının tümüne
sahip çıkması için eminim ki yaşlılıkta ilişkisinin alacağı boyutları da
mutlaka göz önüne alması gerekiyor.”
• “İnsan yaşlandıkça ürkütücü bir sakınımı ve tahammül edilemez bir
tevekkülü yaşama biçimine dönüştürüyor. “”Kemal GÖKHAN
• “Gözlerin etrafı çizgilerle doluyor, göz eski pırıltısını kaybediyor,
boyun kırışıyor, narin vücut giderek eğiliyor, yaşlılık yağları eski güzel
vücut hatalarını yok ediyor.Geriye bir tek şey kalıyor:Akıl ve konuşma
yeteneği.Eğer birlikte olduğunuz kadın sizi bu özelliği ile etkilememişse
asıl dram yaşlılıkla birlikte ortaya çıkıyor. Tercihe temel olan bütün
özellikler yıllarla birlikte bir bir giderken geriye büyük bir boşluk
kalıyor. Birbirleriyle konuşamayan insanların içine düştükleri bu büyük
boşluğun ne kadar öldürücü olduğunu düşünebiliyorsunuz umarım.Artık şöyle
düşünüyorum: Bir erkek , hayatının kadınını seçerken plastikle değil başka
şeylerle ilgilenmeli.(Elbette aynı şey kadınlar için de geçerli.)Birlikte
yaşlanabileceği,yaşlı bir hayatı da bütün yönleriyle paylaşabileceği bir
kadın olmalı bu. Gasset “üzerine açık seçik düşünceler geliştirebildiğimiz
oranda hayatımız bizimdir” diyor. İnsan hayatının tümüne sahip çıkması için
eminim ki yaşlılıkla ilişkisinin alacağı boyutları da mutlaka göz önüne
alması gerekiyor.”
• Bu yaştan sonra beni assanız bile umurumda değil !.CAHİT KÜLEBİ
• “Tek başına olduğu kadar,toplum içinde ufacık bir nokta olduğunu
hatırlayabilen kişi, konuk olduğu bu yaşam sahasında,mutlu olduğu sürece
yaşar. Başka bir deyişle, insanın ömrü yaşadığı süreyle ölçülemez. Gerçek
yaşam ömrü,mutlu yaşadığı yıllar,günler ve hatta saatlerle değerlendirilir.
“
CÜNEYT E. KORYÜREK
• “Hayat dediğimiz sadece bir sürecin adıdır ve kim ne ahkam keserse kessin
inanmayın; sadece sizinle başlar ve sizinle biter.....Eğer siz azıcık güçlü
olursanız ve tavır koyarsanız hayata,hemen pes eder,dizginleri size
bırakır!Haydi; kurallarınızı kendiniz koyun ve kendiniz yaşayın hayatınızı!
Mustafa MUTLU
• “Bir posta tatarıymış dedem...Zigana’dan geçerken lale sümbül derleyen!
Trabzon’a inince , Karadeniz’i görmüş masmavi gözleriyle yeşilliğin içinde.
C.ÇAPAN
• Sabah bembeyaz sessizliğin terkisinde / Kars tan Çıldır’ a doğru yol
alıyor./ Ömrüm, ki önü açık bir heyelan / ve yolların kapalı bütün
kapıları....R.DURBAŞ
• “Ancak aptallar yaşlandıkça daha genç görünmeye çalışır.Erkekler kellerini
saklar, kadınlar estetik olur. Ben böyle endişeler hiç duymadım hayatta
.Yanlışlık bir fetihdir, Şans; çünkü alternatif mezardır.Gençken özgürce
yaşadığınızı yaşar sanırsanız ama yaşlanınca gerçekten özgür olursun siyasi
yada sosyal özgürlükle,psikolojik özgürlüğün farkı bu. Yaşlılık bir katarsis.Hiçbir
şey,hiçbir kimse seni korkutamaz. Gençken her şey tahminden ibarettir.Her
hatalı bildiğini sanırsın ama hiçbir şeyden haberin yoktur.Yaşlanınca ise ne
kadar az şey bildiğini fark edersin Sokrates gibi ;Birde hayatın ne kadar
kısa olduğunu anlıyor insan...”
Derleyen : Mehmet TEZ
• “ Bu dinozor öyle bir yaşa geldi ki artık,bunca genç bunca çocuk
ölürken,daha fazla yaşamak biraz ayıp gelmeye başladı ona.İsteği,çevresine
ve kendisine bir baş elası haline gelmeden,bu dünyadan göçüp
gitmek.Kalanlara sonsuz sevgiler. Mina URGAN (Bir dinozorun gezileri)
• “ Yılların hızla geçmesine karşın hala yapacak çok şeyim var.Yeni yıla
girerken oturdum ve önümüzdeki on yılda yapacaklarımı sıraladım.Yarından
tezi yok,işlerime koyulacağım.iki binli yıllarda görüşmek dileğiyle...."
(90 yaşındaki bir alman vatandaşının bir dostuna gönderdiği karttan)
Aktaran :Ümit ONAT
• “Geçti ömrün nevbaharı,ihtiyar oldum bugün. ”
ANLAŞILMAK İÇİN ANLAMAK GEREK”
En sevdiğimiz dostlarımız bize en çok zaman ayıran, bizi en çok dinleyen
kişilerdir. Malum; tango yapmak için tek kişi yetmiyor. Başkalarının bizi
iyi anlaması için bizimde onları dinlememizde, anlamaya uğraşmamızda yarar
var. Yani, omlet yapmak için yumurtaları kırmak gerek.
Analarımızın, babalarımızın, sevgililerimizin, eşlerimizin, çocuklarımızın,
torunlarımızın, üstlerimizin, altlarımızın, tanıdık tanımadık herkesin bizi
anlamasını mı istiyoruz, onların dediklerine candan bir kulak versek mi ?
Anlaşıldıkları ölçüde onlarda bizi anlayacaklardır. Haydi biraz çaba
gösterelim yeter ki. Artun ÜNSAL
“GÜLERKEN ÖLECEĞİM”
Resmi istatiklerde dünyanın en yaşlı kadını olan Jeanne COLMENT 122 yaşında
film, telefon, otomobil, uçak ve televizyon gibi bir sürü kavramdan önce
doğmuş şu anda kör ve sağır olan ve de bir tekerlekli sandalye üzerinde
yaşayan Jeanne, Güney Fransa’nın Arles yöresinde Maisondu Lac yaşlılar
evinde yaşamını sürdürmekte. Tüm yaşamı da Arles yöresinde geçmiş Bn.
Colment genç bir kız olarak Van GOGH ile tanışmış ve bu bölgedeki şöhretini
uzun yaşama değil, her zaman sahip olduğu espri gücüne borçlu. Çok uzun
zamandan beri sigara içen, iyi bir şaraba her zaman hazır olan Jeanne, uzun
yaşamanın sırrını da “gülme” olarak yorumluyor, yaşamının nasıl
sonuçlanacağı konusunda da bir tahmin yapıyor : “Gülerken öleceğim!”. Jeanne
tüm zor koşullara, sağırve kör olmasına rağmen etrafındakileri kırıp
geçiriyor.
Bir gazete köşe yazısı
“Huzurevinde gördüğüm allıklı ve rujlu kadını yadırgamıştım, “ kime poz
atıyor” diye.
Sonra düşündüm, teyze hayata poz atıyordu: Bir zamanlar o’na her şeyi veren
ve artık ondan her şeyi alan hayata…..”
Ekin BİROL Öğrenci 14 yaşında
YAŞLANDIĞIM ANLAŞILIYOR
“İnsan, gençken bugünü yaşar.Geçmişe, anılara takılmaz.Daha yapacağı çok
şey,tadacağı çok lezzet, gideceği çok yer, yazacağı çok kitap vardır.Sonra
bir gün bilinen lezzetleri,gidilen yerleri,yazılmış kitapları konuşmaya
başlarsınız.Yaşlandınız demektir.Ne yapalım! Kural böyle .
Sevgi ve sevincin acılarımızı dindireceği günlerin yakın olması umudu
ile......”
Asaf Savaş AKAT 25.11.2003 Vatan Gazetesi
YAŞAMANIN DAHA İYİ YOLU
“Sahip olduğumuz nimetleri bir bir sayın – elinizde ne çok nimet
bulunduğunu, ne kadar değerli olduğunuzu bir kez daha fark ettiğinizde, tüm
gülücükler geri dönecek, güneş bulutların arasından sıyrılacak, müzik
çalmaya başlayacaktır.
Ve siz artık tanrının sizin için layık gördüğü hayata doğru emin adımlarla
yüreklilik ve güç dolu olarak ilerlemeye başlayacaksınızdır….”
Og Magdino A better Way to live
“ Fıkrayı bilirsiniz. Azrail, adamın canını almaya gelince bizimki su
koyvermiş.
-Böyle selamsız sabahsız, habersiz, pattadanak olur mu yav, demiş. İşim var,
gücüm var. Şunları bir yoluna koyayım. Sen şimdi git, sonra gel. Gelmeden
önce de haber ver.
Azrail’in iyi tarafına denk gelmiş. Gülümsemiş:
-Peki demiş, Şimdi gidiyorum. Gelmeden önce de haber veririm. Ama o zaman
sen de hazır ol.
Adam “Tamam, anlaştık” deyip ferahlamış. Azrail’i kandırdığını sanıp
keyiflenmiş. Yıllar geçmesine rağmen Azrail’den ses soluk çıkmayınca iyiden
iyiye rahatlamış. Yıllar, on yıllar geçmiş ve bir gece yarısı adamın kapısı
çalınmış. Kapıda Azrail.
-Haydı bakalım, demiş. Vakittir. Gidiyoruz.
Bizim pişkin gene yaygaraya başlamış:
-Olur mu yav, demiş. Kavlimiz böyle miydi? Hani gelmeden haber verecektin?
Azrail’in tepesi atmış:
-Ulan demiş. Gözlerin çukura kaçtı; dizlerin tutmaz oldu; bir kalp, iki
mide, bir prostat ameliyatı geçirdin; kulakların duymuyor; ellerin titriyor;
çişini tutamaz oldun. Söylesene, vadenin dolduğunu başka nasıl haber
verecektim sana?
AKTARAN: Ayşe Naciye ÖZDİLEK
Ziya Osman SABA
“ ....Yaşamak ,
daha tatlı
daha güzelken dünya..... “
Cahit Sıtkı TARANCI
“....Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden !
Cahit Sıtkı TARANCI
“.......Kulak ver, dolaşan ruhumuzu tel tel;
Dallardaki tomurcukları ürperten
Bir türkü söylemede kendiliğinden;
Dinledikçe ömrüm artar, öyle güzel!...
Cahit Sıtkı TARANCI
“Yaşadığım iyi kötü günleri
Değişmem hiçbir cennet masalına.”
Mina URGAN
( Bir dinazorun anıları )
“Eskimoların, ihtiyarları buzlar arasında ölüme terk etmeleri ya da eskiden
Japonların yaşlı annelerini karlı bir ormanda bırakmaları da fena değildir.
O Japon filminde olduğu gibi,
Onu kucağına alıp sevgiyle ölüme taşıyacak
Bir oğul bulunmadığından,
Yaşlı kadın elini tutmuş ölümün.
Uslu bir çocuk gibi
Tırmanıyor dağın doruğuna
Ak saçlarına kar yağarken...”
(YAZARI BİLİNMİYOR)
GİDENE MİDİR? ŞİKAYET...
Hiç olmazsa eskiden, arada bir uğrar hal hatır sorarlardı,
Hani yasak savmak kabilinden diyelim,
senden sonra evin yolunu unuttu çocuklar.
Geçenlerde kapıdan şöyle bir göründü küçük oğlun.
Bir sitem, bir sitem,
"Uğraşamamış diyor üçbuçuk emekli maaşınla senin,
banka kuyruklarında iş güç arası..."
Büyük oğlan desen, bana hala dargın
Getirdiği müteahhite vermemişim diye evi,
habire söylenip duruyormuş.
"Yok babamın anıları varmış, yok elleriyle dikmiş bahçedeki
sardunyaları...bıraksın o eski hulyaları" diyormuş.
"Ne babamdan, ne ondan anı kalır, bilsin ki öldüğü gün o ev satılır..."
Bu çocuklar kime çekti bilmiyorum ki canım,
Son günlerde dalıp dalıp gidiyorum, canım sıkılıyor, canım.
Kız, daha kırkın çıkmamıştı ki evlendi,
iki çocuklu o para göz adamla...
Geçenlerde ayak üstü şöyle bir uğradılar,
adam hem saygısız hem de aşırı şişman
Sana birşey söyleyeyim mi canım,
kız pek mutlu değil, yani bin pişman, dokunsan ağlayacak...
Ayrılırken elimi öptü, bu kış havalar soğuk geçecekmiş.
"Aman kendine iyi bak, sakın hastalanma bu yaşında,
sabah akşam mutlaka al o ilaçlarını,
biliyorsun artık babam da yok başında" dedi.
O gitti, oturup bir güzel ağladım.
Artık ne telefonum çalıyor, ne de kapım,
mektup desen, kimden gelecek be canım?
Son günlerde zaten karşı kaldırımlarda dolaşıyor postacı.
Yok sakın aklından geçireyim deme, inan ki kırgın değilim
Biraz burukluk işte biraz hüzün,
hüzün bilirsin en doğal halimdir.
Hani bir de kahve yapmak zor gelmese,
taşırmasam hani her defasında
Şiişşttttt ! kimse duymasın;
ilaçlarımı da almıyorum artık son zamanlarda
Kokunu öyle özledim ki canım,
dün gece kahverengi paltona sarılıp uyudum
Hayalimde okşadım o güzel saçlarını.
Hani, sana da kızmıyor değilim ara sıra,
Benden önce gittin de sanki sultan mi ettiler seni Mısır'a.
ŞİİRLER
ATAOL BEHRAMOĞLU
YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR
Yaşadıklarından öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa,
Yaşamak yer yüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bi kum tanesi gibi, bir yaprak gibi
Bir taş gibi dinleyeceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına.
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak
Arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmesin
Mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle
Dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgulaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara göğe,
Bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey
Hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
YAHYA KEMAL BEYATLI
( EYLÜL SONU ’NDAN )
“Günler kısaldı, Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları...
Yalnız bir semti sevmek için ömrümüz kısa
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa...”
A.AYTEK
İHTİYARLIK
Gencim, yaşamın yazındayım şimdi,
Bir sıcak ki vıcık vıcık.
Bir enerji ki taşın suyunu sık.
Ama, güneş bunaltınca beni,
Bir ulu ağaç gölgesinde alıyorum soluk.
Sen de:
Bir ulu ağaç kadar köklü
Bir ulu ağaç kadar bilgili kılacaksan beni,
Kapımı çabuk çal, İHTİYARLIK
E. KADEROĞLU
69.SOKAK
Kaç kere geçtim bu yollardan.
Bazen çamurlu, Bazen dümdüz.
Kaç kere düştüm, kaç kere kalktım.
Her seferinde yenilmemi beklediler.
Yılmadım, yıkılmayacağımda.
Üstüm kirlense bile aldırmıyorum.
Gene devam edeceğim,
“Hayat” denilen bu yola,
Sizi de bekliyorum, HAYAT caddesinin 69.sokağında
Aysel AYTEK
HUZUREVLERİ
Gençtin, şaka yaptım “Muzur” dur dediler.
Büyüdüm, “İş Tut Hazırdır” dediler.
Yaşlandım, “Artık Huzur Bul” dediler.
İyi ki hazırda, Huzurevleri vardır.
(Bu dörtlük Ankara Seyranbağları ve Ümitköy Huzurevlerine ithaf edilmiştir.)
Aysel AYTEK
TANRI MİSAFİRİ
Davetlim bile değildi ama,
Çaldı kapımı.
“Tanrı Misafiridir” diye
İçeri aldım biraz.
Öylesine yerleşti kaldı ki;
İnanın, hiç bir misafir
YAŞLILIK kadar arsız olamaz.
ALİ ERKAN GÜNERİ
Gözlerimin önünde akıp giden,
Tarih
Geçmiş günleriniz,
Anılarınız.
Yavrularınız
Yaşadıklarınız geliyor aklıma.
Aklıma bu günü hazırlamanız geliyor
Dünden,
Yarına
Bende yaşayacak umudunuz
Gözümde
Işığınız var.
