Sosyal Hizmet Mesleği

Sosyal Hizmet Alanları

Sosyal Kaynak
Bilgiler

     




 

Söyleşilerimiz,sitemiz adına  editörümüz ve yazarımız    Aziz ŞEKER    tarafından gerçekleştirilmiştir.





 

KEMAL KILIÇDAROĞLU
İLE SOSYAL DEVLET YAKLAŞIMIYLA TÜRKİYE’DE SOSYAL HİZMETLERİN GÖRÜNÜMÜ VE SOSYAL SORUNLAR ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ
(Nisan 2010)

http://www.kemalkilicdaroglu.com 

kemal.kilicdaroglu@tbmm.gov.tr 

 

 


          
Aziz ŞEKER: Bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Kemal KILIÇDAROĞLU: 1948 Tunceli doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi Anadolu’nun çeşitli il ve ilçelerinde (Van-Erciş, Tunceli, Bingöl-Genç, Elazığ) tamamladım. 1971 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinden mezun oldum. Aynı yıl hesap uzman yardımcılığını kazanarak Maliye Bakanlığı’na girdim. Hesap uzmanı olduktan sonra, bir yıl süre ile Fransa’da kaldım. 1983 yılında Gelirler Genel Müdürlüğü’ne daire başkanı olarak atandım. Daha sonra aynı Genel Müdürlükte, genel müdür yardımcısı olarak görev yaptım.
1991 yılında, Bağ-Kur, 1992 yılında da SSK Genel Müdürlüğü’ne atandım. Kısa bir süre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında müsteşar yardımcılığı da yaptım ve daha sonra Ocak 1999 ayında kendi isteğimle emekli oldum.
CHP’de iki dönemdir İstanbul milletvekili olarak Parlamentoda görev yapıyorum.

Aziz ŞEKER: Türkiye’de sosyal refah alanlarında önemli sosyal sorunlar yaşanıyor. Yoksulluk, engellilik, yaşlılık (yaşlı yoksulluğu sorunu üzerine ne acı ki Türkiye’de sistemli çalışmalar yok), sokak çocukları, suç, çalışan çocuklar, şiddet, göç, kent sorunları, işsizlik ve diğer birçok sosyal olgu üzerine bütünsel olmayan, küçük ve yararcı çözümler üretildiğini görüyoruz. Konu şu, sosyal sorunlarla mücadelede “kurumsallaşma” noktasında neler yapılabilir, Sosyal Refah Bakanlığı ya da Çocuk ve Gençlik Bakanlığı gibi 21. yüzyılın yüzüne yakışan yapıları beklemeyi neden hâlâ sürdürüyoruz? Sorumluluk kimlerde? Bu konuyla ilgili düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?

Kemal KILIÇDAROĞLU: Türkiye’de siyaset kurumunun yaşadığı temel bir sorun var. Olgunlaşmamış ve sağlıklı kurumsal kültürü olmayan bir bürokrasiyle çalışmak. Kuşkusuz bürokrasinin bu noktaya gelmesinin nedeni de yine politikacılar. Bürokrasinin aşırı politize edilmesi, liyakat, yeterlilik gibi olması gereken kuralların gözardı edilmesi, "benim adamım" ya da "bizim partiden" anlayışı ile siyasetçi-bürokrat ilişkisinin sağlıksız zemine oturtulması sorunlara çözüm üretmekte yetersiz bir siyasal yapının ortaya çıkmasına yol açıyor. Bu yapı bürokrasinin de yozlaşmasına yol açıyor. Oysa iyi çalışan bir bürokrasi, sorunları önceden gören ya da kavrayan, aynı zamanda dünyayı yakından izleyen bürokrasidir. Çözüm üreten, ürettiği çözüm seçeneklerini siyasal organa sunan bürokrasi, Türkiye'nin geleceğini çizen, belirleyen bir kurum olmak zorundadır.

