Sosyal Hizmet Mesleği

Sosyal Hizmet Alanları

Sosyal Kaynak
Bilgiler

     

 

Prof.Dr. Kamil ALPTEKİN

 

Karatay Üniversitesi
Sosyal ve Beşerî Bilimler Fakültesi
Sosyal Hizmetler Bölüm Başkanı

Sosyal Hizmet Uzmanı  



Türkiye’de Kadının Statüsü
 

 

Giriş

Belirli bir zaman ve toplumsal ortam içerisinde bir sosyal pozisyonun diğer sosyal pozisyona göre bulunduğu konuma sosyal statü denir. Her sosyal statünün belirli görevleri, belirli davranışları kısacası normları vardır. Her sosyal statü belirli sosyal rolleri gerektirir. Sosyal rol; bir sosyal statünün normlarını yerine getirmek için kişiyi gerekli davranışlarda bulunmaya zorlar. Bu bağlamda sosyal statünün statik olmasına karşın sosyal rol dinamiktir.
Sosyal statü kazanmanın bir çok yolu vardır. Bunları doğuştan kazanılan ve sonradan kazanılan statüler olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Erkek veya kız olarak dünyaya gelmek ve yaşa bağlı olarak ileriki yıllarda çocukluk, gençlik, yaşlılık statüsüne sahip olmak doğuştan kazanılan statülere birer örnektir. Kişinin mühendis, öğretmen, polis, ustabaşı olması gibi eğitim ve öğretim yoluyla sahip olduğu statülerde sonradan kazanılan statülerdendir.

Kadınların; eğitim, sağlık ve istihdam olanakları gibi en temel insan haklarından yararlanma konusunda hemen hemen tüm ülkelerde erkeklerin gerisinde olduğu bilinmektedir. Çalışma hayatında üretimin her aşamasında katkısı bulunan; ev işleri, çocuk ve diğer bakıma muhtaç aile üyelerinin sorumluluğu, eşin yeniden üretime hazırlanması gibi ücretsiz işlerin çoğunluğunu da üstlenen kadınların toplumsal kalkınmanın ve gelişmenin sağladığı olanaklardan yeterince yararlandıklarını söylemek zordur.

Kadın ve erkeğin toplumdaki işlevleri, sorumlulukları, hakları, maddi ve manevi olguların üretimi sürecindeki konumları, kişilik özellikleri gibi unsurlar toplumsal cinsiyete göre şekillendirilmekte ve bunun sonucunda kadınlar özel alana, erkekler ise kamusal alana yönlendirilmektedir (Arslan, 2000).

Arslan’ın (2000) belirttiği gibi aile içindeki statünün belirlenmesindeki rol paylaşımında kadının geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine uygun olarak “özel alan”ında sınırlanarak ev işlerinde, erkeğinse “kamusal alan” olarak belirlenen ev dışı işlerde yoğunlaşması kadının aleyhinde hiyerarşik bir yapı oluşturmuştur. Cinsiyete dayalı iş bölümünden oluşan bu yapı teknolojik gelişmelere rağmen biçim değiştirerek varlığını korumaktadır.

· Türkiye’de Kadının Toplumsal Statüsü

Globalleşen dünyada, kadınların durumunu tespit etmek üzere, bir karşılaştırma yaptığımızda kadınlarımızın toplumsal ve hukuki statüleri İslam Ülkeleri ve bir çok 3. Dünya ülkelerine göre iyi, hatta hukuki statüleri bakımından çok daha iyidir. Ancak üyesi olduğumuz Avrupa konseyi ülkeleri açısından maalesef en gerideyiz. Batıda bilgi, kadınların statülerinin yükselmesinde ve erkeğe eşitlenmesinde rol oynadığı halde ülkemizde durum tersine olmuştur. Her ne kadar Tanzimatla beraber eğitim olanaklarına sahip olan kadınlarımız da bir takım taleplerde bulunmaya başlamışlar ise de bunlar çok mütevazi idiler: Eş seçiminde, çocuklar üzerinde velayet hakkı kullanımında ve boşanmada söz sahibi en doğal insan haklarını kullanma talepleri bile erkekleri dehşete düşürüyordu. Özetle söylemek gerekirse, ülkemizde kadının durumu Cumhuriyet döneminde Atatürk ve yakın çevresinin başlatıp sürdürdüğü Hukuk Devrimi ile düzelmiş, kadına tanınan haklar erkeğe yakın eşit hukuki statü onun toplumsal statüsünü de yükseltmiştir (Gürkan, 2000).