(ŞAİRİ BİLİNMİYOR)
El öpenlerin çok olsun yavrum,
Bizden geçti artık, siz okuyun, adam olun...
Yalnız gitmeden bir tek şey istiyorum,
Gözlerinden bir damla ışık, yüreğinizden bir yudum sevgi...
Gençlik mi? Gençlik istemiyorum...
Verdiğiniz o ışık, o sevgi zaten gençliğimin iksiri...
( Bu şiir ; İskoçya’da bir bakımevinde ölen bir yaşlı kadının eşyaları
toplanırken bulunmuştur.)
BUNU HUYSUZ BİR YAŞLI KADIN YAZDI
Ne görüyorsunuz hemşire,
Ne görüyorsunuz ?
Bakarken düşünüyor musunuz ?
Bana
Pek bilge olmayan, huysuz bir yaşlı kadına
Sağlığından kuşkulu, bakışları uzakta
Yemekleri ağzından dökülen,
Ve yüksek sesle
Cevap vermeyen,
Yaptıklarınızı fark etmiyor gibi görünen
Sonsuza dek çorabını ya da ayakkabısını
Kaybeden
İstese de istemese de
Dilediğinizi yapmanıza izin veren,
Beslenerek ve banyo yaparak,
Uzun günü dolduran
Düşündüğünüz bu mu ?
Bu mu gördüğünüz ?
Öyleyse gözlerinizi açın hemşire
Siz beni görmüyorsunuz,
Sizin emrinizle kalkar, sizin emrinizle yerken,
Burada sessiz otururken,
Anlatacağım size kim olduğumu,
On yaşındaki küçük çocuğum ben,
Bir ana ve babanın,
Kız ve erkek kardeşler, birbirini seven,
16 yaşında bir kız
Kanat takmış,
Her an bir sevgiyle,
Karşılaşmayı hayal eden,
20’sinde bir gelin,
Yüreği hoplayan
Tutmaya söz verdiği
Evlilik yeminlerini hatırlayınca
Şimdi 25’indeyim.
Benimde bir küçüğü var,
Güvenli ve mutlu
Bir yuva bekleyen
Şimdi 30’unda bir kadın
Küçüklerim hızla büyüyor
Birbirlerine sımsıkı bağlı
40’ında oğullarım büyümüş ve gitmişti
Ama yanımdaydı erkeğim
Ve yas tutmadım
50’imde bir kez daha
Bebekler belirdi dizlerimin etrafından
Yeniden tanıdık çocukları
Sevdiğim ve ben
Kara günler çöktü üstüme
Kocam öldü
Geleceğe bakıyorum
Korkuyla ürperiyorum
Gençler kendi yavrularını yetiştiriyorlar
Ve ben yılları sevgililerimi düşünüyorum
Doğa acımasız
Şimdi yaşlı bir kadınım ben
Beden yıprandı, cazibe ve enerji gitti
Bir taş var şimdi
Bir zamanlar yüreğimi taşıdığım yerde
Ama hala genç bir kız yaşıyor
Bu kalıntının içinde
Ve şimdi yeniden kabarıyor yıpranmış yüreğim
Hatırlıyorum yılları acıyı hatırlıyorum
Seviyorum ve yılları yeni baştan yaşıyorum
Sayılı ve çok hızlı geçen seneleri düşünüyorum
Kabulleniyorum, katı gerçeği
Hiçbir şeyin sonsuz olmadığını
Açın gözlerinizi hemşireler
Açın ve görün
Huysuz ve yaşlı kadını değil
Yakından bakın beni görün
Ali CENGİZKAN
“ Nice susuzluklar ve nice açlıklar bilir
Nice yorgunluk ve nice ayrılıklar
Nice yoksulluklar ve nice varsıllıklar
Nice küskünlükler ve nice coşkunluklar bildirir ki
sevgidir ömrüm yüksüğü,
Bana düğmeler dik ve ilikle yüreğimin yakasını,
gitmeden önce
Hem bahaneyle denizi gör
ve sevmeye devam et,
beni de”
Rıfat ILGAZ
Nasıl mı yaşıyorum ?
Bu da mı sorun !
Yaşıyorum ya siz ona bakın !
Gençken bir şiirimde
“İş doğmakta değil” demiştim
“Gelmişken yaşamakta”
Dekart gibi düşünüp
Dekart gibi konuşursam eğer;
Yaşıyorum… “Eee şu halde ?
Canım anlayıverin gerisini
Hiç kuşkunuz olmasın ki, “Varım”
Rıfat ILGAZ
AVDAN YAŞLISI
Ben çok eskiyim, ben yepyeni
Kuru bir ağaç, sonra dağ çiçeği,
Gözlerim çok eski yazıtlar gibi:
Kıranlar, kıtlıklar, savaşlar.
Sakarya boylarında yirmi gün yirmi gece,
Çakmaklı tüfeklerle,
Vuruştuk Mustafa Kemal ardınca,
Neler uğuldar kulaklarımda.
Eski ormanlarda ağaçların sohbeti,
Gelin türküleri, ninniler, ağıtlar,
Açarım sessiz sularla geleceğin vadilerini.
Halk dağının kuytusundan çıkarak,
Çok eski sularla…. en yeni!
Kemalettin KAMU
“Odamda iki kardeş,
Biri dün,biri yarın,
Ve ben aralarında
Bir köprüyüm onların.
NAZIM HİKMET
TARANTA-BABU’YA BEŞINCI MEKTUP
..... Yaşamak ne güzel şey TARANTA-BABU!
Yaşamak ne güzel şey
Anlayarak bir usta gibi.
Bir sevda şarkısı gibi duyup
Bir çocuk gibi şaşarak
YAŞAMAK ......
Yaşamak;
birer birer
ve hep beraber
ipekli bir kumaş dokur gibi.....
Hep bir ağızdan
sevinçli bir destan
okur gibi
YAŞAMAK ......
YAŞAMAK ......
Ne acaip iştir ki
Bu ne mene gidiştir ki TARANTA-BABU!
Bugün bu
“bu inanılmayacak kadar güzel “
bu anlatılmayacak kadar sevinçli şey;
böyle zor
bu kadar
dar
böyle kanlı
bu denlü kepaze
NAZIM HİKMET
FEVKALEDE MEMNUNUM DÜNYAYA GELDİĞİME
Fevkalede memnunum dünyaya geldiğime,
toprağını, aydınlığını,kavgasını ve ekmeğini seviyorum.
Kutrunun ölçüsünü santimine kadar bilmeme rağmen
Ve meçhulüm değilken güneşin yanında oyuncaklığı
dünya, inanılmayacak kadar büyüktür benim için.........”
NAZIM HİKMET
“Unut yaşını
koru kendini bitten
bir de bahar akşamlarından
bir de ekmeği
son lokmasına dek yemeyi
bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman ......“
NAZIM HİKMET
“ ......esefsiz,
güvenle
emniyetle
gölgeli bir bahçeye girer gibi
girebilmek usulca ihtiyarlığa...... “
BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR
İKİ SES
Dışarıdan herkes:--Görmemiş ol, savuş.....
İçimden bir ses:--Konuş! Konuş! Konuş!
Dışarıdan herkes:--Böyle uslu, yavaş.....
İçimden bir ses:--Savaş! Savaş! Savaş!
Dışarıdan herkes:--Tıkırında işin.....
İçimden bir ses:--Düşün! Düşün! Düşün!
Dışarıdan herkes:--Bugüne uy, barın.....
İçimden bir ses:--Yarın! Yarın! Yarın!
YAŞAR NABİ NAYIR
“......En güzel rüyaların bile bir sonu vardır;
Bir bahar rüzgarından alarak bir sabah hız
Mevsimlerin ömrünü yaşamıştı aşkımız.
Onu şimdi kaybettim ve şimdi sonbahardır.”
Ahmet Muhip DRANAS
BİRAZ DAHA
Yaşlandım; güneşim batıyor.Gece
Yaklaşmada sinsi, sessiz ve sonsuz.
Biliyorum; her şeysiz sensiz, bensiz.
Yiteceğim karanlıklar içinde.
Biraz daha her şeyle haşır neşir,
Biraz daha kendimle bilişmemiz,
Biraz daha seninle baş başa, bir....
Biraz daha gök, biraz daha deniz.
Ziya Osman SABA
İHTİYAR,ÇOCUK, HİZMETÇİ V.S.
Değneğini taşlara kakar,
Beli bükülmüş toprağa bakar,
İhtiyar....
Yeni başlamış yolculuk,
Yalınayak,benzi uçuk
Çocuk.
Tatmamış baharı, bilmiyor sevinci;
Şu kızların en genci;
Hizmetçi.
Esmer güzeli hemşirem,
Gidecek, sürmeden bir dem;
Verem.
Akşam oldu, gözlerini yum,
Sen herşeyden mahrum
Yavrum.
Ziya Osman SABA
NEFES ALMAK
Nefes almak, içten içe derin derin,
Taze, ılık, serin,
Duymak havayı bağrında.
Nefes almak, her sabah uyanık,
Ağaran güne penceren açık,
Bir ağaç gölgesinde, bir su kenarında.
Üstünde gökyüzü ufuklara karşı,
Senin her yer;Caddeler, meydan, çarşı
Kardeşim, nefes alıyorsun ya!
Koklar gibi maviliği, rüzgarı öper gibi
Ananın sütünü emer gibi,
Kana kana, doya, doya....
Nefes almak, kolunda bir sevgili,
Kırlarda, bütün bir Pazar tatili.
Bahar, yaz, kış.
Nefes almak, akşam, iş bitince,
Çoluk çocuğunla artık bütün gece,
Nefesin nefeslerine karışmış.
Yatakta rahat, unutmuş, uykulu,
Yanında karına uzatıp bir kolu,
Nefes almak.
O dolup boşalan göğse....
Uyumak, sevmek nefes nefese,
Kalkıp adım atmak, tutup ıslık çalmak.
Sürahide ışıl ışıl, içilecek su.
Deniz kokusu,toprak kokusu, çiçek kokusu,
Yüzüme vuran ışık, kulağıma gelen ses.
Ah, bütün sevdiklerim, her şey, herkes....
Anlıyorum, birbirinden mukaddes,
Alıp verdiğim her nefes .
Cahit Sıtkı TARANCI
ABBAS
Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam,
Kur bakalım çilingir soframızı,
Dinsin artık bu kalp ağrısı.Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye.
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir sevgiliyi Beşiktaş’tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
SÖYLE SEVDA İÇİNDE TÜRKÜMÜZÜ
Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz
Yaşamak bu kadar güzelken?
İnsan dallarla, bulutlarla bir,
Aynı maviliklerden geçmiştir.
İnsan nasıl ölebilir
Yaşamak bu kadar güzelken?
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
“.....Farkında değil gönül,
Sanki hep divane;
İçimizden dışımızdan
Geçer vakit
Zalim, zalimane!
Baki Süha EDİPOĞLU
MEZARLIK
Dün akşam gün batmadan,
Yaşlı ölülerin arasına
Bir küçük misafir geldi.
Çocuk bahçesinde kovası kalmış,
Kumların üstünde küçük küreği.
Besbelli çok yorgun, hemen uyudu.
Doğruldu yerinden yaşlı bir ölü
Örttü üstünü;
Madem ki burda annesi yok
Bu küçük kız bize emanet.
İlerde yatan bir başka ölü
Yavaşça seslendi;
Başındaki kurdelayı çözüp katlayın
Ütüsü bozulmasın.
Suat TAŞER
“.....Ummaktır yaşamak
İbret al, ders al geceden
Çevir başını gökyüzüne
Yıldızlara bak
Güneşli sabahların umududur yıldızlar.......”
DERLEME : YAŞ – YAŞAM – YAŞLILIK ( 8 )
Sitemiz Yazarı
Sosyal Hizmet Uzmanı Şadiye DÖNÜMCÜ
( ANNEANNELER....BABAANNELER,
BÜYÜKBABALAR......BÜYÜKANNELER
NİNELER......DEDELER )
İTİRAF.COM’ dan alıntılar
Cinsiyet: Erkek; Yaş: 27; İl:İstanbul 19.07.2000
5-6 yaşlarındaydım, Ortaköy'de oturuyorduk. Büyükbabamla birlikte çarşıya
çıkmıştık ve onun elinden tutarak yürüyordum. Bir manavın önünden geçerken,
piramit şeklinde dizilmiş mandalinaların en üstte olanını ,ister istemez
aldım. Sanki beni al diye bağırıyordu o mandalina. Büyükbabam fark etmedi
tabii ki. Aradan 10 saniye geçmemişti ki ,manavın sahibi büyükbabama gelip,
''bu ufaklık dükkandan bir mandalina aşırdı'' dedi, işte o ana yerin dibine
girdim. Büyükbabam hiçbir şey söylemeden manava geri götürdü beni ve kilo
kilo mandalina aldı bana. Olayı ne anneme anlattı ,ne de babama. Hala aklıma
geldikçe onu üzdüğüm için pişmanlık duyarım. nur içinde yat büyükbaba, seni
çok özledim.
birbenbire; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 36; İl:İstanbul 27.09.2003
Anneannem vefat ettiğinde annemle birlikte eşyalarını düzenliyorduk. Dolabın
birinden Arapça bir şeyler yazılı bir kağıt bulduk. Annem hemen, "Aman bu
duayı güzel bir yere koyayım" moduna girdi. Ancak anneannemin çocukluk
arkadaşı, çok yaşlı bir teyzemiz durumu açıklığa kavuşturdu: Eski Türkçe (
yani Arap harfleriyle yazılmış ama Türkçe) yemek tarifiymiş!
kötütorun; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 26; İl:İstanbul 21.08.2003
7-8 sene önceydi. Anneannem bizde kalıyordu. Sağ tarafı felç olduğu için
fazla hareket edemezdi. Tek eğlencesi dantel örmekti. Kolay olduğu ve çabuk
bittiği için de hep havlu kenarı örerdi. Eve gelen bütün misafirlere,
özellikle kızı olanlara hediye ederdi. Kadıncağız nefes almakta güçlük
çekiyordu. Hata yapmayayım diye kendini iyice dantele kaptırdığından
burnundan horlama gibi sesler çıkarırdı. O seslerden dolayı söylemediğimi
bırakmazdım. "Sinir oluyorum, çıkarma şu sesi, örme şunu, neyine senin ki
örgü örüyosun, yat uyu" falan diye sürekli azarlardım. Şu anda sürekli
uyuyor çünkü ölüm döşeğinde. Vicdan azabından ben de onunla birlikte her gün
ölüyorum. Keşke iyi olsa da ,dantel örmeye devam etse. Balkanlar'daki krizin
basladığı donemdi. Haberlerde surekli Saraybosna'ya yardim göturen Birlesmis
Milletler'e ait konvoyun goruntuleri yayinlaniyordu. Rahmetli anneannecigim
birden ofkeyle patlamisti: "Bu gavurlar da deli midir nedir! 3 gundur kamyon
kamyon un tasıyorlar. Şu gariplere biraz da Şeker, tuz, et filan götürseler
ya!"
yeşilüzüm; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 33; İl:İzmir 15.08.2003
Yıllar önceydi. Anneannemle babaannem sohbet ediyordu.
Babaannem 70'li, anneannem ise 80'li yaşlardaydı.
Anneannem bir tanıdığın vefatından bahsederken babaannem ölenin
kaç yaşında olduğunu sordu. Anneannemin verdiği cevap aynen şöyleydi:
"Daha gençti. Bizim kadar filan." Hepimiz kopmuştuk tabii. İlahi anneanne
yaa.
Gerçi anneannem 94 yaşında vefat ettiğine göre o zamanlar "genciz" demekte
de
haklıydı değil mi? İkiniz de nur içinde yatın.
bybybaby; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 32; İl:İstanbul 12.08.2003
Teyzem nişanlıyken eniştem ona bir parfüm hediye etmiş. Anneannem de onu
sinek ilacı sanıp evin her tarafına sıkmış. Farkettiğimizde dumur olmuştuk.
petazliyan; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 33; İl:İstanbul 02.08.2003
anneannem, trene binerken ayakkabılarını çıkarmış. Vardıkları şehirde
trenden indiğinde ayakkabılarını garda bulamayınca sular seller gibi gözyaşı
dökmüş.
