|
|
Sosyal Hizmet Uzmanı
ve Aile Danışmanı kahraman.eroglu@hotmail.com |
|
Semtin
Ortasında Yeşeren Bir Ağaç: |
Semtin ortasında yeşeren ağacın insan odaklı çalışan bir yaprağı olarak altı yıldır sosyal hizmet uzmanı/aile danışmanı olarak gönüllü çalışıyorum. İnsev’in kurucularından biri olmaktan da ayrıca onur duyuyorum. İnsev tarafından başlatılan Limon ağacı projesi toplumda çok ses getirdi. Ekonomik, sosyal yoksunluk içerisinde bulunan dar gelirli ailelerin çocuklarına yapılan eğitim, sosyal ve kültürel destek çocuklar yanında ailelerinde mutlu olmasına olanak yarattı. Limon ağacı proje kapsamında İnsev tarafından sağlanan akademik ve sosyal destek çocukların öğrenim gördükleri okullardaki idareci ve öğretmenler tarafından da büyük bir memnuniyetle değerlendirildi. Kalkınma ajansına yapılan başvuru sonunda kabul edilen sosyal sorumluluk projesi kapsamında iki tellide bir okulun ayrı girişi olan üç sınıflı bir alanda çalışmalara başlandı.Sefaköyün çeşitli okullarında dezavantajlı konumda olup ;okul başarısı düşük olan (Okul rehber öğretmeni ve okul yönetimince belirlenen toplam 300 öğrenci ve 150 aile ile çalışmalara başlandı. Projenin başlangıç aşamasında çeşitli okullardaki görüşmelere, ilçe protokolünün de katıldığı proje sunum toplantısında bulundum. Bir günlük çalıştayda da sosyal hizmet uzmanı olarak rehber öğretmenlere dezavantajlı aileden gelen güç ve sorunlu çocuklarla çalışma yaparken nelere dikkat etmeleri gerektiği konusunda ders verdim. Limon ağacı projesi eğitim anlamında güç durumda olan 300 öğrenci ile akademik, sosyal çalışama yapılırken 150 aile ile de aile danışmanlığı çalışmaları yapılması planlanmıştı. Aile danışma merkezi çalışması koruyucu, önleyici, eğitici ve rehabilite edici hizmetlerin yürütüldüğü toplum merkezlerinin bir birimi olarak çalışacağından toplum merkezleri hakkında biraz bilgi verilmesinin yararlı olacağı inancındayım. Türkiye’deki toplum merkezleri sosyal
hizmet alanındaki yaklaşımları benimsemiş fakirlik, işsizlik, nüfus
yoğunluğu, yabancılaşma, mülteci yerleşimi, ayrımcılık gibi çarpık
kentleşmenin olumsuz sonuçları ile baş edebilmek amacıyla kurulan sosyal
hizmet merkezleri kapsar Toplumsal katılım kavramının, “bir toplumda yaşayan dezavantajlı konumda olan bireylerin, kendilerini ilgilendiren konularda (eğitim anlamında geri olan çocukları, sorunlu sıkıntılı aile fertleri vs.) karar ve uygulamalara, sorunun belirlenmesinden kararın oluşturulması ve uygulanmasına dek her düzeyde bireysel ya da örgütlü olarak ortak olabilmesi”, “toplum merkezlerindeki profesyonel meslek elamanlarının katkısı ve desteği ile insanların sosyal çalışmanın bir parçası olarak müdahale sürecine katılması gerekmektedir. Toplum merkezleri reçete yazan doktor, yol gösteren memur, sadece sorun dinleyen görevlilerin olduğu bir merkez değil, problemlere çözümü ihtiyaç kesimi kişi ve gruplarla birlikte arayan, araştıran, sorgulayan, koruyucu, önleyici, eğitici ve rehabilite edici sosyal çalışmaların yapıldığı sosyal hizmet kuruluşlarıdır. Bu model altında görülen toplum merkezleri 1990’lı yıllar boyunca hızlı kentleşme bağlamında Türkiye çapında popüler hale gelmiş, yüksek