Bu anlayışla baktığımızda, Türkiye'nin pek de başarılı olmadığını görüyoruz. Sizin de belirttiğiniz gibi, Türkiye’de sosyal refah alanlarında önemli sosyal sorunlar yaşanıyor. "Yoksulluk, engellilik, yaşlılık, sokak çocukları, çocuk işçiliği, şiddet, göç, ağırlaşan kent sorunları, mafyalaşan ya da lümpenleşen eğitilmemiş genç kuşaklar..." birer sorun olarak varlıklarını sürdürüyorlar. İşin garip tarafı, bu sorunları çözmek için kalıcı önlemler de alınmıyor. Çünkü siyasetçi bu sorunları gündemine almıyor, bürokrasi de bu sorunların önemini vurgulayıp, politikacının önüne çözümleri koymuyor...

Bu sorunlar hiç görülmüyor dersek, doğru olmaz. Bizim gördüğümüz sorunları kuşkusuz bürokrasi de görüyor. En azından DPT'nin kalkınma planları öncesinde hazırlanan "özel ihtisas komisyonu raporları"nda biz bunları görüyoruz. Ama sadece görüyoruz... İşin acı yönü de bu... Görüyoruz, ama gereğini yapmıyoruz. Bu açıdan Türkiye'nin notu kırık... Bir örnek vermek isterim. 1971 yılında sosyal güvenlik sistemimizin içinde bulunduğu durumu öğrenmek için İLO uzmanı A. Zelenka Türkiye'ye davet ediliyor. Zelenka, dönemin Hükümetine sunduğu raporda, "sosyal sigorta sisteminde ivedi önlem almazsanız, sigorta kurumu yakın bir gelecekte emekli aylıklarını dahi ödeyemez," diye rapor yazar ve Hükümeti uyarır... Aradan uzun süre geçmesine karşın, bırakın önlem almayı, tam aksine sistemin açıklarını artıracak yasal düzenlemeler yapılır. Ve Türkiye bugün yaşadığı ciddi sorunların içinde kendini bulur...
 

          Bunları şunun için anlatıyorum. Türkiye nüfusu giderek yaşlanıyor. Bu gerçeği görerek bizim daha bugünden çözümler üretmemiz gerekiyor... Biz sorunun bütününü görmek yerine, zaman zaman bir ucundan tutarak çözüm üretmeye çalışıyoruz ve sorunu çözelim derken, aksine sorunu daha karmaşık hale dönüştürüyoruz...

Kaldı ki sosyal sorunları çözme konusunda önümüzde bir Avrupa örneği var. Avrupa’nın yaşadığı sorunları görmeli ve onların aldıkları önlemleri de değerlendirmeliyiz...

Sorunlar çözümlenirken iki temel olguyu gözardı etmememiz gerekiyor. 1. Sağlıklı işleyen bir kurumsal yapı oluşturmak, 2. Bu kurumsal yapıyı yeterli mali olanaklarla desteklemek. "Sosyal Refah Bakanlığı ya da Çocuk ve Gençlik Bakanlığı gibi 21. yüzyılın yüzüne yakışan yapıları beklemeyi neden hâlâ sürdürüyoruz?" diye soruyorsunuz... Ve yine soruyorsunuz, "Sorumluluk kimlerde?" Dediğiniz yapıların oluşması için öncelikle sorunların ciddiyetini kavramak gerekiyor. Acaba kaç siyasal partimiz bu sorunların bilincinde? Kaç kamu kurumumuz, yaşanan ve yaşanacak sorunların çözümü için kalıcı önlemler üretiyor? Sorumluluk aslında parça parça hepimizde... Örneğin Üniversitelerimiz acaba bu konuda üzerlerine düşeni yeterince yapıyorlar mı?

Aziz ŞEKER: Gündelik dilde sık kullanılan bir söylem; sadaka kültürü. Yoksulluk “sadaka” ile ortadan kaldırılamıyor ki, yoksulluğu meslekleştiren büyük bir toplumsal kitle oluştu. Yoksulluk kültürü derinleşti. Yardımlara bağlı topluluklardan sağlıklı bir toplum inşa edilebilir mi? SYDTF ve SHÇEK bir nakdi yardım kapısı oldu. İktidarın mevcut sosyal politikası ise sanki “sosyal yardım” üzerine kurulu. Nasıl bir sosyal yardım sistemi öngörüyorsunuz?

