Aziz ŞEKER: Kendinizi kısaca tanıtır
mısınız?
Elif KARA: Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunuyum, Ondokuz
Mayıs Üniversitesi’nde Din Psikolojisi bilim dalında doktoramı tamamladım.
Manevi sosyal hizmet alanı ile ilgili araştırmalarıma devam ediyorum.
Aziz ŞEKER: İslâm’da sosyal adalet, eşitlik kavramını açıklar mısınız?
Sosyal dayanışma yaklaşımını ele alarak bireylere ve topluma düşen
görevlerden söz eder misiniz?
Elif KARA: Sosyal adalet toplumun tüm fertlerinin fakirlik zenginlik, soy
gibi farklılıklarının gözetilmeksizin iyi bir şekilde yaşamak için eşit hak
ve hukuka sahip olmasını savunur. Bu aynı zamanda toplumu oluşturan
fertlerin birbirlerinin haklarına saygı göstermeleri demektir.
İslâm insan
hayatını her yönüyle düzenlemektedir. İslâm bireyin psikolojik ihtiyaçları,
toplum içinde bireyin ihtiyaçları ve bireylerden oluşan toplumun huzurlu ve
mutlu bir ortamda yaşaması için birçok esas içermektedir. İslâm maddi
anlamda sosyal adalet ve dayanışmayı tesis etmek için zenginlerin mallarının
bir kısmını zekât yoluyla maddi ihtiyaç içinde olanlara vermelerini
emretmiş, bu şekilde zengine fakire karşı sosyal sorumluluk yükleyerek arada
manevi bir bağ tesis etmiştir.
İslâm yalnızca maddi konularda dayanışmayı sağlamakla kalmamış, aynı zamanda
müslümanları manevi dayanışmaya da davet etmiştir. İslam’da sosyal dayanışma
ilkesini işaret eden bir hadiste peygamberimiz şöyle buyurmaktadır;
“Müminleri, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede, birbirlerine
şefkat göstermede tıpkı yek bir vücut gibi görürsün; onun bir uzvu
rahatsızlansa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararetle onun rahatsızlığına
ortak olurlar.” (Buhari, Edeb 27; Müslim, Birr 66).
Anlaşılacağı üzere sosyal adalet ve dayanışmayı sağlamak için bireye ve
topluma birçok görev düşmektedir. Maddi anlamda zekât ve sadaka yoluyla,
manevi anlamda ise birbirinin halini hatırını sormak, sevmek, iyi niyetli
olmak gibi yükümlülükler inancının gereği olarak müslümanın karşısına
çıkmaktadır.
Aziz ŞEKER: İslâm’ın Kur’an ve hadis temelinde yükseldiğini hatırda tutarak;
Kur’an ve hadiste geçen sosyal hizmet anlayışını örneklerle paylaşır
mısınız?
Elif KARA: Bu konuda Kuran’da birçok ayet değerlendirilebilir. Bu ayetleri
psikolojik ve sosyolojik açılardan ele almak gerekir. Bireyin psikolojisini
tanımlayan ve bireyin ihtiyaçlarına değinen birçok ayet vardır, örneğin
“yalnız olmadığını hatırlamak” bunlardan biridir.
Bireyden topluma doğru
ise, bireylerin birbirine davranışı, toplumdaki hasta yaşlı engelli, fakir,
suçlu, mağdur gibi birçok koşuldaki yardıma muhtaç insana Kuran’ın bakışı
İslâmi sosyal hizmet anlayışı çerçevesinde ele alınabilir. Bunun yanı sıra
aynı toplumda yaşanılan farklı dindeki insanlara karşı yaklaşım da Kuran’ın
sosyal hizmet anlayışında yer bulmaktadır.
Zekât ve sadaka toplumda maddi dayanışmayı sağlamakta en önemli unsurlardır.
Manevi toplumsal dayanışmayı tesis etmek İslam’ın amaçlarından biridir.
Hucurât suresinde şöyle buyurulmaktadır; “Mü'minler ancak kardeştirler.
Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki
size merhamet edilsin.” Yine bir hadiste de; “Müslüman Müslümanın
kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim, kardeşinin
ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür.
Kim bir Müslümanı bir
sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da o sebeple onu Kıyamet gününün sıkıntısından
kurtarır. Kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onun
ayıbını örter.” Buyurulmaktadır. (Ebu Davud, Edeb 46; Tirmizi, Hudud 3;
Buhari, Mezalim 3; İkrah 7; Müslim, Birr 58.).