YRMC; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 19; İl:Kocaeli 28.07.2003
Anneannemin asıl adı Suzan. Nüfus cüzdanında da öyle yazıyor ama herkes onu
Perihan olarak biliyor. Anneannem doğduğunda yaşadıkları kasabada bir düğüne
Suzan adında bir çengi gelmiş. Ninem de, "Ben kızıma çengi adını koymam!"
diyerek adını değiştirmiş. Nüfus cüzdanını değiştirmediği için de böyle bir
çelişki ortaya çıkmış.
deepesthighest; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 29; İl:Ankara 17.06.2003
Anneannem anlattı. Dedesi savaştan senelerce dönmemiş. O köyden 33 kişi
askere gitmiş. Adamlar dönmeyince hepsinin karısı evlenmiş. Bir tek
anneannemin anneannesi ömrünün sonuna kadar beklemiş kocasını. Sadakat benim
genlerimde var.
ballısoraşet; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 29; İl:İstanbul 22.05.2003
Eskiden Arko kremin bir reklamı vardı. Evin annesi herkese krem sürüyordu.
Bebeğin poposuna sürdüğü sahneden hemen sonra eşinin yanağına sürdüğü bölüm
geliyordu. Anneannem bu kadına çok kızardı. "Pasaklı kadın! Çocuğun kıçından
sonra elini kocasının yüzüne sürüyor" derdi. Seni seviyordum anneannecim.
MOTHERQUEEN; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 37; Ülke:Yurtdışı 13.05.2003
Canim anneannem hayattayken, saclarini taradiktan sonra tarakta kalan
telleri mutlaka yakardi. Sordugumda, gunah oldugunu dusundugu icin kimsenin
gormesini istemedigini soylemisti. Yanimda gecirdigi son gunlerden birinde
(son gunler oldugunu bilmeden) onu yikayip giydirdim. Saclarini kendisi
taradi. Taraktaki bembeyaz telleri bana verip şöminede yakmamı istedi. Beyaz
sac yumagina baktim, baktim ve goturup hatirasi olan kiymetli esyalarimi
sakladigim kutuya koydum. Yaklasik bir ay sonra onu kaybettik. Simdi kendimi
cok kotu hissettigim, destek istedigim zamanlarda kutudaki saclari öpüp
oksuyorum. Hatta zaman zaman onlarla konusuyorum. Umarim o sac yumagiyla
ruhunu bir sekilde huzursuz etmiyorumdur.
MOTHERQUEEN; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 37; Ülke:Yurtdışı 29.04.2003
Asure yapmakta kendime rakip tanimamAsurenin en onemli kismi bugdayin iyice
pisip ezilmesidir. Bugday aksamdan islatilip ertesi gun 1,5 saat kadar
kaynatildiktan sonra mutfak robotu ortaya cikarilir. Bugdaylar kepce ile
robota konur. (Mutlaka suyundan da ilave edin.) Ardindan pure haline
gelinceye kadar calistirin. Hele de asurenin kuru meyva ve seker konmadan
yapilani olan etli ya da tavuklu keskek seviyorsaniz en guzel yontem bu.
Bunu uygulayan arkadaslardan tek istedigim yaptiktan sonra anneannemin
ruhuna bir dua. Onun yaninda ilk yaptigimda, "Biz 24 saat kazan karistirarak
kendimizi harcamisiz" diye aglamisti.
yesileksielma; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 27; Ülke:Yurtdışı 14.04.2003
eyluli'nin itirafina istinaden... Annemle babam da evde misafir oldugunda
birbirlerine hitap ederken isimlerinin yanina bir de "bey" ve "hanim" ekler.
Babam yalnizken "hanim" kismini kaldirir. Fakat annem eğer tartismiyorlarsa
asla "bey"siz seslenmez. Rahmetli anneannem de buyukbabama "... usta" derdi.
Herhalde annem bu yuzden babama sadece adiyla hitap edemiyor.
balıketiblueblue; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 27; İl:İstanbul 07.04.2003
Anneannem 86 yaşında. Dört yıl önce ablamın oğlu doğduğunda tuzlamak için
uçakla İstanbul'dan Antalya'ya gitti. Hayatında ilk kez uçağa binecekti.
Havaalanına geldiklerinde anneme dönüp, "Kızım burası mı havalanıyor?" diye
sormuş. Canım anneannem, okuma yazma bilmemene rağmen örgülerinin
ilmiklerini çift çift saymana, İstanbul'un en sosyetik semtlerinden birinde
oturmana rağmen hâlâ özünü korumana hayranım. Seni seviyorum.
zeytinliaçma; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 29; İl:İstanbul 01.04.2003
Rahmetli dedem anneannemin devamlı bakımlı olmasını istediğinden ne zaman
mezarını ziyaret etmeye gitsek anneannem saatler öncesinden hazırlanır,
kokular sürer, en güzel kıyafetlerini giydikten sonra ziyarete gidebiliriz.
Aşk mı dersiniz, verilen değer mi? Bunu size bırakıyorum.
müsaitbiryerde; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 34; İl:Muğla 25.03.2003
Anneannem ayni zamanda benim ebem. Cok guzel konusmasina karsin hayatinin
son zamanlarinda bazi kelimelerde teklemeye baslamisti. Merak edip bir de
"hoca"ya baktirmistik. Büyü yapildigini soylemisti. Büyü bozulmazsa
konusmasinin tamamen kesilecegini ifade etmisti. Adam anneannemin oturdugu
evi hic gormemesine ragmen buyunun saklandigi yeri tarif etmisti. Bulup yok
ettik. Fakat 6 ay icinde anneannemin konusmasi gercekten de kesildi. Hatta
bizleri tanimaz oldu. Bazen beni taniyor mi diye gozlerine bakardim. Bir
keresinde gozlerinden yas akmisti ama bir sey soyleyemiyordu. Tibbi bir
rahatsizligi yoktu. Bir suru doktora da gosterdik. Hicbir sey bulamadilar.
Sonra da vefat etti. Annemden daha annemdi.
basribacaksiz; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 27; Ülke:ABD 22.03.2003
Yillar evvel anneannemin annesiyle birlikte (evet dogru yazdim, kadin 90'li
yaslarda öldü) bir futbol maci izliyorduk. Bombayi patlatti: "Sunlara bak
yahu, ekinleri nasil da hic acimadan eziyorlar. Tuh size!"
kirmizilim; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 26; Ülke:Yurtdışı 21.03.2003
Hic aramadigim halde "kismetlerim" hep doktordu. Simdi de bir doktorla
evliyim zaten. Anneannemi her aradigimda daha ben nasilsin demeden, "Aman
kocanin kiymetini bil" diye nutuk atmaya baslar.
yukarı; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 28; İl:Bursa 12.03.2003
Lohusayken anneannem başıma kırmızı kurdele takmam için ısrar etti. O zaman
nazar değmezmiş. İnsanlar kırmızıya bakarken bana bakmazlarmış. Saçıma
kurdele takamayacağımdan hatırı kırılmasın diye kırmızı küpelerimi taktım.
Ziyaretime gelen pek çok kişinin ilk söylediği söz, "Küpelerin ne güzelmişşş"
oldu. Gördüğünüz üzere anneannem boşa konuşmamış.
esekarisi; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 27; İl:İstanbul 09.03.2003
Benim babaannem de hastalandığında kelimelerin her hecesini çoook uzatarak
hep şunu söyler: "Oğğğlllluuuummmm beeennnnn arrrrtttıııkkkk
ööölllüüyoooorruuuum!" Sırf bu yüzden hasta olduğunu öğrendiğimde yanına
gitmem. O da hemen bana küser.
hadigorusuruz; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 35; Ülke:ABD 31.01.2003
Annemle anneannem basbasa vermis miril miril konusuyorlardi. Bir yandan
TV'de haberleri izliyor, bir yandan da bu şhane kadinlari dinliyordum. 90
yasindaki anneannem birisinin saglik sorunlarindan bahsediyordu. "Daha cok
da genc cocuk" deyince acaba bildigim biri mi diye kimden bahsettiklerini
sordum. Y. amcadan bahsediyorlarmis. Kendisi 65 yasindadir! E tabii ne de
olsa anneannemden 25 yas kucuk. Gorecelik kurami.
hadigorusuruz; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 35; Ülke:ABD 29.01.2003
Ben kucukken evde hep radyo calardi. En cok da Turk sanat muzigi sarkilari.
Canim anneannem "Yine bir gulnihal"i duyar duymaz ''Benim sarkim caliyor"
deyip radyonun sesini biraz daha acardi. Bir gun spiker bunu 'Munir Nurettin
Selcuk'un sarkisi' diye anons ettiginde, "Ama o benim anneannemin sarkisiii"
deyip aglamistim. Affet ustad, cocuktum.
egy; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 27; İl:İstanbul 31.12.2002
Çocukluğumuzu beraber geçirdiğimiz kuzenim 1998 yılında amatörce başladığı
mankenlik mesleğinde hayli ilerledi. Şu anda oldukça tanınan bir manken.
Birkaç hafta önce beraber yemek yedik. Bu görüşme paparazzi programlarından
birine konu olmuş. "Manken X'i herkesten gizlediği sevgilisiyle yakaladık"
diye defalarca göstermişler. Bunu duyunca kuzenimi arayıp üzüntümü ifade
ettim. O da hatam olmadığını, üzülmememi söyledi. Bizim için olay
kapanmıştı. Ta ki hafta sonunda anneannemi ziyarete gidene kadar. Anneannem
sinirli bir şekilde evin içinde dolaşarak kendi kendine söyleniyordu. "O
yalan haber kadıncağızın sinirlerini bozdu" diye düşünürken elindeki bastonu
kafama indiriverdi. "Ahlaksız! O senin akraban!" dedi. Evde herkes gülmekten
kırılırken ben başımın ağrısına mı yoksa zaten sinir olduğum paparazzi
programlarından biri yüzünden dayak yediğime mi yanayım bilemedim.
napiyimyaa; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 18; İl:Ankara 06.11.2002
Anneannem iki yıldır Digiturk'e üye. Digitürk ödemenizi geciktirince
televizyonunuzda, "Lutfen ödeyin" gibi bir yazı cikiyor. Iki hafta önce
anneannem televizyonun önünde telefonla konusurken bi anda bu yazi çikmis.
Anneannemin tepkisi: "Aaaah! Goruyo musun? Birkac gün geciktirdik diye tum
Turkiye'ye rezil ettiler bizi!"
cimadam; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 36; Ülke:ABD 25.10.2002
Kucukken anneannemle parka gitmisiz. Orada TRT cekim ekibi bizi cekmis,
anneannemle konusmuslar ve bir hafta sonra aksam yayinlanacagini soylemisler.
O gece herkes bizim evde toplanmis. Bu arada ben yeni ayakkabilarimi giymeye
baslamisim. Annem, "Neden simdi pabuclarini giyiyorsun?" diye sorunca da,
"Televizyona cikacagiz, ayip olmasin" demisim.
kediaman; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 25; İl:İstanbul 13.02.2002
Anneannem ölüyor. O beni büyüten kadın. Hayatı boyunca, sadece çocukları ve
torunları için yaşamış bir kadın. Ait olduğu Anadolu kültürüne rağmen sırf
torunlarının gönlü olsun diye evinde tirbüşon bulunduran, Ramazan'da evde
bira içeceksek, "Açacak yok, kapıda açın" diyen, yıllardır ailenin bütün
torunlarının, "Bak anneanne bu benim sevgilim" diye götürdüğü tüm kadın ve
erkeklerin isimlerini ezberlemek için çaba sarfeden ve bundan mutlu olan,
ölüm döşeğindeyken, ilk kez gördüğü yeni sevgilime, "Oğlum, kızıma iyi bak"
diyebilen dünyanın en iyi anneannesi ölüyor. 83 yaşında. Hayatı boyunca
sürekli sorunlu bir aileye sahip olmuş ama bundan bir gün olsun şikayet
etmemiş nefis bir kadın. Biliyorum ki çok az vakti kaldı. Bugün İzmir'den,
bir haftadır kaldığım yanından döndüm. Dün akşam evden çıkmadan önce onu
öperken bir daha göremeyeceğimi biliyordum. Biraz önce telefonda sesini
duydum. Sadece, "Yolculuk nasıl geçti?" diyebildi. Boşver yolculukları
anneanne, asıl sorun sana asla teşekkür edememiş olmam. Benim için yaptığın
her şeye teşekkürler. Seni çok seviyorum. Biliyor musun? Bu kez doğru insanı
buldum. Neyse ki seni görebildi, tanışamayacaksınız diye ödüm kopuyordu.
Gözün arkada kalmasın, o iyi bir adam ve beni çok seviyor.
unuttum_; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 27; İl:İstanbul 25.09.2001
Öğretmenim. Pazar günü okulda yapılan veli toplantısına gitmeyi unuttum. Eve
gelen telefonlara cevap vermedim. O sırada bahane arıyordum. Aklıma sadece
çocukların ufak tefek yalanları geldi. Oysa yalana da çok kızarım. Sonunda
bulduğum ise bayağı büyük oldu: "Eşimin anneannesi kanser. İdareye acil bir
telefon geldi ve gitmek zorunda kaldık" dedim. Oysa ben o saatte mükemmel
bir sabah kahvaltısı yapıyordum. Üzgünüm arkadaşlar ve en çok da anneanne,
çünkü seni öldürdüm.
itiraf_etmem; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 35; Ülke:Yurtdışı 07.09.2001
Kucukken hatirladigim en kotu masal anlatan kisi anneannemdi. Masallarina
hep, "Masal masal matador, iki sican got atoor" diye garip bir tekerlemeyle
baslar, ben de masal boyunca bunun ne demek oldugunu dusunup, sicanlarin
nasil dot atabilecegi konusunda varsayimlarda bulunarak onlari cesitli
sekillerde dot dote gozumde canlandirirdim.
MOTHERQUEEN; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 37; Ülke:Yurtdışı 06.09.2001
"neariyorum" rumuzlu arkadasin yazdiklarini okuyunca gozyaslarimi tutamadim.
Yaklasik 5 sene once canimdan cok sevdigim anneannem, "fistigim", hasrete
daha fazla dayanamayip vatanindan, topragindan kopup yanimiza gelmisti. 90
yasinin esiginde ona torun rahati yasatabilmenin huzuru tarif edilemez bir
duyguydu. Ama 2 senenin sonunda hakli olarak geri donmek istedigini ve "zamaninin"
geldigini soyledi. Kizdik. Bizi dusunmedigini, bencil oldugunu soyledik. O
ise nuh dedi peygamber demedi ve kararli bir sekilde biletini aldirdi.
Ayrilmasindan 2 hafta once ailemin evine gittim ve onu kendi evime getirmek
istedim. 4 saatlik araba yolculugunun daha basindayken midesinin bozuldugunu
hissetti ve en yakindaki benzin istasyonuna girmemi istedi. Zar zor tuvalete
yetistirdim. Ama daha adimini atarken olanlar oldu. Yaslilarla yasayanlar
bilir. Kat kat camasir giyerler. Binbir zorlukla onu soydum ve disarda sira
bekleyenlerin homurtulari arasinda, islak mendillerle temizledim ve
cantasindan temiz camasir, kiyafet getirdim. Bunlari hic agiz-burun
kivirmadan yaparken, o gozlerinden "Hakkini nasil oderim, sana verdigim
emekler bosa gitmemis" diyerek sicim gibi yas akitiyordu. Arabaya binince de
benden, anneme, yani kizina bile bir sey bahsetmememi aglayarak istedi.
Benim canim anneannem her seyin en iyisine layik biriydi. Kurtulus Savasinda
savasan ve Efe olan dedemle birbirlerine olan tutkularini, Yunanlilardan
kacma oykulerini, Ataturk'le tanismasini, "kofte" ile Kazim Karabekir'in
sofrasinda tanismasini dinleyerek buyudum. Ben o gun onu temizlerken,
zamaninda onun yikadigi ve bana ait olan bebek bezlerinin kalintilarinin
tirnaginin dibinde oldugundan adim gibi eminim. Su an nasil bir insansam
onun bundaki payi cok ama cok buyuk. Bu olaydan 2 hafta sonra, onu
sapasaglam ama gozyaslarima bogup da yollamamin 2 hafta sonrasinda, olum
haberi geldi. Rahat uyu "fistigim" benim. Kalbinde yasli-genc ayirmadan
insan sevgisi besleyen torunlar buyutuyorum sana.
christina-; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 18; İl:İstanbul 16.06.2001
O sıralar annem yeni boşanmıştı. Dedemin evinde kalıyorduk. Anneannem kalp
hastası olduğundan perhiz yapıyordu ve sürekli haşlanmış tavuk yiyordu.