Kemal KILIÇDAROĞLU: Hızlı kentleşme toplumsal kültürümüzde ciddi yozlaşmanın da nedeni oldu. Dar çevrede birbirimizi denetlediğimiz yapı yıkıldı. Değerlerimiz altüst oldu. Eskiden yoksula yardım yapılırken, "sağ elin verdiğini sol el görmeyecek" anlayışı kültürümüzün temel öğesiydi. Çünkü yoksul kişi ya da ailelerin de onuru vardı. Onların yoksulluğu afişe edilmemeliydi... Bu anlayış "sosyal devlet" anlayışıyla bağdaşıyordu. Ama bugün geldiğimiz noktada, "sosyal devlet" anlayışının büyük ölçüde törpülendiğini ve yerini "sadaka devlete" bıraktığını görüyor ve yaşıyoruz.

Sosyal devlette, yurttaş "yoksulluğunun gidermesini" isteme hakkına sahiptir. Yani devlet yurttaşına karşı "lütuf dağıtan" ya da Sayın Maliye Bakanının TEKEL işçileri için kullandığı "merhamet gösteren" devlet değildir. Daha açıkçası, sosyal devlette "yurttaş", sadaka devlette de "kul" vardır.

Bugün geldiğimiz noktada yoksulluk, artık ciddi bir siyasal sömürü alanı haline gelmiştir. AKP, bu sömürü alanını büyüten bir partidir. AKP, yoksulluğu sonlandırmak değil, yoksulluğu yayarak ve sürekli kılarak iktidarını sürdürmek istemektedir. Dağıtılan yiyecek paketleri, kömürler... Bu anlayışın ürünüdür. O kadar ki, yardım paketi dağıtılan aile sayısı arttıkça, Sayın Başbakan bundan gurur duyar hale gelmiştir. Oysa bu tablodan bir siyasetçinin utanç duyması gerekir. Kendi yarattığı yoksullardan gurur duyma anlayışı, sosyal devlet anlayışı ile bağdaşmaz. Bu anlayış, ancak ve ancak bireyin ya da ailenin onurunu gözardı etme ve oy beklentisi ile yoksulluğu siyasallaştırma anlayışıdır.

Diyorsunuz ki, "yardımlara bağlı topluluklardan sağlıklı bir toplum inşa edilebilir mi?" Elbette ki edilemez. "Hak" kavramı gelişmemiş, üretmek yerine dilenmeyi tercih eden bir toplumdan hayır gelmez. Unutmayalım, alın teri ile kazanılmış bir para kişiye toplumda saygınlık kazandırır. Dilenciliğin saygınlık kazandırdığı bir anlayış, uygar toplumların hiçbirinde yoktur. Aslında Mustafa Kemal bu konuda son noktayı koyan liderdir. Mustafa Kemal'e göre; "çalışmayan, üretmeyen toplumlar önce hürriyetlerini sonra milliyetlerini ve en önemlisi istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar...” İşte sadaka kültürünün bir toplumu getireceği nokta budur...

Diyorsunuz ki "Nasıl bir sosyal yardım sistemi öngörüyorsunuz?" CHP olarak biz "aile sigortası"nın oluşturulmasından yanayız. Aile sigortası, Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) kabul ettiği 9 sigorta dalından birisidir. Türkiye 1971 yılında Aile Sigortasını oluşturacağını taahhüt etmiş ve bu taahhüdünü de 102 sayılı ILO sözleşmesini Parlamentodan geçirerek yasalaştırmıştır. (29.07.1971 tarihinde – 1451 sayılı yasa ) Ama 1971 yılından bu yana "aile sigortası" yaşama geçirilememiştir. Aile sigortası ile ilgili olarak belki bir başka söyleşide daha ayrıntılara girebiliriz. Ama hemen ifade edeyim, bu sigorta dalının başarısı, sağlıklı bir "yoksulluk envanteri" çıkarmakla başlayacaktır. Bir başka çarpıcı gerçeği ifade etmekte de yarar var. Şu anda Devlette karşılıksız yardım yapan kurum sayısı 10'u aşkındır. Yardımlar sağlıklı bir çerçeve içinde yapılmamakta, siyasal tercihler, yardımların dağıtılmasında temel öğe olmaktadır. Bu anlayışın da, mevcut yapının da sil baştan "sosyal devlet" anlayışı içinde yeniden yapılandırılması zorunludur.
 