Benzeri birçok hadis; hasta ziyareti, taziye gibi birçok durumda sosyal
dayanışmada peygamberimizin (sav) izlediği yolu bize göstermektedir.
Farklı dindeki bir toplulukla yaşama baktığımızda, Peygamberimiz Medine’de
Yahudi topluluğuyla birlikte sosyal adalet ve dayanışma çerçevesinde yaşamak
için sözleşme yaptığını görmekteyiz, bu akdin 16. ve 17. maddeleri şu
şekildedir; “Yahudilerden bize tâbi olanlar, zulme uğramayacaklar,
düşmanlarına yardım edilmeyecek ve böylelikle yardım ve eşitliğe hak
kazanacaklardır.” Açıkça görülüyor ki, farklı inanca mensup toplulukla
Müslümanların bir arada yaşaması için iki topluluğun da insani ihtiyaçları
gözetilerek huzurlu ve adil bir biçimde yaşamaları bir nevi yasa
diyebileceğimiz bu hükümlerle tesis edilmiştir.
Bu anlayışı kurandaki şu ayetlerle örneklendirebiliriz: "Ey İnananlar!...
Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoydukları için bir topluluğa karşı beslediğiniz
kin, aşırı gitmenize neden olmasın; iyilik ve takvada birbirinizle
yardımlaşın, günah ve aşırı gitmede yardımlaşmayın…" (Mâide, 5/2).
Özetleyecek olursak, İslam, sosyal hizmet ve adalet anlayışını bireyin kendi
ihtiyaçlarından topluma doğru her adımda güzel bir biçimde
değerlendirmektedir.
Aziz ŞEKER: İslâm tarihinde rastlanan sosyal hizmet kuruluşlarından örnekler
verir misiniz? Sosyal hizmet kuruluşlarının / sosyal dayanışmanın sosyal
hayata etkilerini anlatır mısınız?
İslam tarihi boyunca sosyal hizmet anlayışının kurumsallaşmasına göz
attığımızda vakıflar dikkati çekmektedir. Vakfın kaynağı İslâm prensiplerine
dayandırılmakta ve Kur’an’dan ve hadislerden deliller getirilerek bir İslâm
Kurumu olduğu savunulmaktadır. “Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça
tam hayra erişemezsiniz,” (Al-i İmran, 3/92) ayeti vakıfların kurulmasında
ilke kabul edilmiştir.
Vakıflar faydalanma bakımından ikiye ayrılır. İlki bizzat kendisinden
yararlanılan vakıflardır ki bunlara hayrî kurumlar denilir. Mabetler,
medreseler, mektepler, imaretler, zaviyeler, kütüphaneler, misafirhaneler,
köprüler, hastaneler, çeşmeler, sebiller, bu hayır kurumlarını oluşturur.
İkincisi bunların sürekli ve düzenli işlemesini sağlayan bina, arazi, nakit
para vs. gelir kaynaklarının oluşturduğu vakıflardır.
Peygamberimiz(sav) döneminden itibaren varlığından söz edilebilen vakıf
kurumları kargaşa dönemlerinde azalmakla beraber Büyük Selçuklular
döneminden itibaren hız kazanmış ve Osmanlılarda büyük gelişme göstermiştir.
Maddi bir karşılık beklemeden başkalarına yardım etmek gibi yüce bir
düşüncenin eseri olan vakıf, yüzyıllardan beri İslâm ülkelerinde büyük bir
önem kazanmış, sosyal ve ekonomik hayat üzerinde derin etkiler yapmış dinî
ve hukuki bir kurumdur.
Vakıflar aracılığıyla ihtiyaç sahiplerinin sürekli gözetilip desteklendiği
anlaşılmaktadır. Sadece fakirlik durumunda değil, öğrenci, hasta, yolda
kalmış olmak gibi birçok durumda vakıflar, çözüm için sosyal hizmet sunan
kurumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Sadece insanlar için değil, aç,
barınaksız hayvanların da vakıflar aracılığı ile korunduğuna İslam tarihi
şahitlik etmektedir. Hayvanların da düşünülmüş olması vakıfların çok yüksek
bir sosyal hizmet anlayışı olduğunu göstermektedir.
|
Aziz ŞEKER: Ne tür bireysel ve toplumsal süreçler sosyal dayanışmanın önünde
engel olarak görülmektedir? |
Elif KARA: Sosyal dayanışma ve yardımlaşma günümüzde maddi imkân
sahiplerinin zekât ve sadakalarıyla ve de devlet eliyle yürütülmektedir. Bu
konuda sistemli bir şekilde ihtiyaç sahiplerine ulaşmak için gerekli
düzenlemeler mevcuttur. Örneğin mahalli idarelerce yoksulların tespit
edilmesi, bildirilmesi ve desteğin ivedilikle ulaşması sağlanmaktadır.