Aslında bu emekli evinde, beyaz da dahil, bütün etler lükstü. 5 yaşındayken,
anneannemi mutfakta tavuk yerken gördüğümde onu masadan kovup, tavuğu
afiyetle yerdim. Annem bu konuda beni çok uyarmıştı ama dinleyen kim!
Tavukların en etli kısımlarını ben yerdim. Kalan yerleri de anneannem
sıyırırdı. İlkokula başladığımda anneannem kalp krizinden öldü. Kimse bana,
"Tavukları sen yedin, ona yiyecek bırakmadın" demedi tabii, ama ölümünden
kendimi sorumlu tutmuştum. Her gece rüyalarımda benden tavuk istediğini
görüyordum. Kırkının okunduğu gece, onun genç kızlığından kalma ve benim
sayemde topuğu kırılmış yazlık ayakkabısına sarılıp, "Anneanne, eğer geri
gelirsen bütün tavukları sana yediririm, ben hiçbir şey yemem" diye
ağlamıştım. Aslında çok çocukça, ama hala bunu kimseye söyleyemedim. Bugün
tavuktan uzak duruşumun altında bu yatıyor işte.
insanolmakistemiyorum; Cinsiyet:Kadın; Yaş:20; İl:İzmir .05.2001
85 yaşındaki dedem bizde kalıyor. Anneannemin ölümünden sonra 83'üne kadar
yalnız yaşadı. Annem çalışmasına rağmen, onu aldı ve en iyi şekilde
ilgilenmeye çalışıyor.
Ama artık bardak taşmak üzere. Tuvaletten ellerini yıkamadan ve sifonu
çekmeden çıkması,
gecenin 4'ünde uyanıp ışıkları yakması, arada sırada hiçbir şey demeden
kapıyı ardına
kadar açık bırakarak firar etmesi!
itirafçı_torun; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 26; İl:İstanbul 19.05.2001
Geçen gün anneannemden bir ped istedim . Ne derse beğenirsiniz, "Bizim
zamanımızda böyle şeyler yoktu, çok özeniyorum bunları kullanmaya".
Anneannem 75 yaşında! Gülmekten bir hal oldum. Daha da komiği, o gün ped
kullanmayıi denedi! Çok güldüm :)
corap23; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 30; İl:İstanbul 27.03.2001
Benim anneannem den de bir karpuz ustu hikayesi. Hani karpuzun ust kismini
yuvarlak kesersiniz de, sonra oradaki etli kisimlari kemire kemire yersiniz
ya; iste onu bize hic yedirmezdi. "Bunu yersen annen mezari boylar" derdi.
"Ama anneanne senin annen de mezari boylayabilir" dedigimizde, "Benimki
zaten gitti, ben o yuzden yiyorum" derdi. Simdi inadina karpuzun ust kismini
ben yiyorum. Annem de hala hayatta.
bendenbukadar; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 24; İl:İstanbul 24.03.2001
Geçen Kurban Bayramı'nda anneannem, pilavımın üzerine kavurmadan koyarken
yağını fazla kaçırdığı için onca insanın önünde, bağırıp çağırıp masadan
kalktığım için köpek gibi pişmanım. Şimdi her görüşümde sarılıp şapur şupur
öpüyorum ama bu icimdeki sızıyı dindirmiyor. 8 yıl önce babaannemi bir kere
gereksiz yere ağlattığım için 5 yıldır aklıma her geldiğinde arkasından
gözyaşı döküyorum. Sırf aynı vicdan azabını bir daha çekmemek için
anneannemden önce ölmek istiyorum.
gece_barut_ve_kan; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 23; İl:İstanbul 02.09.2000
İtiraf ediyorum; ben de yeni farkına vardım ki anneannem benden çok daha iyi
espiri yapıyor
tavşan; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 21; İl:Eskişehir 26.08.2000
Az önce anneannemi hatırladım... ben küçükken ölmüştü. ölmeden önce teyzem
ona bakıyordu ve bir ara bize kapıyı kapatın demişti. o yemyeşil gözlerinden
akan yaşlar aklımdan hiç çıkmıyo, "bana bu kadın kokmuş yemekler yediriyor.
kurtarın beni. burdan götürün!" demişti. o zaman çok küçük olduğum için
algılayamamıştım.Anneannemi uçakla götürmemiz gerekiyoru yoksa doktor
kemiklerinin kırılacağını söylemişti, götüremedik. anneannem 2-3 ay sonra
öldü. onu öyle çok özlüyorum ki, her yanımda o var sanki. gideni geri
getiremiyoruz maalesef biz insanlar. Anneannecim çok yakında yanına gelicem
ve bi daha hiç ayrılmıycaz. seni, o yemyeşil gözlerini ve ellerini hiç
unutmuyorum. yanına geldiğimde yine o parka gideriz öyle değil mi?
çocuk; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 22; İl:Ankara 07.06.2000
Bundan yaklaşık bir sene, bir ay, onsekiz gün önce babaannemi kaybettim.
acısını hala hissediyorum. onu ne kadar sevdiğimi hatırlıyorum. ona ATA'yı
anlatacaktım ama o bunu duyamadan gitti. Keşke 98 yazında yaşadığım her şeyi
zamanında anneanneme(ben aslında babaanneme anneanne derim. Anlatabilseydim.
salak kafam benim. hastane odasında en son bana Çeşme'ye gideceğimizi ve
orada nasıl gezeceğimizi anlatıyordun. sonra yanağıma çok tatlı bir "buse"
kondurdun. çok ağır hastaydın. hatta dilinin şişinden dolayı da
konuşamıyordun. ama beni öpmüştün ve dünyalar benim olmuştu. şimdi yoksun.
ve ben Çeşme'ye gitmek değil adını bile duymak istemiyorum. ATA'yı çok
sevmiştim. onu bile sevmek istemiyorum. zaten o da bunun değerini anlamadı
ve asla anlamayacak. ben prematüre doğmuştum ve sen olmasaydın belki
yaşamıyordum. Canım anneannem. bana baktın kucak açtın. umarım ben de senin
bu sevgine layık olabilmişimdir.
spekülatör; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 25; İl:İstanbul 05.05.2000
Sevgili anneanne, senin paralarını haberin olmadan çok kullandım ama merak
etme geri telaffi ettim. beni affet. bana olan güvenini sarsmak
istememiştim.
SolarBeach; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 24; İl:İstanbul 26.01.2003
Doksan beş yaşındaki büyükbabamın birkaç sene önce vefat eden büyükannemin
mezari başında toprakları okşayarak ağlaması ve ona hâlâ daha deli gibi aşık
olması herhalde milyonda bir görülecek bir şey. Altmış senelik evlilik ve
yetmiş senelik tanışıklıktan sonra sanırım insan böyle oluyor. Allah
hepimize böyle büyük aşklar versin.
güvercinkarası; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 28; İl:Aydın 15.11.2003
Mezun olduktan üç ay sonra göreve bir devlet hastanesinin yoğun bakım
ünitesinde başladım. İlk nöbetlerimden biriydi. Masmavi, pörtlek gözleri
olan yaşlı bir hastamız vardı. İyi görünüyordu ama gecenin ilerleyen
saatlerinde ansızın kaybettik. Mavi gözleri hâlâ açıktı. Sanki bize
bakıyordu. Morga indirilmesi için hazırlamak üzere başına gittim. Serumunu
çıkarmam gerekiyordu fakat serum askısına yetişemiyordum. Yatağın koruma
demirine ayağımı koyup beni taşıyıp taşıyamayacağını anlamak için epey bir
bastırdım. Taşıyacağına kanaat getirince de ayağımdan güç alarak hızla
şişeye uzandım. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Demir şak diye aşağı
indi. Suratım, daha doğrusu gözlerim, bir anda cesedin açık duran gözleriyle
resmen bütünleşti! O anda donakaldığımı anımsıyorum. Acemiliğin de verdiği
korkuyla odayı çığlıklar içinde, çıldırmış bir halde terketmiştim. Ah
dedecik, toprağın bol olsun. Gözlerin hâlâ aklımda.
beafraidofme; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 22; İl:İstanbul 22.10.2003
Eski sevgilimi geri kazanmak icin bes yildir, "Ne olur kanser olayim" diye
dua edip duruyordum. Bana hâlâ bir seyler hissettigini bildigim icin bana
acir ve dayanamayip geri gelir diyordum. Gecen gün dedemin kanser oldugunu
ögrendim. Bu duama karsilik ceza aldim gibime geliyor. Dedecim sen yeter ki
iyiles. Tek askimi senin sagligin icin silmeye hazirim.
angel6; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 27; İl:Ankara 06.11.2003
Daha ilkokulu yeni bitirmiştim. O zamana kadar hiç kimsenin cenazesine
gitmemiştim. Çok merak ediyordum. Bir gece aklıma nerden geldiyse ailemizin
en yaşlısı olan dedemi düşünerek, "Keşke ölse de cenaze nasıl olur görsem"
dedim. Dedem 3 ay sonra akciğer kanserinden vefat etti. Üzerinden yıllar
geçti ama hep benim yüzümden öldüğünü düşünerek kendimi suçlu hissettim. Şu
anda cenazelere gidemememin sebebi de sanırım bu. Dedeciğim seni çok
seviyorum. Çok da özledim. Ne olur beni affet.
sorrowsgirl; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 34; İl:İzmir 08.09.2003
82 yaşında olan dedem felçli olduğu için yataktan yardımla kalkabiliyordu.
Oğlum dünyaya geldiğinde, "Bunun sünnetini de göreyim başka bi şey istemem"
demişti. Eşim de şaka yollu, "Dede istersen sünneti hemen yaptıralım" diye
cevap verince dedem heyecanla, "Olmaaaaz! Şöyle 9-10 sene sonra" demişti.
Dedemi o sene kaybettik. Keşke sünnette aramızda olsaydın dedecim. Seni çok
özledik.
verycem; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 20; Ülke:Almanya 28.08.2003
Kücükken sürekli duydugum, "Akraba evliligi cok sakincalidir" yargisina bi
türlü anlam veremezdim. Cünkü bizim ailede hep akraba evliliĞi vardi. Annem
babamla evliydi, dedem ninemle, dayim yengemle...
green_eyed_soul; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 23; İl:İstanbul 24.08.2003
80 küsür yaşındaki alzheimer hastası olan dedemi Ankara'dan yanıma aldırdım.
Onun için çok üzülüyorum ama hasta olmasının bir avantaji var. Küçüklüğümden
beri ne zaman elini öpsem yüklü miktarda para veren dedem her zamanınki gibi
yine para verdi. Fakat hastalığından ötürü unutup farklı zamanlarda 4 kere
daha verdi! 2 günde bir aylık maaşım kadar param oldu. Her ne kadar
yararlansam da senin hasta olmanı hiç istemezdim. Yeşil gözlü kedi torunun
seni çok seviyor dedecim
cimbomluganzuk; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 20; İl:Ankara 04.08.2003
Dedem köyden birkaç haftalığına bize gelmişti. Beşiktaş'ın şampiyonluk
kutlamaları zamanıydı. Dedeciğim caddeden geçen Beşiktaş konvoyuna baktı
baktı ve yorumunu patlattı: "Ne bitmez konvoymuş! Herhalde önemli birinin
kızı evleniyor."
countesss; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 27; İl:İstanbul 24.06.2003
Küçükken, Barış Manço'nun o meşhur şarkısında bahsi geçen ''Sarı Çizmeli
Mehmet Ağa''yı dedem zannederdim. "Barış Manço şarkıyı dedeme bir şey
anlatmak için mi yapmış acaba?" diye düşünürdüm. Hatta, "Birilerine borcu
olduğu konusunda yalan söylüyor olmalı. Benim dedemin kimseciklere borcu
olamaz" derdim. Çocuk aklımla çok kızardım. "Bu adamın da işi yok dedeme
şarkı yazmış, herkes şimdi borcu var zannedecek" diye de sinirlenirdim. Bir
gün kardeşim, dedem ve ben ''7'den 77'ye'' programını izlerken Barış Manço
kayalık bir yere çıktı. Denize ha düştü ha düşecek. Tam o esnada rahmetli
dedem komik şivesiyle, ''Hah! Kakıviycen ki şu papazı şincik düşsün''
deyivermişti. O zaman içimden, ''İşte şimdi ödeştiler!'' diye düşünmüştüm.
Her ikisine de Allahtan rahmet diliyorum.
sistem mesajı; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 20; İl:İzmir 07.08.2001
Büyük babam da, dedem de has Yunan kanı taşıyor. Yunanlılar İzmir'e
girdiğinde yapılan kutlamalarda başrol oynamışlar. Türkler İzmir'e girdiği
zaman ise, kelle korkusuna "U dönüşü" yapan bizim iki tırsak, Türk gibi
davranarak kelleyi kurtarmışlar. Benim hiçbir şey bilmediğimi sanan
büyükbabam, savaştaki kahramanlıklarını (!) gözlerinde yaşlarla anlatıyor .
Ah be büyükbaba, vallaha çok komik oluyorsun. Bu arada, bana her şeyi
anlattığın için teşekkür ederim baba... ,Kimin, ne olduğu hiç belli değil
aslında di mi? :)
torun; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 23; İl:İstanbul 23.07.2001
Bu sabah hayatımın dumurunu yaşadım. Sabah tuvalete yöneldim. O da ne? 86
yaşındaki dedem içeride, klozet kapağıyla konuşuyor, hatta tartışıyor. Bizim
klozet kapağında ufak bir çatlak var. Oturduğunuzda poponuz sıkışıyo ve çok
acıtıyor. Dedemden gelen sesler şöyle. (Aynen aktarıyorum.) "Hahaha. Bu
sefer yakalayamadın beni hain kapak. Yendim seni!" İtiraf kısmına gelince:
86 yaşındaki dedemin hayal gücüne 21 yıldır kendimde rastlayamadım...
Regdoll; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 27; İl:Ankara 22.03.2001
Onyedi yaşındayken dedemi kaybettik ve babannem bizle yaşamaya başladı.
Garibim kendi halinde bir kadındı. Tek bir saplantısı vardı; telefon. Ne
zaman telefon çalsa herkesden önce koşar, "Kim arıyor, ne istiyormuş, ne
dedi?" diye atlardı. Bir gün yine telefon çaldı. Babannem atladı tabii. Ben
de sinir olup "Dedem arıyor babanne, seni çağırıyormuş" dedim. Yüzündeki
ifadeyi hala unutamam. Bir hafta sonra onu kaybettik. Hala telefonlara
bakarken, bu sefer de babannem arayıp beni çağıracakmış gibi bir korku
alıyor içimi. Çocuklar ne kadar acımasız oluyor!
dalgakiran_76; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 24; Ülke:Fransa 13.09.2003
Arkadasimla odada otururken babaannesi banyo yapmak icin banyoya girmisti.
Bir muddet sonra kadincagiz iceriden, "X kizim biraz gelir misin?" diye
seslendi. Arkadasim hemen gitti. Babaannesi, "Bi baksana, sampuani kafama
doktum, 2 saatten beri de saclarimi karistiriyorum ama hâlâ kopurmedi" demis.
Arkadasim saskinlikla, "Kopurmez tabii, sacini niye islamadin?" deyince
babaannesi, "Ama bunun uzerinde kuru saclar icin yaziyor" diye cevap vermis!
Ikimiz de dumur olduk tabii. 40 yil dusunsem birinin sampuan uzerindeki
yaziyi okuyup boyle bi sey yapacagi aklima gelmezdi valla.
CinderellaJr; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 22; İl:Ankara 05.09.2003
Babaannem kalp ameliyatı olacağı gün, "Allah bana 10 sene versin yeter.
Torunlarımın üniversiteye girdiğini göreyim. Sonra ölsem de gam yemem"
demişti. Aradan 10 sene geçti. Bütün torunları üniversiteye girdi.