 

 Aziz ŞEKER: Küreselleşmenin toplumsal sonuçları bütün Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de de yaşanıyor. Neoliberalizm bilimden, sağlığa, kültürden, gençliğe, aileye, medyaya, sosyal politikalara kadar toplumun birçok yönüyle oynadı. Öyle ki, siyasal ve toplumsal muhalefet, sosyal devlet üzerinden daha az politika geliştiriyor gibi… Dünya, en adaletsiz zamanlarını yaşıyor. Gelir dağılımı Dünya’nın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de alabildiğine bozuldu. Türkiye’de son yıllarda çıkarılan, çıkarılması planlanan ve değiştirilen birçok sosyal yasa çalışanın, dar gelirlinin, yoksulun aleyhinedir.
Bu bağlamda sorun çözücü yönleriyle Sosyal Devleti işlevleri ve önemi bakımından nasıl tanımlamaktasınız? Sosyal Devlet nasıl yapılandırılmalıdır?
Sosyal Demokrasi 21. yüzyıla yanıt olabilir mi?

Kemal KILIÇDAROĞLU: İzin verirseniz önce sosyal devlet nedir buna bir bakalım. Anayasa Mahkemesi bir kararında sosyal devleti şöyle tanımlar, "(Sosyal devlet) ... ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişi ve toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, özel teşebbüsün güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadî ve malî tedbirler alarak çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve millî gelirin adalete uygun biçimde dağılmasını sağlayıcı tedbirler alan adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini yükümlü sayan, hukuka bağlı kararlılık içinde ve gerçekçi bir özgürlük rejimini uygulayan devlet demektir." Bu tanımla bugün yaşadığımız küreselleşmenin doğurduğu sonuçları bağdaştırmak mümkün mü? Bana göre bağdaştırmak mümkün değil...

Neoliberalizm çağında sosyal adalet ve gelir dağılımı kavramlarının önemini yitirmesi esasen küreselleşme ile ortaya çıkan acımasız rekabetin bir sonucudur. Küresel rekabet, daha düşük maliyetle üretim gerçekleştirmek için düşük gelirli kesimlerin ihtiyaç ve sosyal taleplerinin göz ardı edilmesine yol açmıştır. Özellikle Çin ve Hindistan gibi hızla kalkınan gelişmekte olan ülkelerde, bu acımasız sürecin ilerlediğini gözlemek mümkün... Ancak bunun sürdürülebilmesi mümkün değil... Bu süreç, Çin ve Hindistan’da önümüzdeki yıllarda ciddi sosyal sorunları beraberinde getirecektir. Nitekim bu gelişmeyi öngören Çin, yatırımlarını düşük ücret avantajı nedeniyle Afrika Kıtası’na yığmaktadır.

CHP, sosyal demokrat bir parti olarak, bir yandan sağlıklı bir rekabet ortamı içinde kaynakların etkin kullanımını sağlamak, böylece sürdürülebilir bir kalkınma ortamı yaratmayı hedeflemektedir. Ama bunun yanında, sosyal adaletsizlikleri gidermek ve gelir dağılımında adaleti sağlayacak politikaları da uygulamaya koyma kararındadır. Bu iki temel amaca pekâlâ aynı anda ulaşılabilir. Dünyada bunun örnekleri bulunmaktadır. Son dönemde ön plana çıkan örnek Lula yönetimindeki Brezilya’dır. Sol iktidar yönetimindeki Brezilya krize karşın pozitif büyümeyi sağlamış, bir yandan da sosyal devlet anlayışına uygun olan politikaları hayata geçirebilmiştir. Bizde ise bir yandan ekonomi küçülmekte, bunun sonucu olarak da sosyal adaletsizlik, işsizlik ve yoksullaşma giderek derinleşmektedir.
Bu bağlamda içinde bulunduğumuz yeni dönem tam da sosyal demokrasinin temel toplumsal sorunlara çözüm üretmesi için uygun ortamı sunmaktadır. Katı neoliberal anlayışın zemin hazırladığı sınır tanımaz fiktif finansal enstrümanlarla para kazanma hırsı, küresel ekonomik sistemi çökertmiş, üretim ekonomisi anlayışı gerilemiş, gelir dağılımı da bozulmuştur. Oysa sosyal demokrasi, insan mutluluğunu sağlayacak, üretime dayalı kalkınma ve sosyal adalet arasında denge kurabilecek yegâne çıkış yoludur.