düzeyde iç göç alan kentsel mahrumiyet alanlarında ortaya çıkan sosyal sorunları çözmeyi amaçlamıştır. Bu girişimler çoğunlukla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) aracılığı ile devlet tarafından gerçekleştirilmiştir. Aynı dönemde, bazı yerel belediyeler ve sivil toplum kuruluşları da çoğunluğu ortak girişimler sonucunda farklı toplum merkezleri açmaya başlamışlardır. Günümüzde bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin de etkisiyle insanlar yerelden evrensele her düzey ve ölçekte sorunların belirlenmesine ve çözümüne katılmayı istemekte, bu yöndeki örgütlü talepler giderek karar alma süreçlerini daha fazla etkilemektedir. Toplum merkezlerinin faaliyet alanları Bu yönetmeliğe bağlı olarak Sosyal
hizmetler il müdürlüğü ile yapılan protokolle Ümraniye Mustafa Kemal Paşa,
Bağcılar Evren mahallesinde açılan toplum merkezleri aracılığı ile güç
durumda olan insanlara profesyonel meslek elamanları ile hizmet verildi. Çocuk, fiziksel ve sosyal bir gerçeklik
olarak her ne kadar insanlık tarihi ile özdeşleştirilse de insanın gelişim
evreleri içinde özel bir dönem olarak tanımlanan çocukluk, yeni bir kavram
sayılır. 18. Yüzyılda, Aydınlanma Düşüncesinin de etkisiyle, çocukların
eğitimi konusunda ortaya çıkan yeni yaklaşımlar, çocukları yetişkinlerden
farklı bir ele alışı gerektirmiştir. 20. Yüzyılda çocuklara yönelik
yürütülen bilimsel çalışmalar onları anlamamızı kolaylaştırmış ve çocukluk
dönemi insanın gelişim evreleri arasındaki özel yerini almıştır (Karataş
K, 2000). 1924 yılında, Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi ile başlayan çocukluğun tanımlanması süreci, 20. Yüzyılda çocuk haklarının uluslararası arenada tartışılması ve gündemde tutulmasında önemli rol oynamıştır. II. Dünya Savaşının başlaması ile kesintiye uğrayan, uluslararası planda yürütülen çocuk hakları temelli çalışmalar, savaş sonrası kurulan Birleşmiş Milletler ’in (BM) önderliğinde sürdürülmüştür. Cenevre Bildirgesinin canlandırılması amacıyla 1959 yılında, BM Genel Kurulunda, Çocuk Hakları Bildirgesi kabul edilmiş, 1979 yılında ilan edilen Dünya Çocuk Yılında başlatılan çalışmalar 20 Kasım 1989 yılında, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin BM Genel Kurulu tarafından kabul edilmesi ile sonuçlanmıştır. Böylece çocuğun hukuksal, toplumsal ve eğitsel kurumlar aracılığıyla, kâğıt üzerinde de olsa daha üst düzeyde korunur hale gelmesi sağlanmıştır. Bu tarihsel gelişimde İkinci Dünya Savaşı sonrası koşullarda gelişen sosyal devlet uygulamalarının da önemli rolü olmuştur. Çocukları ve gençleri çevreleyen sorunlar ortadan kalkmasa da çocukluğun özel korunma ve bakım gerektiren bir gelişim sürecinde olduğu gerçeği tartışmasız kabul edilmektedir. Bu, yeterli olmasa da geçtiğimiz yüzyıldan bu yana elde edilen en önemli ilerleme olarak kabul edilebilir. Bu değişimin en önemli sonucu çocukların ve gençlerin çağdaş toplumun bir yurttaşı olarak özel hakları olan özneler haline gelmesi olmuştur (Agathones 1996: 406). Sözleşme, bir yanda çocukları yetişkin korumasından yararlandırırken, biryandan da uluslararası hukuk düzeyinde hakların öznesi durumuna getirmiştir.