Geçenlerde bu konu açılınca bizimki bütün saflığıyla bombayı patlattı: "10
sene az istemişim yaaa. Bir 10 sene daha isteyim de şunların evlendiklerini
de göreyim bari."
granelli; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 26; İl:İstanbul 13.08.2003
70 yaşındaki babaannemi doktora götürecektim. Acayip panik yaptı. Çok
önceleri sigara kullanıyormuş ama yaşlanınca bırakmış. "Ay heyecan bastı,
ver bir sigara içeyim" dedi. Şaşırdım tabii. Bir tane Parliament sigarası
verdim. Sigarayı tutması bile çok komikti. "Hadi geç kalıyoruz" dedim. "Dur
be evladım. Bak işte acele ettirdin, izmariti içine kaçtı!" demez mi? Canım
babaannem yaa.
esmerböcük; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 28; İl:İstanbul 10.08.2003
Klostrofobim var. Bu korkumun içime ne zaman yerleştiğini gayet iyi
hatırlıyorum. Küçükken bana babaannem bakıyordu. Misafir geleceği zaman beni
salondaki masanın altına saklar, misafirler gidene kadar da oradan
çıkarmazdı. O küçücük yerde sıkılır, oflaya puflaya gitmelerini beklerdim.
Yıllar sonra ona bunu neden yaptığını sorduğumda aldığım yanıt çok tuhaftı:
Ben ortalarda dolanırsam misafirler rahatsız olacağı için ikram edilen
şeyleri rahat yiyip içemezlermiş. Anlayacağınız, böyle sürreal bir düşünce
yüzünden kapalı alanlar ömrümün sonuna kadar kabusum olacak.
kıvırcıkımşekoş; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 28; İl:Ankara 08.08.2003
Babaannemi yıllar önce babası, bir resmi dairede işleri olduğu için şehre
götürmüş. Öğlen yemeği zamanı bir lokantaya girmişler. Yer sıkıntısı olduğu
için 2 adamın yanına oturmuşlar. Yemekler gelince babaannem biraz kendinin,
biraz da babasının tabağından yedikten sonra başlamış masadaki adamların
tabaklarından da yemeye! Bir ondan bir ötekinden! Köy sofrasında öyle olur
ya. Ah garibim yaaa!
asmakilit; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 32; İl:İstanbul 28.07.2003
Eşimin mesleği yaratıcılık gerektiriyor. Bazı günler konu bulamadığı için
sıkıntılı oluyor. Kendimce, derdine derman olsun diye, onun hiç haberi
olmadan adak adıyorum. Nasıl mı? "Ethem Dede Ethem Dede / Gömleği keten dede
/ Kocamın aklına güzel fikirler gelsin / Sana 100 göbek atam dede." Aslında
yetiştirilmesi gereken işler olduğu için illa ki bir şeyler buluyor ertesi
güne kadar. Tabii ben de sabah onun çalışma odasının kapısının arkasında
"sözümü" yerine getiriyorum. Babaannem matrak kadındı. Bu adak şeklini ondan
öğrenmiştim. Kapının arkasına geçip göbek atardı. Hatta annem mutfaktayken,
şakır şukur atılan göbek seslerini duyunca, "Hayırdır, bu kadın yine bi
şeylere adak adamış" derdi. Hadi annemlerde neyse de, hani böyle
yazar-çizerli bir evde Ethem Dede... Şakır şukur... Ne bileyim. Ama vallahi
işe yarıyo yaa. En azından eşim için bir şeyler yaptığımdan benim içim rahat
oluyor.
küçükmaviböcek; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 25; İl:Ankara 20.07.2003
Babaannem kainatın en cimri kadınıdır. Elektrik gitmesin diye evini hala
'gırgır'la süpürür. Su harcamamak için bütün gün çişleri biriktirir, gece
yatmadan önce sifonu bir defaya mahsus çeker. Günlük gazeteye para vermez.
Kendi gibi cimri olan 5 komşusuyla birleşip ortak gazete alır. (Kuponları da
paylaşırlar.) Balkonuna çiçek, fide filan satın almaz. Yürüyüş yaparken onun
bunun bahçesinden yolduğu çiçekleri balkonundaki saksılara eker. Ne hikmetse
bu çiçekler de hep tutar. Yıllanmış, eski, kaçık çoraplarından bulaşık bezi
yapar. Babaannemin en demli çayı, ılık, limonlu bir oralet havasındadır.
Bayram için hazırladığı en şerbetli revani ise portakallı kek kıvamındadır.
Biz çocukken, biriktirip kuruttuğu karpuz çekirdeklerini, çitleyelim de
oyalanalım diye bize kakalardı. Telefonda en uzun 20 saniye konuştuğunu
hatırlıyorum. Salonun bütün ışıklarını söndürüp karanlıkta televizyon izler.
"Yaa babaanne çok karanlık, bi ışık yakalım" dediğimizde, "Televizyonun
ışığı var ya!" diye bizi paylar. Çamaşır ve bulaşık makinasını kullandığını
hiç görmedim. Bayramda gelen çocuklara şeker vermemek için kapıyı açmaz.
Yanlışlıkla açtıysa da kesme şeker verir. Ankara'da bayramlarda belediye
otobüsleri ücretsiz oluyor diye komşularıyla bütün gün Ankara'yı boydan boya
gezerler. Karpuzun kabuğunu büyük bir ustalıkla, öylesine jilet gibi keser
ki (sıyırır ki) aklınız hayaliniz durur. Bırakın kedi köpek beslemeyi,
balkonuna konan güzelim kumruları güvercinleri bile aç bırakır. Bu liste
uzayıp gidiyor. Bilmeniz gereken bir şey daha: Babaannem çok zengin bir
kadındır.
çıtçıtcık; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 27; İl:Bursa 17.06.2003
Anneler Günü'nün arifesinde 85 yaşındaki babaannemi kaybettik. Sağlık
problemleri yoktu. Tek başına yaşıyordu. İstememize rağmen yanımıza
taşınmayı kabul etmemişti. Babam her pazar poşet poşet yiyecek ve olabilecek
diğer ihtiyaçlarıyla ziyaretine giderdi. Dedem vefat ettiğinden beri, 18
yıldır böyleydi. Bu pazar 60 yaşındaki babam kendini odaya kapayıp hüngür
hüngür ağladı. İnsan hangi yaşta olursa olsun anneye ihtiyaç duyuyormuş.
KARAHANLI; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 43; İl:İstanbul 13.06.2003
Babaannem dedemden 8 yaş büyükmüş. Babamlar doğduktan sonra dedem babaanneme
kuma getirmiş. O günden sonra babaannem dedemle tek bir kelime dahi
konuşmamış. Ama kuması ile çok iyi anlaşmış. Tam 50 yıl boyunca kavga
ettiklerini gören olmamış. Onlar Türkiye'nin bir ucunda, biz diğer ucunda
oturuyorduk. Babaannem hastalanınca bizde kalmaya başladı. Ölümünü
beklediğimiz sıralarda, "Dedemi çağıralım, onu affet" deyip izin istedik.
Başıyla onay verdi. Dedem 26 saat yolculuktan sonra geldi. Amcam onu
karşılamaya gitti. Tam evin zili çaldı, dedem babama 'hoşgeldin' diye
sarıldı ki, içeriden ağlama sesleri geldi. Babaannem ölmüştü. Bunu bilerek
yaptığına öyle inanıyorum ki! O ana kadar yaşam mücadelesi verdi ama
barışmadan gitti.
Discoverymax; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 34; İl:Antalya 11.06.2003
Babaannem ölmeden önceki gün babamdan karpuz getirmesini istemiş. Ancak
mevsimi olmadığı için babam aramak zahmetine bile katlanmamış. Babaannemi
kaybettikten sonraki gün evin hemen yanındaki manavda dizilmiş onlarca
karpuz görmüş. Annesinin son isteğini (kendi deyimiyle) aptallığı yüzünden
yerine getirememiş. Babam geçen gün, bunun üzüntüsünü yıllardır çektiğini
gözyaşları içinde anlattı. Canım babam şu anda 70 yaşında.
sealboy; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 34; İl:Ankara 26.05.2003
MTV'de yabancı klip seyrettiğimde babaannem, "Oğlum anana mı sövüyorlar
babana mı belli değil. Sen bana İnanç Dünyası'nı aç da seyredeyim" derdi.
Seni çok özlüyorum babaanneciğim.
loolo; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 22; İl:İstanbul 20.05.2003
Dedem de, babaannem de epey yaşlı. Bir gün hatırlarını sormak için telefon
ettim. Telefonu önce dedem, ardından da paralelden babaannem açtı. Dedem,
"Nasılsın yavrum?" dedi. Babaannem, "İyiyim canım, sen nasılsın?" diyerek
karşılık verdi. Bu telefon konuşması birkaç dakika kendi aralarında böyle
devam etti. Bense gülmekten ağzımı açamıyordum. Sonunda da birbirlerine, "Hoşçakal"
diyerek telefonu kapatmışlardı.
Darphin; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 23; İl:İzmir 20.05.2003
Annem bana hamileyken gözlerim Türkan Şoray’ın gözlerine benzesin diye
sürekli Sultan’ın fotoğraflarına bakarmış. Peki işe yaramış mı? Delisin.
Tabii ki de! Bu arada o dönemde babaanneme bakmamak için de çoook gayret
sarfetmiş. Teşekkür ederim canım anneciğim.
helalbekardesim; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 24; İl:İstanbul 19.05.2003
Yalan Rüzgarı dizisinde Khatrine adında yaşlı ve sosyetik bi karakter vardı.
Kadının tırnakları iğrenç derecede uzundu. Bir gün evcek diziyi izliyorduk.
Rahmetli babaannem birden hayretle, "Bu kadın o tırnaklarla nasıl taharet
alıyor ki?!" demişti. Hepimiz bi an için birbirimize bakıp sonra da
kahkahayı patlatmıştık.
Guava; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 23; İl:İstanbul 14.05.2003
Annemle babam ben çok küçükken ayrıldılar. Ben babamla, 2 kardeşim ise
annemle kalıyordu. Babam eve günlerce uğramadığı için aslında babaannemle
kalıyordum demek daha doğru olur. Bazen başıma bi şey geldiğinde,
alışkanlıktan olsa gerek, "annecim" diye ağlardım. Bunu duyan babaannem, "Ay
bu çocuk annesizliğe dayanamıyor" diyerek benimle birlikte ağlamaya
başlardı. Ben ağlıyorum o ağlıyor! Ben ağlıyorum o ağlıyor! Yorulunca ben
susardım ama o susmazdı. Bu sefer onu teselli etmeye çalışırdım. Her
seferinde, ama herrr seferinde böyle olurdu. Canım benim rahat uyu, artık
annemleyim.
HayriPotır; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 41; İl:İstanbul 01.05.2003
Rahmetli babaannem çocukluğumuzda, "Gece sakız çiğnenmez, ölü eti
çiğnersiniz" derdi. Kocakarı lafı diye güler geçerdik. Bir gece sakız
ağzımda uyumuşum. Sabah kafamda koca yastıkla uyandım. Meğer sakız gece
ağzımdan düşüp kafamla yastık arasına girerek kafama yapışmasına neden
olmuş. Eh be rahmetli! "Ölü eti çiğnersiniz" yerine, "Gece yastık kafanıza
yapışır" deseydin ya.
sisterawake; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 30; Ülke:İngiltere 28.04.2003
Yalan Ruzgari'nin populer oldugu zamanlarda rahmetli babaannemle birlikte
diziyi izliyorduk. Ekranda Nicky konusuyordu. Nerdeyse televizyon ekranina
girecek kadar diziye konsantre olan babaannem, "Bak goruyo musun sen su
Miki'yi" demisti. Canim babaannem benim yaa. Seni cok ozledik.
söylekurtul; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 30; İl:Ankara 17.04.2003
Kardeşimle ben babaannemin banyosunu yaptırırdık. Bu, her pazar bir eğlence
haline gelmişti. Küvete taşıma faslından sonra babaannemi günün sanatçısı
olarak anons ederdim. Tezahürat ve alkışların ardından babaannem duşu eline
alırdı. Biz onu sabunlarken gençliğinin şarkılarını söylerdi. İnce sesiyle
makamları birbirine karıştırır, bizi çok güldürürdü.
nazaretmenolur; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 33; İl:İstanbul 16.04.2003
Babaannemi bir 16 Nisan günü kaybetttik. Babam babaannemi çok ama çok
severdi. Hatta bize, "Benim annem öldü. Artık siz bile ölseniz umurumda
değil" dahi demişti. Babaannemin ölümünden bir sene sonra, saat gece 3'te
babam enfarktüs geçirdi. 6 gün yoğun bakımda kaldı. Bu süre içinde sürekli,
"Anne lütfen beni yanına alma" diye ağladı. Ailemizin büyükleri, birbirini
çok sevenlerden biri ölürse diğerini yanına almak istediğini söylemişti.
Acayip korkmuştum.
kirkakil; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 43; Ülke:ABD 11.04.2003
Rahmetli dedemin adi Abdullah'ti ama anneannem ona surekli Osman diye hitap
iyordu. Dedeme neden Osman dedigini ogrenince cok sasirmistim. Eskiden
ozellikle koy yerlerinde kadinlarin eslerine gercek ismiyle hitap etmesi cok
ayip sayilirmis. Bu yuzden de hanimlar evlendikten sonra kocalarina takma
bir isimle seslenmeye baslarlarmis. Hayatlarinin sonuna kadar da bu sekilde
devam edermis. Hatta babaannem kocasina gercek adiyla hitap ediyor diye
zamaninda cok kinanmis.
şuppililuma; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 30; İl:İstanbul 09.04.2003
Video kasetlerin revaçta olduğu dönemde, şimdi rahmetli olan babaannem de
dahil olmak üzere tüm aile Rocky 4'ü seyrediyorduk. Stallone'nin Rus boksörü
yendiğini gören babaannem, "Bizim çocuk yensin diye Yasin adamıştım. Gidip
okuyayım bari" demişti. Tabii hepimiz gülmekten yere düşmüştük.
boogy; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 28; İl:İzmir 08.04.2003
Dedem 97 yasında. Dogal olarak bunamaya basladı. Babaannem televizyonun
karsısında yatıyor ya da kısa kollu bir seyle oturuyorsa, "Kalk dogru duzgun
otur, adamlar sana bakıyor" diyor. Daha da sevimlisi, ATV haberin sonunda
Ali Kirca "İyi aksamlar" dediginde dedem ayaga kalkıp, "Tesekkurler Ali bey
oglum, sana da iyi aksamlar" deyip kanali degistiriyor.
pussystretcher; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 27; Ülke:Yurtdışı 04.04.2003
Bir super babaanne itirafi da benden. Izmir’deyken televizyonda Ajda
Pekkan’i seyreden, birkac gun sonra Ankara’ya dondugunde televizyonda yine
Ajda Pekkan'a rastlayan babaannemin yorumu: “Buraya da mi geldi bu zilli?!
Nereye gitsem pesimde!” Huzur icinde yat babaannem.
Lillyum; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 30; İl:Ankara 28.03.2003
Rahmetlik babaannemin yaptığını anlatmak farz oldu. Babamın ve halalarımın
sırtı "faça"lı. Babaannem, yeni doğan bebeğin, annesinin kirli kanını
taşıdığına inanır. Bunu akıtmak için de doğar doğmaz jiletle keserdi. Annem
bu sebeple doğumlarını babaannemden 1000 km uzakta yapmış. Babaannem ömrü
boyunca bana ve kardeşlerime bakıp yaşadığımız bütün hastalıkların kirli
kanımızın akıtılmamasından kaynaklandığını söyleyip durdu. Bütün bu çılgın
inanışlarına rağmen dünya tatlısı bir insandı. Onu çok özlüyorum.
betüşşş; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 33; İl:Ankara 12.03.2003
Babaannemle dedem müthiş bir aşkla evlenmiş. Dedem öldükten sonra babaannem
yıllarca, "Akşam oldu hüzünlendim ben yine"yi söyledi durdu. Ta ki
bunayıncaya kadar. Kafası biraz bulanmaya başladıktan sonra her sabahın körü
makyaj yapar, süslenir püslenir, camın önüne otururdu. "Niye hazırlandın?"
diye sorardım. "Cemil Bey geçecek şimdi" derdi. İtiraf mı? Dedemin adı Cemil
değildi ki!
equator; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 30; İl:Sinop 28.02.2003
Beş yaşındaydım. Köye, babaannemlerin yanına gitmiştik. Bir ara tuvalete
girdim. Tuvaletin kapısı birden açıldı. Babaannemin gözleri pek iyi
görmezdi. Utançtan küçüldükçe küçüldüm. Babaannem bana baktı. Ben ona
baktım. Anneme seslendi: "Gelin tuvalete yine tavuk girmiş!" Kadıncağız beni
tavuk zannetmişti yaa.
sağımsarımsak; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 32; İl:Ankara 27.02.2003
Bir spor programında Rıdvan Dilmen şu talihsiz cümleyi kurdu: "Ben
Washington'a inanan bir insanım." 85 yaşındaki babaannemim tepkisi ani ve
keskin oldu: "Allahsız herif! Geber e mi!"
mrcewlguy; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 33; İl:İstanbul 20.02.2003
Bebekken annem, babaannemin ısrarlarına dayanamayıp beni tuzlamalarına göz
yummuş. Uygulamanın sonucunda bütün vücudum baştan aşağı yara olmuş.