Şunu unutmamak gerekiyor... Yaşadığımız ortam, uygulanan politikaların sonucu olarak milyonlarca mutsuz insan yaratmıştır. Oysa siyasetin temel amacı, olabildiğince mutlu bir toplum yaratmaktır. Bu aynı zamanda, yaratılan katma değerin hakça bölüşümüne olanak sağlayacak örgütlü bir toplum demektir. Örgütlü toplum ise toplanan vergilerin nerelere harcandığını sorgulayan toplumdur. Bu sorgulama, siyasetçinin topluma hesap verme sürecini doğurur. İşte bu süreç, aynı zamanda sağlıklı bir demokrasinin oluşma sürecidir. Türkiye'de duyulan temel eksiklik de budur. Sorgulamıyoruz, "biat" ediyoruz... Biat kültürünün yerleştiği toplumlarda, sömürü en acımasız şekliyle kendini gösterir. Kuşkusuz yolsuzluklar da...

Aziz ŞEKER: Son belediye seçimlerinde İstanbul’daki adaylık süreciniz olsun, takım çalışmasında göstermiş olduğunuz başarı olsun, seçim sonucu olsun, hepsi de Türkiye seçmeni açısından özlenen bir değeri somut olarak getirdi. “Dürüstlük” sembolü olarak kabul gördünüz. Uzun yılların kirlenmiş siyaset topraklarında bir umudun filizlendiğine tanık olduk… Şunu sormak istiyorum. Türkiye’de Belediyecilik hizmetlerinden ne anlaşılıyor ve ne anlaşılması gerekir. İnsanlarımızın algısında Belediyecilik hizmetleri nasıl yer etmiş olmalı?
“Sosyal” kavramı yerel yönetimlerde yeterince kabul görüyor mu? Sosyal Belediyecilik anlayışınızdan biraz söz eder misiniz? Başka bir açıdan konuya eğilecek olursak: Belediyecilik hizmetlerinin önceliği insancıl planlama açısından hangi temeller üzerine kurulmalıdır?

Kemal KILIÇDAROĞLU: Türkiye’de özellikle son yıllarda belediyecilik hizmetlerinin sosyal boyutu göz ardı edildiğinden belediyecilik hizmetleri dendiğinde akla ilk gelen ağırlıklı olarak ulaşım hizmetleri, yol yapım ve bakımı, çöp toplanması gibi faaliyetlerdir. Oysa belediye hizmetlerinin temel işlevlerinden biri, merkezi yönetim ile eşgüdüm içinde sosyal projelerin hayata geçirilmesidir.
Türkiye’de son yirmi yılda belediye hizmetleri ağırlıklı olarak Milli Görüş anlayışına sahip olan zihniyet tarafından sunulmaktadır. Şüphesiz bu belediyelerin sosyal yardım faaliyetlerinde bulunmadığını iddia etmek mümkün değildir. Ancak söz konusu belediyelerin, merkezi yönetim gibi, iyi tasarlanmış bir sosyal yardım politikası ekseninde faaliyette bulunduklarını da söyleyemeyiz. Üstelik belediyeler, sosyal yardım hizmetlerinin sunumunda merkezi yönetim ile eşgüdüm halinde de çalışmamaktadırlar.

Bizim İstanbul Belediye Başkan adaylığı süreci içinde vermek istediğimiz mesajların başında, modern belediyecilik anlayışı çerçevesinde sosyal ihtiyaçların giderilmesi, yoksulluğun sonlandırılması gibi temel hedefler ön plana alınmıştır. Bu noktada belediye başkanlığı adaylığım sürecinde taahhüt ettiğimiz temel sosyal projeleri hatırlatmak isterim. Şunları taahhüt etmiştik:

Daha yeşil, daha temiz bir İstanbul’da yaşacağız;
Kent kültürüne sahip çıkacağız;
Kent Danışma Meclisi açacağız;
Gençlerimize önce meslek, sonra iş vereceğiz;
Açlık sınırı altındaki her yoksul aileye, her ay 600 TL maaş vereceğiz;
Her evde bir sigortalı olacak; Aileler güvence altına alınacak;
Belediye Meclisi’nin alacağı karar çerçevesinde yoksul ailelerin kullandığı doğalgaz bedelinin bir kısmını biz karşılayacağız;
Mağdur kadınlarımıza destek olacağız;
Çağdaş ve yetenekli çocuklar yetiştireceğiz;
3 yılda yersiz, yurtsuz öğrenci kalmayacak;
İstanbul’u sadece biz değil, İstanbullu gençlerin de yönetmesi için Gençlik Meclisi kuracağız;
Tüm engelliler için engelli koruma iş atölyeleri açacağız;
İstanbul’un sokaklarında kimsesiz çocuk kalmayacak; Evsiz barksız, yaşlı kalmayacak;
Sokak hayvanları için hayvan sayısının çağdaş ve insancıl yöntemlerle kontrol altında tutulabileceği örnekler oluşturacağız.
Bu taahhütlerin tümü, bir plan dâhilinde, finansman kaynağı önceden belirlenmiş olarak hızla hayata geçirilecek şekilde tasarlanmıştı.
Burada bir ayrıntıya daha değinmek isterim. Bu çalışmalar büyük ölçüde sosyal hizmet uzmanlarının katkısıyla hayata geçirilecekti. Çünkü yoksul ailelerin saptanması ve izlenmesi “sosyal hizmet uzmanlarıyla” olacaktı. Sosyal hizmet uzmanları bu süreçte hem görev yapacak, hem de sorumluluk alacaklardı...
Görüldüğü üzere bizim belediyecilik anlayışımız esas olarak kent kültürü ve kentli insanların temel ihtiyaçlarını dikkate alan sosyal belediye hizmetleri ön plana alınarak şekillendirilmişti.

Aziz ŞEKER: Türkiye’de SHÇEK adında bir Cumhuriyet kurumu var. Açılımı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu. SHÇEK Genel Müdürlüğüne bağlı; sosyal hizmet müdürlükleri, yuva, yetiştirme yurdu, huzurevi, rehabilitasyon merkezi, toplum merkezi gibi çok sayıda yatılı ve gündüzlü, korunmaya muhtaç insanlara hizmet veren sosyal hizmet kuruluşları var. Son bir iki yıldır SHÇEK inanılmaz artan bütçesiyle, parlamenter çoğunluğa sahip siyasiler için övünç kaynağı oldu. Büyük bir nakdi yardım politikası uygulanıyor. Sokak deyimiyle “para” dağıtılıyor. Öte yandan çalışan personelin başta sosyal hizmet uzmanı olmak üzere, çocuk gelişimcilerin, psikologların, fizyoterapistlerin yani bu konumdaki sosyal meslek elemanlarının ciddi özlük sıkıntıları var. Yine, taşeron firmalar yoluyla bu meslek guruplarından da sözleşmeli olarak yararlanılıyor. İş güvencesiz koşullarda çalışmanın, kamusal bir işte getireceği sıkıntılar ortada… Bu meslek guruplarının bir Meslek Odası yok. Dolayısıyla muhatap alınmıyorlar. Hal böyle olunca sosyal hizmet uygulamalarında ciddi etik sorunlar yaşanıyor. Kuruluşlarda kalan insanlar üzerine yapılan bilimsel araştırmalar hemen hemen yok gibi. Nakdi yardım verilen insanlar yardımları etik bir yaklaşımla mı alıyorlar? Yardımlar güdümlü mü dağıtılıyor üzerine kamuoyu bilimsel ve güvenli bir bilgiye tam anlamıyla sahip görünmüyor. Sosyal hizmetler görünen o ki kimi otoriteler tarafından “siyasallaştırıldı,” denebilmektedir.
Bu mesleklerin odalaşması konusunda parlamento zemininde yapılan çalışmalardan biraz söz edelim. Köklü bir parti olarak sizin, son zamanlarda sosyal refah alanında hizmet üreten mesleklerin Odalaşmasıyla ilgili çalışmalarınız var mı? Bu söyleşi üzerinden eminim ki, sorunla ilgili açıklamalarınızı bekleyen binlerce meslek elamanı bulunuyor…