Cumhuriyet düşüncesi özünde toplumu kişi üzerinde tutan bir yaklaşımı benimsemiş; kadınlar için yasal düzlemde ve kamusal alana ilişkin getirdiği bütün “özgürleştirici” dönüşümlere karşın, geleneksel kültürün temel taşları olan ataerkil aile ve erkek egemen toplumsal ilişkileri özellikle “özel alan” düzleminde pek sorgulanamamıştır. Toplumun cinsiyet ve yaş hiyerarşisine dayalı yapısına “özel alanda” karşı çıkılmazken “kamu alanı”nda eşitlikçi ve çağdaş bir yasal düzen yaratılmıştır. Cumhuriyet döneminde bir çok kadın için eğitim, meslek, iktisadi bağımsızlık, toplumsal hareketlilik, siyasal etkinlik yolları ilk defa açılırken, kadınların büyük çoğunluğunun gündelik yaşam koşulları ve deneyimlerini değiştirici olacak erkek egemen yapı ve değerlerin kırılması çok da vurgulanmamıştır. O dönemde ülkemizin özgür siyasal-sosyal koşulları ve dünyada kadın hakları söyleminin genel gelişme düzeyi düşünüldüğünde çok da doğal karşılanacak bu durumun gündeme getirilmesi ve değiştirilmesi için hem yeni bir söylem yaratılması, hem de somut adımlar atılması talepleri, Türkiye’de ancak 1980 sonrası dönemde söz konusu olmuştur (Acar, 1998).

Gürkan (2000), Medeni Kanunu göz önünde bulundurarak toplumsal statüsü açısından Türk kadınını üç grupta değerlendirmektedir:
İlk grubu “Medeni Kanunu yaşamayan” kırsal kesim kadınları ile kente göçen kırsal kesim kökenli gecekondu kadınları oluşturmaktadır. Bunların Toplumsal statüleri çok düşük olup insan haklarından gerçek anlamda yararlanamamaktadırlar. İkinci grubu oluşturan, Medeni Kanunun kendilerine tanıdığı yasal hakların bilincinde olan “Medeni Kanunu yaşayan” kentli kadınların önünde modern ve çağdaş yaşamın olanakları alabildiğine uzanır. Ancak modern ve çağdaş yaşamın acımasız koşullarına maruzdurlar. Kentli kadının aile ve toplum üyesi olarak rolleri çoğalmış, yükümlülükleri artmıştır. Üçüncü grup ise iyi eğitim görmüş, eğitimli ailelerden gelen kendisi gibi iyi yetişmiş erkeklerle evlenenler, Türk Medeni Kanunun aileyi düzenleyen hükümlerine göre değil, olması gereken Medeni Kanunun hükümlerine göre yaşayan çok az sayıda “Medeni Kanunun ilerisinde yaşayan” kadınlardan oluşmaktadır (Gürkan, 2000).

· Türkiye’de Kadının Hukuki Statüsü

17 Şubat 1926’da kabul edilen ve 4 Ekim 1926’da yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu (TMK.) Cumhuriyetimizin kuruluşunu takiben yapılan hukuk devriminin en temel yasasıdır. Türk Hukukunu dinsel hukuk çevresinden çıkarıp Kara Avrupası Hukuku çevresine sokan bu devrim ile ümmetten ulus, kuldan yurttaş yaratılmıştır. 1907 tarihli İsviçre Medeni Kanununun (İsv.MK.) bazı ufak değişikliklerle tam bir tercümesi olan TMK.nun özellikle Aile Hukuku bölümünde köklü bir hukuk reformu yaşama geçirildi. TMK.nun kabulü ile Türk kadınına, özel yaşamında o zamana kadar sahip olmadığı haklar, en modern ülkeler düzeyinde yasal olarak tanındı; kadınlar, evlenme, boşanma, miras, mal edinme vb. konularda erkeklerle eşit haklara sahip oldular. TMK. ile erkeğin birden çok kadınla evlenebilmesi yerine tek eşlilik, erkeğe tanınan boşanma hakkı (talak) yerine kadının ve erkeğin yasada yer alan sebeplerle boşanma davası açabilme hakkı, mirastan erkek çocuğun tam pay, kız çocuğun yarı pay alması yerine kız ve erkek çocuğun eşit pay almaları kabul edildi (www.geocities.com/CapitolHill2772/turkhtml).