Hastaneye götürdüklerinde annem doktordan, "Sen böyle bir cahilliğe nasıl
göz yumarsın? Bir de hemşire olacaksın!" diye azar işitmiş. Hâlâ anlatır.
hıne?; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 30; İl:İstanbul 09.02.2003
Benim babaannem, oturduğu apartmanın sakinlerini on bir ay boyunca laf
taşıyarak birbirine düşürür. Ramazan gelince de iftar yemeği verip
barıştırır. Hacı ya...
DenizBalikYosuN; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 28; İl:İstanbul 25.01.2003
Geçen gün babaannem (95 yaşında) bende kaldı. 1- Haber sunucularını
torunları sanıp bana, "Bunlar benim en hayırlı torunlarım. Her akşam gelip
hal hatır sorarlar" dedi. 2- Elindeki portakalı ısrarla Alı Kırca'ya ikram
etmeye çalıştı. Almayınca da küfür etti! 3- Beni komşunun kızı Melike sanıp
annemleri kötüledi durdu. 4- Aklı başına gelince (yani kim olduğumu
söyleyince) annemleri övüp durdu.
canımtsunami; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 25; İl:İstanbul 13.01.2003
Babaannem tam bir laz kadınıdır. Her zaman elleri ve ayakları kınalıdır.
"Bir kadın öldüğü zaman ellerinde nişan yoksa (tırnaklardaki kınayı
kastediyor) zebaniler ellerini rendeleyecek" der. Babaanne vallahi Stephen
King halt etmiş yani yanında.
baskabirenk; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 31; İl:Eskişehir 04.01.2003
Babamin kucuklugunde, babaanneleri namaz esnasında secdeden geri otururken
bir tencereyi kadincagizin hop diye altina koyarlarmis. Rahmetli de hic
bozmadan, "Seni vallahi doverim. Allaaahu ekberrr!" diyerek namaza devam
edermis.
çilekliturta; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 28; İl:İstanbul 22.12.2002
Babaannem namazında niyazında bir kadındır. Ziyaretine gittiğimizde ev
kalabalık da olsa hep televizyonlu odada namaz kılar. Alışmış olsa gerek,
sesten falan hiç rahatsız olmaz. Bir gün o namaza durmuşken biz televizyon
izliyorduk. Kanalları gezerken birden babaannemin ahenkli sesi dua ile
karışık bir şekilde bizi dumurlara yelken açtırdı: "Velem yuleeedd... Kanalı
değiştirmeeee... Velem yekunlehu... Ajans başlayacaaak... Kufuven ahad!"
rumuzdegisti; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 25; İl:Ankara 17.12.2002
Su ana kadar ucaklardan caldigim seylerin haddi hesabi yok: Catallar,
kasiklar, kucuk sisede likorler, iki tane koltuk kemeri, kulaklik... Bir
keresinde babaannem icin bi tane calmistim. Kadincagiz uzerine yapismis
saclari gorunce, "Bunlar gavur saci" deyip battaniyeyi atmisti.
eksez; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 26; İl:İzmir 10.12.2002
Seksen iki yaşında olan babaanneme hayranım. Ondaki enerji ve akıl bende
olsa inanın beni kimse tutamazdı. Babaannemin altı tane torunu var. Fakat
hiçbirimizi aynı gece yemeğe götürmez. Böylece altı akşam farklı yerde yemek
yer. Oturma odasındaki koltuğunun yanında TV ve klimanın kumandası, telsiz
telefonu hazır bulunur. Cep telefonu özentisi de var ama konu komşudan
utanıyor. Hafta sonları büyük alış veriş merkezlerine götürdüğümde aldığı
şeyler cola, Fanta, hazır pizza, dondurulmuş yiyecek, cips, bir kiloluk en
az dört çeşit dondurma
böciş; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 30; İl:İzmir 09.12.2002
Yetmiş sekiz yaşında, tonton bir babaannem var. Ne kadar modern olsa da
gelişmiş teknolojiye ayak uydurmakta epey zorlanıyor. Buna en güzel örnek
evimi aradığında telesekretere bıraktığı not: "Babaannesi aradı dersiniz."
the others; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 38; İl:İstanbul 18.11.2002
Babam devlet tiyatrosu sanatçısıdır. Altı yaşındayken bir oyunun
galasındaydık. Çok tembih edildiği halde oyunun ortasında, "Babamı
öldürmeyin. Onun suçu yok!' diye bağırmıştım. Babaannem alı al moru mor beni
kulise soktu. Saatlerce de orada ağlamıştım
DoyasıyaYaşamak; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 28; İl:Adana 15.10.2002
Geçenlerde hayatımın dumurunu yaşadım. Bunu yaşatan kişi de Anadolu'nun
kırsal bir kesiminde yetişmiş, Hacca gitmiş babaannem. Son telefon
konuşmamızda neden hala evlenmediğimi sordu. Henüz ailemize layık birisini
bulamadığımı söylediğimde de, "Oğlum eğer öyle ellenmemişini ararsan tabii
ki bulamazsın. Az ellenmişine bakacaksın, az ellenmişinee" dedi. Bu ne yaaa!
Babaanne ne diyorsun sen?
no_breath; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 18; İl:İstanbul 10.07.2002
Brezilya-Almanya final maçını izliyorduk. Brezilya'nın önemli bir atağını
yavaş çekim gösteriyorlardı. Babaannemin söylediklerini aynen yazıyorum:
''Bu oğlanlar da amma yavaş oynuyolar. Bizim yavrularımız aslan gibiydi.
Yine de elendiler.'' Canım babaannem seni çok seviyorum ama teknoloji işte,
çocuklar ne yapsın.
12nciraund; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 23; İl:Adana 26.06.2002
Milli boksörüm. Çok tonton bir babaannem var. Yaşlı olduğu için ne yaptığımı
tam anlamıyor. Her maç sonrası yanıma gelip, "Oğluşuuum! Seni kim dövdü
böyle. Ah elleri kırılsın!" diye onlara beddua ediyor. Ağabeylerimi de, "Siz
ne biçim abisiniz! Kardeşinizi dövdürüyorsunuz" diye kalaylıyor. Onlar da
gülünce küsüyor. Son yaptığım müsabakada kaşım açıldı. Babaannem beni öyle
görünce bastonunu kaptığı gibi elimden tutarak, "Göster onları bana" deyip
beni korumaya çalışıyordu. Babaanne... Sen merak etme. Torunun dayak
yemiyor. Seni de çok seviyor.
sahtekaredi; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 25; İl:Antalya 02.05.2002
İlkokuldayken Commodore 64 bilgisayarımla sık sık "Ghost'n Goblins" oyununu
oynardım. Bu oyunda amaç, mezarlıkta dolaşırken dirilen ölüleri yeniden
öldürmekti. Babannem de ben oynarken izler, arkamda sürekli Fatiha suresini
okurdu. ''Babaanne onlar gavur, anlamazlar'' deyince de sinirlenip terlikle
kovalardı. Tonton babaannemi çok özlüyorum.
dost_biri; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 32; İl:İstanbul 09.01.2002
Geçen pazar babaannem öldü. O kadar yaşlanmıştı ki, doktorlar kangren olan
ayağını dahi kesmedi. Üç gün sonra da öldü. Her odaya girişimde ayağa
kalkardı. Nedenini sorunca, "Yavrum, sen benim tabutumu taşıyacaksın" derdi.
Taşıdım da... Beni bundan daha çok etkileyen ise cenaze yıkanma sırası
beklerken Kozlu gasılhanesinin duvarında gözüme çarpan bir yazı oldu: "Ey
insanoğlu, aklını topla başına, bir gün mutlaka sen de yatacaksın bu musalla
taşına." Bu yazıyı unutamıyorum.
egos01; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 20; İl:Bursa 03.01.2002
İlkokul 5. sınıfın yaz tatiliydi. Babaannemin yanına gitmiştim. Eve bir fare
dadanmıştı. Babaannem bir kartonun üstüne fare zehiri koymuş ve herhangi bir
kazaya sebebiyet vermemek için de üzerine, "fare zehiri" diye yazmıştı.
Bütün gece, "Ya fare okuma yazma biliyorsa" diye düşünmüştüm. Sonunda
dayanamayıp kartonun üstüne, "Fare bu zehir değil" diye yazmıştım. 3 gün
sonra fare öldüğünde de kendimi kahraman gibi görmüştüm.
noluyoruzzz; Cinsiyet:Erkek; Yaş:29; İl:İstanbul 03.11.2001
6 yaşındaydım. Almanya'dan Karadeniz'in bir köyüne gelmiştim.
Ailem Almanya'da kalacaktı, ben ise köyde ilkokula başlayacaktım.
Malum, Almancam o zamanlar süperdi ama Türkçem çok azdı.
1983 yılının Ramazan ayında, babaannemin yanına her gece bir teyze gelirdi.
''Sen ne kadar oruç tuttun?'', ''Ben bu kadar tutabildim'' falan diye
konuşurlardı.
Bende başladı mı bir merak! Babaanneme, ''Ben de yarın akşam oruç tutucam''
dedim.
''Afferin oğluma'' diye sevindi. Ertesi gün hazırlıkları yapmaya başladım.
Kendime;
denizde balık yakalamak için kullanılan kepçelerden hazırlamıştım. Babaannem
gece beni uyandırdı. Yemekler yendi. Babaannem sofrayı kaldırırken dış
kapıyı açtım.
''Oğlum nereye gidiyorsun?'' dediğinde, elimdeki kepçeyi ve feneri
göstererek
, ''Oruç tutmaya gidiyorum'' dedim. O an babaannemin yüz ifadesini
görmeliydiniz.
E ne yapayım yani, bana oruç hakkında hiç kimse bilgi vermemişti ki!
BlueMiracle; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 23; İl:İzmir 19.03.2001
Dedecigimin ayak tirnaklarinda mantar vardi ve cani acidigi icin kolay kolay
tirnaklarini kestirmezdi. Kendisi de kesemezdi. Ayakkabi rahatsiz edinceye
kadar inat ederdi. 4 yil oldu onu kaybedeli. Vefatina sebeb olan gribi ona
ben bulastirdim. Sinir ilaclarini cok ictigi icin yanlis seyler yaptiginda
gizli gizli kahkahalar attim. Vefatindan bir gun once babannem, dedemin ayak
tirnaklarini kesmemiz gerektigini soyledi ve tirnak makasinin nerde oldugunu
sordu. Ben de "Ne tirnak makasi babanne yaa, onlari bahce makasi ancak
keser. Onu getireyim ben sana" dedim. O'nu topraga verdigimizde tirnaklarini
kesememistik. Sonrasinda kurdugum hicbir cumlenin, diledigim hicbir affin ve
doktugum hicbir gozyasinin faydasi olmadi. Affetmedi. Affetmemis olmali ki
hala sucluluk duygusunun agir yukunu ustumde hissediyorum.
kayhanıncivcivi; Cinsiyet:Kadın; Yaş:22;İl:İstanbul 12.07.2001
Küçükken babaannemle beraber yaşardım. Her ay amcamlardan aldığı harçlığını,
gardolabının içindeki rafın altına zarfla koyardı. 13 yaşında bir "cadı"
olarak, o zarfın
yerini bulmak hiç zor olmamıştı. Hatta bu işi öyle azıttım ki, zarftan 5
milyonluk alıp,
yerine 100 bin lira koyuyordum. Zavallı yaşlı babaannem bunu ancak alışveriş
yaparken
fark eder, kapıcıya yanlış para üstü getirdiği için kızardı. Şimdi
düşünüyorum da, o pamuk
yüzlü, melek kalpli babaanneme tüm bunları nasıl da yapabilmişim. Beni affet
Feride Hatun.
qmc;Cinsiyet:Kadın; Yaş:27; İl:Ankara 24.03.2003
Anneannem ve dedem yaklaşık 50 yıllık evli. Birbirlerine aşık olarak
evlenmişler.
Anneannem geçenlerde dedeme "başkalarına yardım yasağı" koydu. Çünkü evinde
bir arıza
olan mahallenin bütün dul kadınları, "Hacı beeey" diye dedemden yardım
istiyormuş.
Çok şekerler yaa.
esekarisi; Cinsiyet:Erkek; Yaş:27; İl:İstanbul 2003
Rahmetli dedem, nur içinde yatsın, çöpçatanlığı çok severdi. Son 4-5
senesinde çok
yaşlandığı için unutkanlığı artmıştı. Eve her gün hastaneden ya bir hemşire
ya da
bir doktor getirip evlendirmek için bizimle tanıştırırdı. Bazen de beni
doktor sanır,
kız kardeşimle evlendirmek isterdi.
savaşolmasın; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 28; İl:İstanbul 22.03.2003
Annemin adı Havva. Dedem nüfusa kaydettirirken kibarlık olsun diye
(yöremizin şivesiyle)
"Havvağanım" (Havva hanım) demiş. Sevgili nüfus memuru da ne duyduysa onu
yazmış.
10 kardeşiz. Bizim kayıtlarımız yapılırken memurlar iyi anlamadığı için anne
adlarımız şöyle olmuş: Havağanım, Havahanım, Havvahanım, Havva Hanım,
Havvağanım.
ciuciu; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 29; Ülke:Yurtdışı 03.03.2003
7-8 yaslarindayim. Ailece sahilde turluyorduk. Arabayi dedem kullaniyordu.
Donemece
geldigimizde birden frene basti. El frenini cekip beklemeye koyuldu. Herkes
birbirine
bakti. Ne kirmizi isik vardi ne polis ne de bir arac. Rahmetli dedem albaydi.
Cok sert
bir insandi. Asker mantigi beynini yikamisti. Pek oyle karsi gelinecek biri
degildi yani.
Babam cekinerek, "Niye durdun baba?" diye sordu. Dedem robotvari bir ses
tonuyla cevap
verdi: "Gormuyor musun? Dur yaziyor!"
lapacıpehlivan; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 26; İl:İzmir 23.02.2003
12nciraund'un itirafını okuyunca aklıma geldi. Mahalli bir güreşçiyim. Dedem
de eski
bir pehlivan. Hiçbir müsabakamı kaçırmaz. İki lafından biri küfürdür. Ben
puan kaybedince
başlıyor hakeme, mindere, seyircilere, rakibe saydırmaya. Allah'tan dişleri
yok da
ne dediğini bir ben anlıyorum. Kazandığımda, "Ulan eşşolueşşek aynı dedene
çekmişsin",
kaybettiğimde, "Ulan it! Hiç mi dedene çekmedin?" deyip kalaylıyor.
isimsizkiz; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 29; Ülke:Almanya 01.02.2003
Dedem seksen iki yasinda. Üc ay önce dügünümde bulunmak üzere Almanya'ya
geldi. Kulaklari pek iyi duymuyor. Bu yüzden sürekli kitap okur. Benim
evimde de eline bir kitap aldi ve ilgiyle okumaya basladi. Ancak Türkiye'ye
dönüs tarihine kadar bitirememis. Bunu, o gittikten sonra kitabin arasina
koydugu isaretten anladim. O günden beri dedemin o kitabi hicbir zaman
bitiremeyecegini düsünüp düsünüp üzülüyorum. Onu kaybetmekten cok
korkuyorum. Söz konusu kitaba da henüz okumadigim halde dokunamiyorum.