Kemal KILIÇDAROĞLU: Sosyal refah alanında hizmet üreten meslek mensuplarının bir araya gelerek oda oluşturmaları kabul edilebilir bir uygulamadır. Ancak bu konuda ilk talebin meslek mensuplarından gelmesi gerekir. Çünkü meslek mensuplarının kendi sorunlarını daha sağlıklı ortaya koyacakları ve çözüm üretecekleri açıktır. Odalaşma konusunda belki gecikmeler olabilir. Ama daha rahat örgütlenme yolu olan derneklerle de aynı işlev belli bir süre yapılabilir.
Başarılı bir derneğin, ya da dernekler çatısının yasal bir odanın alt yapısını oluşturacağı açıktır. Bu konuda CHP olarak biz örgütlü toplumdan yanayız. Toplum örgütlendikçe, demokrasinin güçlenmesine yol açan sağlıklı kültürün oluşacağı açıktır.

Aziz ŞEKER: Toplumsal muhalefet, demokrasiyi doğru okumak, gençliğin Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkarak ülke sorunlarına duyarlılık göstermesi gibi konularla ilgili nasıl bir gelecek öngörünüz var? 21. yüzyılda Türkiye’li gençlere neler söyleyebilirsiniz? Üniversite gençliği Ülkesi açısından hangi değerlerin taşıyıcılığını ve savunuculuğunu yapmalıdır?

Kemal KILIÇDAROĞLU: Türkiye’de siyasetin açmazlarından birisi de gençliğin yeterli ağırlıkta temsil edilemeyişidir. Bunun pek çok nedenini sayabiliriz. Ama bana göre asıl neden 12 Eylül askeri darbesinin gençliği ezmesi ve politikanın dışına itmesidir.
Gençlik dinamizmdir. Gençlik idealizmdir. Gençlik bireysel çıkarları görmeyip, ülke çıkarlarını her şeyin üstünde tutandır. Bunları düşündüğümüzde “gençlik geleceğimizdir,” diyebiliriz. Mademki gençlik geleceğimizdir, o halde gençliğe ülke yönetiminde daha fazla ağırlık vermeliyiz. Ülke sorunlarına eğilen, sorunları için çözüm üreten bir gençliği amaçlamalıyız. Bunun için biz siyasetçilerin gençlerin özgürce tartışabilecekleri bir Türkiye’yi oluşturmamız gerektiği açıktır. Ama maalesef bırakın özgürlük alanını genişletmeyi, bugün biz telefonla konuşmaktan bile korkmaya başladık.

Aziz ŞEKER: Sosyal sorunlarla “çoğalan” bir Türkiye’de; bu söyleşi üzerinden sosyal hizmet alanlarında çalışan meslek gruplarına, bunların derneklerine “sosyal devleti” savunmaları noktasında, yıllarınızı Türkiye’nin en büyük sosyal güvenlik kurumlarından birinde geçirmiş ve aktif siyasete girmiş bir insan olarak, neler söyleyebilirsiniz?

Kemal KILIÇDAROĞLU: Öncelikle sosyal hizmetlerin sunumunda gerek gönüllü, gerekse ücretli olarak çalışan yurttaşlarımıza şükranlarımızı sunmalıyız. Çok zor ve önemli bir hizmeti yerine getirmekteler. Bu insanlarımızın Türkiye’nin geleceğini inşa etmede önemli bir rol üstlendikleri unutulmamalıdır. Ancak bu arkadaşlarımızın sorunları olduğunu da yasa koyucuların bilmesi gerekiyor. Umarım sorunlarının çözümüne yönelik olarak gerekli duyarlılık AKP iktidarınca gösterilmiş olur. Bu noktada vurgulamak istediğim husus sosyal hizmetlerin sunumunda çalışan yurttaşlarımız mutlu edilmeden sosyal yardım talep eden kesimlerin sorunlarının etkin bir biçimde çözülmesinin mümkün olmadığıdır. CHP iktidarında bir önceki sorunuz kapsamında özetlediğiniz sosyal yardım hizmetlerinde çalışanların temel sorunlarını hızla çözmek önceliklerimizden biri olacaktır.

Aziz ŞEKER: Sevgili Kemal Hocam teşekkürler…
 




 




Yasal Uyarı , Gizlilik Beyanı ve Künye  

 
 sosyalhizmetuzmani.org © Bütün hakları saklıdır.