Sosyal hizmet müdahalesinde yardım alan ve yardım eden ilişkisi olabildiğince eşitlikçi bir bakış açısıyla yapılandırılmış ve sürecin yönetimi “birlikte çalışma” kurgusu üzerine oturtulmuştur. Ancak müdahale sürecinde sosyal hizmet uzmanı-müracaatçı ilişkisinin her zaman “tam katılım” üzerine şekillenmediği de bir gerçektir. Müracaatçının uyma (itaat etme) davranışı göstermesi ise randevulara gelmesi, görevleri tamamlaması, sosyal hizmet uzmanıyla ve diğerler ilgililerle iş birliği yapması gibi davranışları içerir. Anlaşıldığı gibi sosyal hizmet müdahalesi sürecinde katılımın sağlanması, mesleki ilişkinin doğası gereğidir. Ancak katılımın nasıl ve hangi düzeyde olacağı konusu farklılık gösterebilmektedir. Öte yandan, sosyal hizmet müdahalesi sürecinin ve sunulan hizmetlerin müracaatçı katılımı sağlanmaksızın “etkili” olamayacağı konusunda da görüş birliği bulunmaktadır. Örneğin, Dawson ve Berry (2002: 297), “hizmetlerin, sadece müracaatçıların ‘tam katılımıyla’ etkili olabileceğini ifade etmektedir. Literatürde, müracaatçı katılımının artmasının iki temel etkisinden söz edilmektedir. Birincisi, “müracaatçıların istek ve gereksinimleri konusunda bilgi sağlanması yoluyla hizmet kalitesinin ve çeşitliliğinin artırılması, ikincisi ise müracaatçıların, kendilerini doğrudan etkileyen sosyal hizmetler alanındaki karar alma süreçlerinde etkisinin artırılmasıdır” (Sanford, 1980: 153–154). Türkiye’de 2005 yılında yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun dördüncü maddesinde de katılım konusuna dikkat çekilmektedir: “Çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması ve çocuk ve ailesi bilgilendirilmek suretiyle karar sürecine katılımlarının sağlanması” yasanın dayandığı temel ilkeler arasında yer almaktadır (md. 3/a, d). Yine çocuk korunma kanunu uyarınca çocuğun yüksek yararı için ailenin desteklenmesi sosyal devletin asli görevi olarak kabul edilmektedir. Bu bilgiler ışığında Limon ağacı projesinde iki tür çalışma yaptım. Birinci çalışma proje bağlamında okullarda eğitim anlamında başarısız olduğu gerekçesi ile etüt merkezi çalışmalarına yönlendirilip ders alan çocukların ailesi ile yapılan aile danışmanlığı çalışmaları. Bu konuda sorunlu olarak başlayıp olumlu olarak bitirdiğim üç vakayı sunacağım. İkinci çalışmam sorunlu olan öğrencilerin okullarındaki rehber öğretmenleri, idareci ve duyarlı öğretmenlerle kurulan olumlu ilişkiler neticesinde okullarındaki dezavantajlı konumda olan velilerin bilinçlendirilmesi amacıyla verilen konferans ve paneller. Veli akademileri programı kapsamında çocuk hakları, güç çocuklarla çalışma, aile içi iletişim, madde kullanımı, okul başarısızlığının temelindeki ailesel sebepler, çocuk ihmal ve istismarı konularında eğitici konferans ve seminerler verdim. Küçükçekmece’nin gecekondu bölgelerindeki okullarda yapılan çalışmalarda çocukların başarısızlığının temelindeki ana sebeplerin gelir dağılımındaki eşitsizlik, yoksulluk, ailelerin eğitimsel ve kültürel eksiklikleri, bilinçsizce yapılan çok çocuklar, çarpık kentleşme neticesinde şehir kültürüne uyum sağlamaktaki güçlükler olduğu kanaatine vardım. Bu nedenle toplum merkezlerinin kapatılmasının, yerel yönetimlerin halka yönelik sosyal çalışmalarının yetersizliği (Belediyelerde sosyal belediyeciliğin geliştirilememesi, sosyal hizmet uzmanı, psikolog, sosyolog gibi meslek elamanların istihdam edilmemesi) halkın çocukları ile yeterince ilgilenememesi sonucunu doğurmaktadır. Yıllarca sokakta yaşayan ve sokakta çalıştırılan çocukların kurumlara alınması, sosyal ve eğitim anlamında desteklenmesi çalışması yaparken sokakta yaşayan çocukların yüksek oranının (%60,70) okullarda başarısız olan aile çocukları olduğu saptamasını yapmıştık. Aynı şekilde madde kullanan, sokakta olumsuz çete ve gasp olaylarına karışan çocukların büyük oranda bu kayıp çocuklardan oluştuğunu da bilimsel araştırmalarla belirlenmişti.
Vaka -1 Sefaköy etüt merkezine devam eden bir
öğrencinin okuldaki ve etüt merkezindeki derslerinin aniden gerilemesi,
kendisini derse verememesi nedeniyle öğretmenlerinin dikkatini çekmiş.