Kitaba resmen veda mektubu muamelesi yapiyorum. Dedecigim, biraz dayan, söz,
yaza getirecegim kitabi
yoksizerumuz; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 22; İl:İstanbul 14.11.2002
Bugün arkadaşımla okuldan eve dönerken dedesi cep telefonuyla onu aradı.
Aynen şöyle demiş: "Oğlum birazdan kontörüm bitecek. Çabuk gel telefonuma
kontör yükle. Bir de telefon defterine yeni bir numara kaydedeceksin."
Arkadaşım hemen minibüse atlayıp dedesine gitti. Ben de rüya gördüm herhalde
diye düşünerek eve geldim.
lockedintoilet; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 21; İl:Ankara 15.10.2002
Dedem geckin yasina ragmen hicbir seyden geri kalmaz. Bir gazetenin
kuponlarini biriktirip kendine bir cep telefonu ve hat almayi basarmisti.
Telefon hakkindaki her seyi merak eden dedemi bu konuda aydinlatmak da bana
dustu. Arama yapmayi, gelen aramayi cevaplamayi ogrendikten sonra mesajlara
geldik. "Dede simdi sol ok tusuna iki kere bas" dedim. Bastı. "Simdi 'yes'
de." (Yes tusuna bas anlaminda.) Dedem telefonu kulagina dayayip var gucuyle,
"Yeeees!" diye bagirmisti. Kurtlar kocayinca kopege maskara olur diye bosuna
dememisler.
aDiMarCoPoLo; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 21; İl:İstanbul 09.08.2002
1940 yılından beri piyasaya çıkan tüm teknoloji harikalarını (!) takip eden
dedem, 95 yılı sonlarında ilk cep telefonu kullanıcılarından biri olmuştu
bile. O akşamı unutamam. Büyük bir sessizlik içinde paketi açıp sim kartı
yerleştirmiştim. Telefonu ilk açtığımda herkes ekrana kilitlenmiş bakıyordu.
Birden, "Şebeke arıyor" yazısı beliriverdi. Dedem hemen atıldı, "Evladım
cevaplasana çabuk, bak biri bizi arıyor". Toprağın bol olsun dedeciğim. Nur
içinde yat.
yacute; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 23; İl:İzmir 30.07.2002
Geçen hafta dedemlerde kaldığım bir gece banyoda gizli gizli sigara
içmiştim. Benden sonra banyoya giren dedem, "Burda garip bir şey kokuyor.
Sen sigara mı içtin yoksa?" diye sordu. O anda nerden aklıma geldiyse,
kokunun çamaşır makinasından geldiğini söyledim. Bu ufacık yalanım eve
yetkili servisin çağırılmasına, servisçinin biraz baktıktan sonra, "Bir şey
yok amca" demesine rağmen dedemin ısrarıyla bütün makinayı sökmesine ve
durduk yere 32 milyon lira zarara girmemize neden oldu. Tamirci dedemin
dilinden kurtulamayacağını anlayınca makinanın içinden sağlam bir parçayı
değiştirmek zorunda kaldı.
offfcuk; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 19; İl:Ankara 11.02.2002
Bugün akşamüstü dersaneye giderken yol kenarında bir ayakkabı boyacısı
gördüm. O anda ayakkabılarımın çok kirli olduğunu farkettim. Hemen sağa
çekip arabadan indim. Boyacı 60-70 yaşlarında, gerçekten kötü giyimli,
gözlerinde zavallılık ifadesi olan, tonton bir dedeydi. Adam önce arabaya,
sonra ayakkabılarıma, en son da gözlerimin içine acı acı baktı. O anda
kendimi çok kötü hissettim. İşi bitince çok komik bir para talep etti ve
iyice kötü olmamı sağladı. Arabaya bindiğimde gözlerim doldu. Kendimden
utandım. Baba parası yiyen, elindekileri kesinlikle hak etmeyen, kıymet
bilmeyip şükür etmeyen adi insanın biriyim.
bişeyuyduramadım; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 31; İl:İstanbul 20.01.2002
Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde fazlaca dolaştım. Şimdi de aynı bölgedeyim.
Yoksulluk her yerde var ama bu taraflardaki daha acı, daha yakıcı.
Dilenenlere para vermekten pek hoşlanmam. Hele arsız arsız gelip yapışan, "Bi
ekmek parası aağbiii" diyenlere kızarım. Dün dayanamadım, çok yaşlı bir
dedeye para verdim. Tam adamın yanından ayrılıyordum ki, dağlardan topladığı
otları satan bir başka yaşlıyla gözgöze geldim. Adam acı acı baktı. Diğeri
dilenirken, o ise ekmek parasını bir şeyler satarak kazanmaya çalışıyordu.
Utanarak, ondan da gerginliğe iyi gelen bir karışım ve dağ nanesi aldım.
Gönül ister ki o insanlara ekmek almak yerine, ekmek kazanmasını öğreteyim.
kukületa; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 19; İl:İstanbul 18.12.2001
Annem Akbank'da çalışırdı. Bu yüzden Sakıp Sabancı'yı hep dedem sanırdım.
|skyscraper|; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 21; İl:İstanbul 24.11.2001
Küçükken hep yarım gün, öğleye kadar oruç tutardık. Dedem marangozdu. Bize,
"Siz küçüksünüz. Yarım yarım tutun. Dedeniz sonra onları birbirine çakar"
derlerdi. Biz de inanırdık.
yetmismemis; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 23; İl:İstanbul 16.10.2003
Birkaç yıl önce aile büyüklerimiz bir araya gelmiş sohbet ediyorlar.
Büyükannem bir kenarda masum masum dinlerken bir yandan da muhabbete nasıl
girerim diye bakıyor. Derken o tarihi an geldi. Büyükannem babama dönüp
gayet ciddi bir şekilde, "Oğlum 19 Mayıs bu sene ayın 19'una mı geliyor,
20'sine mi?" diye sordu! Tabii hepimiz koptuk. Büyükanne ne diyim yaa, alem
kadınsın.
Pixx; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 26; İl:İstanbul 11.03.2003
Bir yılbaşı gecesi kanallar arasında geçiş yaparken bir kanaldaki dansözden
sonra diğer kanalda ambulansı gören büyükannem bombayı patlatmıştı: "Bu
kadar da göbek atılmaz ki. Bak dansöz bayıldı."
Mr.Zebra; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 28; İl:İstanbul 07.03.2003
Kemer'deki Dünya Ralli Şampiyonası'na gittim. Orada tanıştığım biri anlattı.
Büyükannesiyle birlikte televizyonda eski yarışlardan birini izliyorlarmış.
Teyze ekranda kan ter içindeki pilotu ve yanında yol notu okuyan co-pilotu
görünce bombayı patlatmış: "Edepsize bak! Adam orda canı burnunda araba
sürüyo, sen otur yanında gazete oku!"
SolarBeach; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 24; İl:İstanbul 26.01.2003
Doksan beş yaşındaki büyükbabamın birkaç sene önce vefat eden büyükannemin
mezari başında toprakları okşayarak ağlaması ve ona hâlâ daha deli gibi aşık
olması herhalde milyonda bir görülecek bir şey. Altmış senelik evlilik ve
yetmiş senelik tanışıklıktan sonra sanırım insan böyle oluyor. Allah
hepimize böyle büyük aşklar versin
sorrowsgirl; dedesi; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 37; İl:İstanbul 02.09.2003
Babam 40 yıl önce annemle evlenebilmek için yüklüce başlık parası ödemiş.
Parası olmadığı için faizle borç almış. Evliliklerinin ilk yılları bu borç
yüzünden maddi sıkıntıyla geçmiş. Babam bunları başbaşa sohbet ettiğimiz bir
yaz akşamında, gayet doğal bir şeymiş gibi anlattı. Fakat sonra
anlattıklarından pişman oldu. Anneme duyurmamamı sıkı sıkı tembihledi.
"Sakın dedenden nefret etme, geleneklerimiz böyleydi" demeyi de ihmal
etmedi. Yıllar önce ölen dedemden nefret etmiyorum ama babamı eskisinden
daha çok seviyorum.
verycem; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 20; Ülke:Almanya 28.08.2003
Kücükken sürekli duydugum, "Akraba evliligi cok sakincalidir" yargisina bi
türlü anlam veremezdim. Cünkü bizim ailede hep akraba evliligi vardi. Annem
babamla evliydi, dedem ninemle, dayim yengemle...
küçükmaviböcek; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 25; İl:Ankara 22.07.2003
70 yaşındaki canım anneannem dedemin vefatından sonra 25 yıl dul yaşadı. Çok
hoş, alımlı, çevresindeki erkekler tarafından beğenilen bir kadın olmasına
rağmen kimseye yan gözle bile bakmadı. Fakat 6 sene önce sürpriz bir aşk
yaşadı ve 2. evliliğini yaptı. Bütün aile onun 2. bahar yaşama isteğine
saygı gösterip destek olduk. O dönemde anneannem yeniden doğmuş gibiydi.
İnanılmaz bir motivasyon, müthiş bir yaşam enerjisiyle adeta genç kızlara
benziyordu. Ne yazık ki daha evlendiklerinin ilk ayından itibaren sorunlar
başladı. İlerleyen dönemde çekilmez hale gelince 1 yıl dolmadan boşanma
kararı aldılar. Anneannem resmen yıkıldı. Düzenini yeniden kurması, kendini
toparlaması çok zor oldu. Adam başka bir kadınla evlendi. Üzerinden bunca
yıl geçmesine rağmen anneannem hâlâ çok mutsuz. Geçen gün, Asmalı Konak'taki
Sümbül Hanım'ı çok beğendiğini, ona gıpta ettiğini, Ali Hamzaoğlu ile aşkını
çok kıskandığını, onları tekrar tekrar izleyip her seferinde de ağladığını
söyledi. O kadar kötü oldum ki anlatamam. Canım anneannem nolur kendini
toparla artık. Seni çok seviyorum.
tenten67; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 36; İl:Ankara 14.07.2003
Babam çocukken yazın sokakta oynamaktan güneşten teni kararınca akşam
babasından temiz bir dayak yermiş. Çünkü onların zamanında yanık ten ayıp
sayılırmış. Öyle çocuklara "avare" gözüyle bakılırmış. Yanık tenliler
genelde tarlada çalışan insanlarmış. Doğu'nun bir ilinde devlet memuru
olarak, yüksek mevkide çalışan dedem oğlunun işçi sanılmasını istemiyormuş.
Şimdi ise çocuklarımızı güneş görsün diye denize, havuza götürüyoruz. Kuşak
farkı bu olsa gerek.
promethe79; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 24; İl:Ankara 06.10.2001
1- Babamın yanında sigara içemiyorum. Babam da dedemin yanında içemiyor.
Dedemlere oturmaya gittiğimizde sigara içmek için mutfağa kaçıyorum, bir de
bakıyorum ki babam da dedemden kaçmak için mutfağa gelmiş. Ustalıkla
sigaramı söndürüp, "Baba, çok ayıp" diyerek takılmadan da geçmiyorum.
gogocart; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 41; İl:İstanbul 15.08.2002
Rahmetli dedem son yıllarını çok huzursuz geçiriyordu. Bir gün bana
yıllardır sakladığı bir sırrını açıkladı. 194O'lı yıllarda, hükümet
yahudilerin mallarına el koymaya karar verdiğinde (Varlık Vergisi) dedem bir
yahudinin yanında çalışıyormuş. Dedeme çok güvenen bu adam dedemi
yetiştirmiş, tüm işi öğretmiş. Varlık Vergisi gündeme geldiğinde dedem, onun
işletmesini ve tüm mallarını "emaneten" üstüne almış. Olay sona erdiğinde
ise adamı kapı dışarı etmiş! Hatta bununla da kalmamış, her türlü kötülüğü
yaparak onu yaşadığı yerden, ortamdan da kovdurmuş. Adam sefil bir biçimde
yurtdışına gitmek zorunda kalmış. Bu olay dedemi son yıllarında
kahrediyordu. Olaya el koymaya karar verdim. Bir-iki musevi arkadaşımdan
adamın buradaki akrabalarını buldum. Meğer adam her sene yazları İstanbul'a
gelirmiş. Ona telefon edip dedemin ölmek üzere olduğunu söyledim. Adam hiç
düşünmeden geldi, hakkını helal etti. O gün dedemin hüngür hüngür ağlamasını
unutamam. Son günlerini huzur içinde yaşadı.
Lord_Luthar; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 17; İl:Ankara 26.08.2002
Evde yalnızdım. Sigaram kalmamıştı. Dolapları kurcalarken bir sigara paketi
buldum. Bizim evde ben hariç kimse sigara içmez. Sabaha kadar paket bitti.
Akşam kardeşime, "Dün evde bi paket sigara buldum" dedim. Meğer o paket
dedemin son sigarasıymış. Çok pişman oldum tabii. Babannem onu o kadar yıl
saklamış.
nağamat-ı_emvac; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 26; İl:Eskişehir 01.10.2002
On üç yıl aradan sonra bir düğün vesilesiyle iki saatliğine de olsa köyümü
görmeye gittim. Sonuçlar: 1) Bu kısa zaman zarfında ziyaretine gittiğim
dayım, anneannem, dedem, iki teyzem ve halam beni tanıyamadı. 2) Hepsi
hüngür hüngür ağladı. Özellikle seksen yaşındaki dedemin hıçkırıkları ve
anneannemin, "Nereden geldiğini unuttun!" lafı aklımdan çıkmıyor. 3) Zamanın
insanı çok değiştirdiğini, on üç senenin insan hayatında çok uzun bir süre
olduğunu anladım. 4) Bu ayın başında tatile çıkıyorum. Daha önce planladığım
gibi Marmaris'e değil köyüme gidicem.
BİR KİTAP: YAŞLILIK & DOSTLUK (*)
CICERO
“ .....yaşlı kimselerin çoğuna göre yaşlılık öyle kötü bir şeydir ki “Onun
yükünü taşımak Atına’yı taşımaktan daha ağırdır.” derler.
Kendilerinde iyi ve mutlu ömür sürmek için azıcık yetenek olmayan kimselere
her çağ ağır gelir, ama her iyiliği kendinden bekleyen insanlar için doğal
zorunlulukların hiçbiri kötü görünemez.
Yaşlılığa herkes ulaşmak ister, ulaşınca da onu kötülerler. Bu
dengesizliktir, mantıksızlıktır.
İnsan ha seksen yaşında, ha sekiz yüz yaşında olmuş, yaşlılığın ağırlığı
aynı değil midir? Öyle yok geçmiş zaman ne denli uzun olursa olsun, bir kez
akıp geçti mi, düşüncesizlerin yaşlılığını kolaylaştırarak avuntu yoktur.
Doğanın öbür çağlarına önem verip de, yaşlılığa aldırış etmemek olacak şey
değil...
Ağaçta ve yerde yetişen meyvelerin zamanı gelince olgunluktan geçmesi ve
düşmesi gibi, insan ömrünün de bir sonu olması zorunlu. Bilge insan buna
uysallıkla katlanır. Doğaya karşı gelmek devlerin yaptığı gibi tanrılara
kafa tutmak değil midir?
Suç yaşlılık da olsaydı, aynı dertleri bende çekerdim, diğer yaşlı kimseler
de; oysa öylelerini tanırım ki yaşlılığa sızlanmadan katlanırlar, ne iyi
oldu da tutkuların zincirinden kurtulduk, derler; eş dost tarafından da bir
yana bırakılmazlar.
Bu tür sızlanmaların tümüne yol açan suç yaşta değil, huydadır. Ilımlı olan,
hırçınlık, terslik etmeyen kimselerin yaşlılığı dayanılmaz bir şey değildir;
huysuzlukla terslikse, insanı her çağda sıkar.
Yaşlılık başı pek darda olana bilge olsa da kolay gelmez; ama bilge
olmayana, bolluk içinde yaşasa bile ağır gelir.
Yaşlılığa karşı en yetkin silahlar bilgili ve erdemli olmaktır. Bu erdemler
uzun ve dolu bir ömür sürdükten sonra insana tadına doyulmaz bir zevk verir;
çünkü bunlar insanı hiçbir zaman, dahası yaşlanınca bile terketmezler.
Yaşlılık güçlü ve yengi kazanan bir ata benzer.
Yaşlılığı kötü gösteren dört neden
-İnsanı işlerden uzaklaştırması,
-Bedeni zayıflatması,
-İnsanı hemen her zevkten yoksun kılması,
-Ölüme yakın oluşu...