Aile Hukukukunda önemli değişiklikler yapan Türk Medeni Kanunu aradan geçen 75 yıl sonra yeniden düzenlenerek değiştirildi. 1999 yılında TBMM Başkanlığına sunulan 1030 maddelik tasarı 22 Ekim 2001’de kabul edilerek yasalaştı ve 8 Aralık 2001’de Resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi.

1030 maddeden oluşan yeni Türk Medeni Kanunu’ndaki değişikliklere göre, bundan böyle evlilik birliğinin yönetiminde kadın ve erkek arık eşit söz hakkına sahip. Eşler; evlilik birliğini temsil etme yetkisine sahip olacak ve evlenen kadın, isterse kocasının soyadının yanısıra kızlık soyadını da kullanabilecek. Boşanan kadın ise, isterse evlenmeden önceki soyadını kullanabilecek. Değişikliğe göre aile cüzdanı olmadan, dini nikah yapılamayacak. Kocanın "kadın ve çocukların bakımından sorumlu olduğu" ilkesi kaldırılarak yerine getirilen "eşit mali sorumluluk" hükmüyle birlikte evin giderlerine katılmada eşlerin mali güçleri, emek ve malvarlıkları esas alınarak yapılacak. Evlilik dışı çocuklar da evlilik içi çocuklar gibi mirasta eşit hakka sahip olacak. "Onur kırıcı davranışlar" da boşanma nedenleri arasında yer alacak (www.ozgurpolitika.org/2002/01/02/hab17.html).

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, 6. Beş Yıllık Kalkınma Planı ve Nairobi İleriye Yönelik Stratejileri kadınla ilgili resmi bir kurumun kurulmasını gerekli kılmıştır.

Cumhuriyet döneminden bu tarafa kadınların elde ettikleri hakların korunması, bu haklardan gereği ölçüde yararlanması, kadın sorunlarının dile getirilmesi ve çözüm önerileri geliştirilmesi amacıyla kadınlara yönelik politika ve uygulamalar açısından uluslararası alanda ülkemizi temsil etmek ve yurt içinde ilgili kuruluşların koordinasyonundan sorumlu olmak üzere 20 Ekim 1990 tarihinde 3670 sayılı Kanunla Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü kurulmuştur.

· Kırsal ve Kentsel Alanda Kadın

Köy ve şehir sosyal yapısını davranış örüntüleri açısından ilk kez inceleyen Alman Sosyolog Ferdinand Tönnies’dir. Tönnies, köy sosyal yapısının “topluluk”, şehir sosyal yapısının ise “toplum” temelinde davranış örüntülerine sahip olduğunu öne sürmüştür. Tönnies’e göre “topluluk” temelli sosyal yapı da bireylerde dayanışma, birlikte hareket etme, uzlaşma kısacası sosyal bütünlük söz konusudur. Toplum temelli sosyal yapı; işbölümü ve ferdiyetçiliği esas alan sosyal, kültürel ve ekonomik statüler bakımdan farklılaşmış heterojen bir görünüme sahiptir.

Köylerde sosyal statüler ve roller sayı itibariyle hem azdır hem de yavaş değişir. Çok sayıda sosyal statüyü birarada barındıran şehir sosyal grupların karmaşıklığı ve yoğun nüfusu ile büyük bir yerleşim yeridir. Şehirde yaşayan kişinin sosyal ilişki ağı köyde yaşayan kişiye oranla daha geniş ve daha karmaşıktır. Şehir kendine özgü özellikler gösteren büyük bir yerleşim yeridir. Şehirde ikincil sosyal ilişkiler sayıca çoktur. Sosyal kontrol kanunlarla, yönetmeliklerle yapılır. Her şehrin en belirgin özelliği bu yerleşim birimlerin aynı zamanda bir pazar yeri olmasıdır. Bilindiği gibi pazar yerlerinde tüketiciler üreticilerden fazladır.

Ülkemizde yaşayan kentli kadını, göçle gelen kentte yaşayan kırsal kesim kadınını ve kırsal alanda yaşayan kadınları birbirleri ile karşılaştırdığımızda aralarında ekonomik ve eğitim bakımından farklılıkların olduğu ve bunun da kadının tüm yaşamına yansıdığı görülür. Bu gruplar içerisinde en mağdur olanı kırsal alanda yaşayan ve tarımla uğraşan kadınlarımızdır. Çünkü şehre göç etmiş kadın bir süre sonra sanayi toplumunun bir parçası olarak kent yaşamına entegre olur, en azından çocuklarının çağdaş ve modern yaşamı yakalama şansı vardır (Sekin, 1998).