Öğretmenlerin özel ilgilenmesi sonucunda anne-babasının boşanma aşamasında
olduklarından çocuğun bu duruma üzüldüğü için sorun yaşadığını söylemesi
üzerine konu bana iletildi. Vaka -2 Merkeze gelen bir öğrencinin evinde ağır madde kullanan baba nedeniyle ailede sorun yaşandığını, zaman zaman şiddet, evden eşya satma, eve kötü şekilde polis tarafından babanın getirilmesi üzerine anne tarafından yardım istenildi. Anne, babaanne, dede ile yaptığım görüşmeler neticesinde babanın kronik olarak bağımlılıktan kurtarılması gerektiği kanaatine varıldı. Evdekilerin çeşitli kereler yaptıkları başvuruların sonuç vermediğini, resmi makamlardan yeterince yardım alamadıklarını gördüm. Babanın istekli olmaması halinde hastaneye yatmayacağını bildiğimden baba ile iki kere onun madde almadığı zamanlarda görüştüm kendisi gibi madde kullananların yaşadığı olayları anlatınca ikna oldu gideceğini söylediği gün gitmedi. Tekrar görüşüp gitmemesi halinde polislerinde götürebileceğini söyleyince ikna oldu. Kaymakamlıkla yapmış olduğum görüşme neticesinde ailenin resmi başvurusu ile babanın umatem’e yapması sağlandı. Yirmi günlük tedavi sonunda baba maddeden kurtulup işine döndü, Vaka -3 Merkezimize gelen bir öğrencinin
öğretmenlerden birine Adana’da büyükanne-baba yanında kalan kardeşini çok
özlediğini ama kardeşini yıllarca göremediğini söylemesi üzerine vaka
çalışması için bana havale edildi. Anne-baba ile yaptığım görüşme
neticesinde istemeyerek kendi öz çocuklarını ihmal ettiklerini itiraf
ettiler. Yaptığım ilk görüşmede anne-baba ikinci çocuklarına ekonomik
imkansızlıklar sebebiyle bakamayacakları kaygısı ile çocuklarını Adana’da
oturan babaanne ve dedesine bıraktıklarını iki yıl içerisinde de bir kez
gördüklerini söylediler. Anne-babanın çelişkili ifadelerinden çocuklarını
görmeye gittiklerinde anne- babanın çocuklara kendilerinin daha iyi
bakacakları sebebiyle İstanbul’a gitmesine izin vermediklerini söylediler.
Çocuğun annesi ile yapmış olduğum ayrı görüşmede eşinin babasına borcunun
olduğunu ama ekonomik sorunları nedeniyle borcunu ödeyemediği için
babasının çocuğu vermek istemediğini, borcuna karşılık alıkoyduğunu itiraf
etti. Bu bilgilerle baba ile yapmış olduğum ikinci görüşmede babası ile
olan sıkıntılarını anlattıktan sonra çocuğu nasıl alabileceği konusunda
kendisine yardımcı olundu. Çocuk hakları sözleşmesi uyarınca çocukların
aileleri yanında kalmasının öncelikli maddelerden olduğu düşüncesi ile
çocuğun hiçbir şekilde ihmal ve istismar edilmemesi gerektiği düşüncesi
ile baba oğul arasındaki para ilişkisinin çocuğun öz anne babasından
mahrum bırakılmasına sebep teşkil etmeyeceği düşüncesi ile Adana il
müdürlüğü ile irtibata geçilerek çocuk hakkında suç duyurusunda bulundum.
Bir ay gibi kısa süre sonunda Adana İl müdürlüğü görevli sosyal hizmet
uzmanlarının yapmış olduğu görüşmeler sonunda çocuğun yüksek yararı için
çocuğun babaanne ve dedesinden alınarak anne babasına teslim edilmesi
sağlandı. Baba ve anne ile yapmış olduğum son görüşmede uzun ayrılıktan
sonra kardeşlerin birleşmesinden dolayı olabilecek sıkıntılar ve pürüzler
konusunda da danışmanlık eğitimi almaları istenildi. Bir iki okulla ilgili
yaşanan sıkıntılar sebebiyle benim le anne görüşmeye de geldi. |
sosyalhizmetuzmani.org © Bütün hakları saklıdır. |