Yaşlılık, insanı işlerden uzaklaştırırmış. Hangi işlerden? Gençlik ve güç
isteyen işlerden mi? Yaşlılara göre, beden güçsüz de olsa, manevi güçlerle
yapılabilecek işler yok mudur
Yaşlıların işe yaramadığını söyleyenler boş konuşuyorlar; böyle bir savda
bulunmazlar, denizde dümencinin hiçbir şeye yaramadığını söylemiş gibi
oluyorlar, “Öyle yo” diyorlar,” gemide kimi direğe tırmanır, kimi güvertede
koşuşur, kimi sintineyi boşaltır, dümenciyse dümen elinde geminin kıçında
rahat rahat oturur.”
Yaşlılar gençlerin yaptığı işleri yapmazlar, ama çok daha büyük, çok daha
iyi işler görürler. Büyük işler kol gücü yada hız ve çeviklikle değil,
düşünce, sözünü geçirme, ortaya doğru düşünceler atmayla başarılır. Yaşlılar
bu ortamlardan yoksun olmak şöyle dursun, onları arttırmışlardır bile..
Şimdiye dek başınızda olan aklınız nereye gitti de Çılgınlar gibi yolunuzu
şaşırdınız.
Isparta’da en onurlu görevlerde bulunan kimselere “Yaşlılar”denir. Bunlar
gerçekten de yaşlıdırlar. Dünyada en büyük devletler gençlerce yıkıma
sürüklenmiş, yaşlılarca da kurtarılmış ve kalkındırılmıştır.
Yaşlandıkça bellek zayıflar, derler. İşletmezsen yada yaradılıştan ağır
işliyorsa, zayıflar elbette. Ben belleğimi yitirmekten korkmam.
Bir yaşlının hazinesini gömdüğü yeri unuttuğunu doğrusu hiç duymadım;
yaşlılar iş edindikleri şeyleri, mahkeme için saptanan günleri, kimden
alacakları, kime verecekleri olduğunu akıllarında tutarlar. ..........öyle
çok şey anımsarlar ki onlar ........ yalıların aklına bir şey olmaz, yeter
ki çabalarını ve eylemlerini sürdürsünler, bu yalnızca parlak ve onurlu
konumlarda bulunan kimseler için değil,kendi halinde bir ömür sürenler için
de böyledir.
..... ne kadar yaşlı olursa olsun, bir yıl daha yaşayabileceğini düşünmeyen
var mıdır?
.....Ey yaşlılık, başka hiçbir dert getirmesen de, gelirken yanında
getirdiğin şu dert yeter:
İnsan çok yaşayınca, görmek istemediği bir çok şeyi görür......
Bence yaşlılıkta en acı şey; O yaşa gelen insanın başkalarına sızıntı
verdiği düşüncesinde olmasıdır.
“.... Yaşlıların can sıktıklarını değil, hoşa gittiklerin söylemek daha
doğru olur; öyle ya, aklı başında yaşlılar iyi huylu gençlerden nasıl
hoşlanır, gençler kendilerine saygı ve sevgi gösterdiklerinde yaşlılığa
nasıl daha kolay katlanırlarsa, buna karşılık gençlerde yaşlıların
öğütlerini dinlemezden zevk alır ve onlar sayesinde erdeme karşı bir heves
duyarlar.
.... İnsan önceleri neyle uğraşmışsa, yaşlılığında da onunla uğraşır.
....Gençliğimde bir boğa ya da bir fil kadar güçlü olmak umurumda olmadığı
gibi, şimdi de gençlikteki gücümü yitirişim umurumda değil. Elinde olanı
kullanmak gerek ve her ne işe girişirsen, buna gücünün yetip yetmeyeceğini
düşün.
....Yaşlıların yeni yetişenlere ders vererek onları yetiştirecek, onlara
toplumsal görevlerin hepsini öğretecek güçleri vardır.
“....Güçsüzlük; yaşlılıktan çok gençlikteki yaramazlıkların bir sonucudur,
yeni yetişenlerin zevke düşkünlüğü ve taşkınlığı, yaşlılara miras olarak
güçsüz bir beden bırakır.”
“....Yaşlı insan gücünü yönetmesini bilmeli, ancak gücünün yettiği kadarına
el atmalı; böyle olursa eski gücüm kalmadı diye yakınmaz...”
“....Ömrün gidişi bellidir, doğanın çizdiği tek bir yol vardır, basit bir
yol; ve her çağın kendisine göre bir durumu vardır; çocuklarda zayıflık,
yetişkinlerde taşkınlık, orta yaşlılarda ağırbaşlılık, yaşlılarda olgunluk
doğal durumlardır ve bunları kabullenmek gerekir...”
“....Yaşlılığa katlanmak, kusurlarını çabalarımızla gidermek gerekir.
Sağlığı göz önünde tutmak, bedeni ölçülü olarak işletmek, gücümüzü yok
edecek denli değil, tazeleyecek denli yiyip, içmek gerek...
Hem yalnızca bedene değil, asıl zihne ve ruha özen göstermeli, çünkü yağsız
kalan lambanın söndüğü gibi bunlar beslenmeyse,yıkıma uğrarlar. Çok yorucu
bir beden eğitimi, kuşkusuz bedeni ağırlaştırır, zihinse, işletildiğinde
çevikleşir....
“...Gençlerde yaşlıların, yaşlılarda da gençlerin kimi özelliklerinin
bulunması iyi bir şeydir. Bu düşünceyi benimseyen, beden bakımından
yaşlanabilir, ama ruh bakımından hiçbir zaman yaşlanmaz...”
“......Gündüzleri her dediğim, her duyduğum, her yaptığım şeyi akşamları
aklımdan geçiriyorum. Ruhum yapacağı eğitim budur, zihnin tutacağı yol işte
bu yoldur.
Böyle işlere kendimi verip çalışırken, alın teri dökerken beden gücümün
yokluğunu pek duymuyorum. Arkadaşlarımla konuşurken, uzun uzun düşünülmüş
düşünceler ortaya atıyorum. Bu düşünceleri de, beden gücüyle değil, akıl
gücüyle savunuyorum. Bu işlerle uğraşamayacak duruma gelirsem, artık o
yapamadığım şeyleri, yattığım yerde düşünmek de gene benim için bir zevk
olur, ama sürdüğüm ömür gene eylemli olmama olanak veriyor. Çünkü kendisini
işe veren, çalışan insan, yaşlılığın ne zaman geldiğini duymaz. Böylece
yavaş yavaş ayrımına varmaksızın yaşlanır ve birden çöküvermez de ağır ağır
söner...”
“Zevk düşkünlüğüne, yükselme hırsına, başkalarını geçmek için didinmeye,
düşmanlıklara, tutkuların tümüne hizmet ettikten sonra, ruhun yapayalnızca
kalması, kendisiyle başbaşa yaşaması, ne paha biçilmez bir zevktir!
Öğrenim ve bilgi ile beslenirse, insana istediğini yapma zamanı bırakan
yaşlılıktan hoş bir şey yoktur...”
“...Çiftçilik zevkimden inanılmayacak kadar hoşlanıyorum. Yaşlılık hiçbir
zaman bu zevklere engel olamaz ve bunlar, bana kalırsa bilge olan bir
insanın yaşamıyla yakından ilgilidir. Çünkü bu zevkler toprağa bağlıdır; o
toprak ki, hiçbir zaman buyruklara uymazlık etmez ve aldığını hep bol bol
geri verir, kimi zaman kazanç azdır, ama çoğu kez bol olur..”
Yaşlılık, hele onurlu bir ömür süren yaşlılığı, insana bütün gençlik
zevklerinden daha değerli sayılacak derecede büyük bir saygınlık kazandırır.
Her şarap eskimekle ekşimediği gibi, her insanda yaşlanmakla aksileşmez.
Yaşlılıkta ağırbaşlılığı doğru bulurum ama bir dereceye değin; aksiliği hiç
doğru bulmam.
Biz çağdakilere en çok üzüntü ve tasa veren, ölüme yakın oluşu...Evet ölüm
yaşlılardan uzun süre uzak kalamaz. Ama onca yıl yaşayıp da ölümün
küçümsenmemesi gerektiğini anlamayan yaşlıya yazık. Ölüm ruhu tamamıyla yok
ediyorsa, üzerinde durmaya değmez yok onu sonsuz bir ömür yaşayacağı bir
yere götürüyorsa, o zaman istenilmesi gereken bir şeydir. Üçüncü bir
olasılık da yoktur ya ....
Akılda, düşünmede, düşüncede yaşlılar da olur. Yaşlılığın meyvesi; o çağa
gelmeden önce bol bol iyilik etmiş olduğunu anımsamaktır.
Gençlerin ölmesi bana, harlı ateşin bol suyla söndürülmesi gibi gelir;
yaşlıların ölümüyse, geçmiş bir ateşin hiçbir etkiyle değil de,
kendiliğinden sönmesi gibidir.
Nasıl elmalar hamken çekilip, kopartılır iyice olgunlaşınca düşerlerse,
öylece gençlerin canını bir güç çeker alır da, yaşlılar olgunluktan ölür.
Bu olgunluk bana öyle tatlı geliyor ki, ölüme yaklaştıkça uzun bir deniz
yolculuğundan sonra karayı görür gibi oluyor, sonunda limana varacağımı
sanıyorum.
Yaşlılığın nerede biteceği hiç belli olmaz; bu çağda elinden geldiği sürece
görevini yapıp ölümü küçümsemekle akıllıca yaşamış olursun.
İşte yalılar bu nedenle gençlerden daha gözüpek, daha metin olurlar.
Bir ömür sonunda en iyi şeyi; doğa kendi yarattığı yapıtı yavaş yavaş
yokederken, aklın ve duyguların olduğu gibi kalmasıdır.
Yaşlıların iki günlük ömürlerini aç gözlü gibi harcamaları, ortada bir neden
yokken de o kısa ömrü yaşamaktan vazgeçmemelidir.
Yaşlılık yaşamın son perdesidir; bir oyunun bizi usandırmasından nasıl
kaçınıyorsak, yaşlılıktan usanmaktan da kaçınmalıyız, hele yaşama
doymuşsak....
(*)Çevirenler: Dr.Ayşe SARIGÖLLÜ-Türkan TUNGO
Cumhuriyet Dünya Klasikleri, Çağdaş Matbaacılık Eylül- 1198 (S.II-56)
SAMİ HOCA’NIN GÜNLÜĞÜ
11.03.1994
Sevgili okuyucularım diye başlamak geldi içimden. Ama düşündüm ki, buna
hakkım yok. Bu daha çok köşe yazarlarının hakkı olsa gerek. En iyisi ben
sevgili dostlarım diye başlayayım söze. Anlatacaklarım var:
Eşim ve ben Mart başından beri huzurevindeyiz. Yazgıda burada yaşamak da
varmış. Ben hep son durağın Silifke’deki evimiz olacağını tasarlardım. Şimdi
görünen ise öte dünyaya göçün, büyük bir olasılıkla, buradan gerçekleşeceği
yolunda.
Bahçeli üç evin kapısını kilitleyip, burada tek odaya tıkılmak, buna razı
olmak kolay olmadı. Özellikle çalışma odamdan ayrılırken gözlerim doldu.
Avunmak için yazı makinemi aldım yanıma. Sonrada ‘neyse ki beynim benimle’
diye düşündüm.
Yazma uğraşımı sürdürürsem pek bir şey değişmemiş olacak gibi geldi bana. Ve
daha fazla üzülmemek için de bahçe kapısını kaparken arkama bakmamaya
çalıştım.
04.04.1994
Yazmayalı epey zaman geçmiş. Akıp giden bu süre içinde yeni yerimize, daha
doğrusu yeni yaşam biçimimize uymaya, alışmaya çalıştık. Burada usa bir soru
gelebilir: Neden huzurevi?
Evet, kızımız var, oğlumuz var; ikisinin de evleri, ocakları var. Onlardan
herhangi birinde kalmamızı engelleyen bir sorun da yok. Dahası, bu
girişimimizi gelinimiz öğrendiğinde bizi gözyaşlarıyla engellemeye
çalışmıştı.
Ancak yaşlılıklarımızdan kaynaklanan çeşitli sorunlarımızla onları huzursuz
etmeğe hakkımız yok. Ayrıca onlar ne hekim, ne hemşire ve ne de hastabakıcı.
Kanımızca kişi zorda kalmadıkça evlatlarına yük olmamalı. Burada hekim de
var hemşire de. Gerektiğinde ücret karşılığı hastabakıcı bulmak da olası.
Burada bize büyücek bir oda verdiler. Odayı yöneticilerle ortaklaşa
donatıyoruz. Buzdolabı, TV vb.ni biz getirdik. Geri kalanını kurum sağladı.
En önemlisi de, bana geniş bir çalışma masası verildi. İki gün sonra da
kitaplarım için büyük bir kitaplık gelecek. Sözün özü olanla yetinmesini
bilirsek, konforumuz tamamdır.
Biliyorum, huzurevinin imajı ürkütücü. Bunun nedeni burada barınanların
genelde yoksul, yaşlı ve sağlıksız olmaları. Bu insanlar için huzurevi son
durak, son bir sığınma yeri. Ve bu nedenle de görüntüler iç açıcı değil.
Bir başka deyişle burada ‘insan manzaraları’ acı verici. Bizim huzurevinde
80 kişi yaşıyor. Bunların birkaçı yatalak, yemekleri ayaklarına geliyor.
Geri kalanlar yatılı okullarda olduğu gibi, saati gelince yemekhanede
birlikte yiyoruz.
Bir bölümünün beli bükük. Bunlar içinde ancak bastonla yürüyebilen, hatta
çift baston kullanmak zorunda olanlar bile var. Kimi iyi göremiyor, kimi de
yeterince işitmiyor.
Akıl ve mantıktan yoksun olanlar da var. Yok yere kavga bile ediyorlar.
Aramızda kravatlı bir kişi var, onun da sol ayağı yok.
Bu görüntüler benim hiç dinmeyen başkaldırımı iyice azdırıyor. Yüce Tanrı ne
ister biz kullarından? Belimizi bükmeden, gücümüzü sıfırlamadan, yüzümüzü
buruşturmadan, bütün bunlara bir yığın da hastalık eklemeden de dünyamızı
değiştirebilir, bizi yok edebilir. Çünkü onun her şeye gücü yetermiş? Gel
gör ki...?
Kurumun güzel bir yapısı var. İki katlı “L” biçiminde, geniş, ferah ve
temiz. Odalar, salonlar ve koridorlar halıfleks döşeli. Tek kişilik
karyolalar odaların genişliğine göre yerleştirilmiş. Bir kişilik, iki
kişilik, üç ya da dört kişilik gibi.
Altı tane dinlenme yeri var. Kiminde oyun oynanıyor, kiminde TV izleniyor.
Kiminde ise yalnızca dinlenmeye izin var. Bahçe ise ağaç ve çiçeklerle
bezeli. Yemekler bol, nitelikli ve bıktırıcılıktan uzak. Çay ocağı, berberi,
terzisi var. Ayrıca çiçek atölyesi, hatta kitaplığı var.
Yöneticiler bu seksen yaşlı insana karşı ise kırıcı değil, tersine sevecen.
İkimize karşı olan tutumları ise saygı dolu. Bu gidişle, müdür oğlumuzun,
yardımcısı da kızımızın gönlümüzdeki yerlerini alacak gibiler. İşte,
özellikle bu son neden bizi rahat ve mutlu etti.
Ama memleketimdeki yaşantımı da arıyorum. Önce her yanı kitap dolu çalışma
odamı. Sonra yıllardır beni mutlu eden bahçemi. Ben o bahçenin ot, ağaç ve
çiçekleriyle yaşadığımı duyumsuyordum.
Bir de umutsuz yere arkadaşlarımı anıyorum. Umutsuz yere, çünkü
söyleşebileceğim arkadaşlarım hep göçüp gitti. Rahmetli İsmet İnönü gibi,
ben de giderek uzun yaşamaktan doğan yalnızlığın burukluk ve acısını
tadacağım.
*Bu metin; yaşamını huzurevinde eşiyle sürdüren Sami Hoca’nın günlüğünde yer
almaktadır.
**Bu yazı bianet.org sitesinde yayımlanmaktadır.
|