Kırsal kesimde yaşayan kadının aydınlanması ortalama yaşam kalitesine yükselebilmesi şehirde yaşayan kadına göre çok daha zordur. Dar bir çevrede yaşamakta ve sadece yakın çevresi ile iletişim içindedir. Aynı düşünceyi paylaştığı bilgi ve görgüsü kendinden farklı olmayan diğer kadınlarla bir aradadır. Gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlıdır. Erkeğin üstünlüğü ataerkil yapının bir gereği olarak kabullenilmiştir. Kırsal kesim kadınının kendine güveni gelişmemiş, sorununun çözümünü erkekten bekleyen, çocukların eğitimi konusunda fazla fikri olmayan ve bulunduğu durumdan hiç de şikayetçi olmayan bir konumdadır. Yaşam kalitesini yükseltecek evinin içindeki düzenlemelerden örneğin evinin tuvaletin bahçede olması, otomatik çamaşır makinesinin bulunmamasından yakınmamaktadır (Sekin, 1998).

Kır ailesine göre daha eşitlikçi anlayış kent ailesinde giderek yaygınlaşmaktadır. Kadının statüsü açısından değişmeye açık yenilikçi tutumlar gelişip yaygınlaşabilmek için kırsal alana kıyasla kentlerde çok daha uygun ortam bulmaktadır. Dolayısıyla kendi işlevini evle sınırlayan geleneksel anlayışın kırda egemenliğini sürdürmesine karşılık, kentte giderek çözülmekte olduğu sonucuna varılabilir (Sencer, 1993).

Kentte ekonomik faaliyete katılan kadın, bunun karşılığında ücret almaktadır. Bu durum onu ekonomik yönden aile içinde bağımsız duruma getirir. Kırsal kesimde çalışan kadınların %89’u aile işletmesinde ücretsiz işçi statüsündedir. Bu nedenle ekonomik bağımsızlığı yoktur. Ürünün satışından aldığı gelir eşe aittir. Babasının evinden getirmediği her şey eşinin mülkiyetindedir. Topraksız ailelerde ağırlıklı olarak mevsimlik tarım işçilerinin büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturmaktadır. Çoğu kez makine kullanan erkeğe göre daha düşük ücret almaktadırlar. Yazın sıcak, kışın soğuk havalarda zor koşullarda çalışan kadın işçiler tüm gün büyük özveri ile çalıştıkları halde daha düşük ücretlerle yetinmek zorundadırlar (Sekin, 1998).

KAYNAKLAR

ALPTEKİN Kamil (2002). “Kadının Statüsü”. 1974–1999 Yılları Arasında Türkiye’deki Tamamlanmış İntiharların Coğrafi Yerleşim Birimlerine ve Cinsiyete Göre Dağılımı. Ankara: Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Disiplinlerarası Sosyal Psikiyatri Ana Bilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi

ACAR Feride (1998). “Cumhuriyet ve Kadın”. Cumhuriyetin 75. Yılında Türkiye’de Kadının Durumu. Ankara: T.C Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü. Takav Matbaacılık Yayıncılık A.Ş.

ARSLAN Şengül Altan (2000). Ders Kitaplarında Cinsiyetçilik. Ankara: Beyda Ofset Matbaacılık, T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları.

GÜRKAN Ülker (2000). “Türkiye’de Kadının Toplumsal ve Hukuki Statüsü”. Hukukta Kadın Sempozyumu. 2. Baskı. Ankara: İlkiz Ofset Matbaacılık, T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları.

SEKİN Seval (1998). “Kırsal ve Kentsel Alanda Kadın”. Cumhuriyetin 75. Yılında Türkiye’de Kadının Durumu. Ankara: T.C Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü. Takav Matbaacılık Yayıncılık A.Ş.

SENCER Yakut (1993). Türkiye’de Kentleşme. Ankara: T.C Kültür Bakanlığı Yayınları: 345, Bilim Dizisi: 12.

Türk, Alman ve İsviçre Medeni Kanunlarında Kadın-Erkek Eşitliği (2001). http://www.geocities.com/CapitolHill/2772/turk.html
 
 
 
 



Yasal Uyarı , Gizlilik Beyanı ve Künye  

 sosyalhizmetuzmani.org © Bütün hakları saklıdır.