Kanaatimce, maddi sorunların yanı sıra aile içi şiddet, toplumsal şiddet
gibi her gün duyduğumuz onlarca haber karşısında yapılması gereken en önemli
şey, duyarlılığı artırmak için sosyal dayanışma ile ilgili dini ve ahlaki
değerlerin, erdemlerin güncel tutulmasıdır.
Aziz ŞEKER: Günümüz laik toplumların temsili olan ‘sosyal hizmet’ ile
İslâm’da sosyal hizmet kuruluşlarından olan ‘zekât’ arasında farklılık var
mıdır? Zekât, İslâm’da sosyal hizmetle eş tutulabilir mi?
Elif KARA: İşleyiş açısından elbette farklılıklar vardır. Sosyal hizmet en
kısa açıklamasıyla muhtaç durumdaki kişilere yardım etmektir, İslam dini de
bunu emretmektedir. Bu manada Zekât İslâm’da sosyal hizmet anlayışının
içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Bununla birlikte sosyal hizmetin dini
kaynaklı olması, insanları gözetmenin kollamanın dini inancın bir parçası
olması ve hatta İslâm terbiyesi ile yetişen bir müslümanın kimliğinin
iyilikle, insan sevgisiyle yapılanması İslâmi sosyal hizmet anlayışını daha
zengin kılmaktadır, diyebiliriz.
Toplumda lüks bir hayat süren zengin, sermaye sahibi insanların, mallarının
ve kazançlarının belli bir kısmını dinî inançlarının bir gereği olarak zekât
ve sadaka olarak vererek çevrelerindeki yoksul kimselerle paylaşmaları,
sosyal dayanışma ve sosyal adaletin tesisine katkı sağlayan erdemli bir
davranıştır. Yine belirtmek isterim ki, bu durum İslâmi yardımlaşmanın ve
dayanışmanın sadece bir türünü ifade etmektedir.
Aziz ŞEKER: Din, sosyal sorunların çözümünde (işsizlik, yoksulluk, göç,
istismar, şiddet vb.) nasıl bir yöntem sunuyor?
Manevi sosyal hizmetin, din psikolojisinin sosyal hizmet alanlarındaki
işlevini irdeler misiniz?
Elif KARA: Buraya kadar İslâm dininin maddi ve manevi yönlerde sosyal adalet
ve dayanışmayı tesis etmek için içerdiği esaslardan bahsettik. Sosyal
sorunların çözümü noktasında ise yine Kurân’dan, Peygamberimizin
uygulamalarından, İslam tarihinden örnekler sunmaya çalıştık.
Özetle
diyebiliriz ki, İslâm’ın sosyal hizmet anlayışı maddi manevi sorunların
farkında olmak, ilgili olmak ve yine maddi ve manevi anlamda bu sorunlar
için mümkün mertebe çözümler bulmaktır. İşsizlik, yoksulluk, göç, istismar,
şiddet vb. konularının her biri çok detaylı işlenebilecek konulardır.
Bunlardan yoksulluğa yaklaşımdan bahsettik, örneğin göç konusunda da birkaç
şey söyleyecek olursak, İslâm ilk zamanlarından beri kendine sığınanlara
din, soy gözetmeksizin kucak açmıştır.
İslâmiyet’in ilk yıllarında
kendilerine sığınan Mekke’li muhacirlere Medineli Müslümanların her türlü
desteği sağlayarak kendilerinden biri gibi davrandığı, canla başla koruyup
kolladığı bilinmektedir. Burada özellikle koruma konusunda vurgulamak
gerekir ki, günümüzde mülteci mevzuatının temel unsuru korumadır. Dünyada
pek çok ülke kendine sığınanları korumak konusunda başarılı olamazken,
İslâm’ın ilk yıllarından itibaren Müslüman olsun ya da olmasın kendine
sığınanları korumayı bir zorunluluk olarak görmesi çok yüksek bir anlayışın
göstergesidir.
Manevi sosyal hizmet, sosyal hizmet anlayışını kişilerin kalp, vicdan akıl
ve irade gibi manevi kaynakları ile yönlendirmek amacını taşımaktadır.
Sosyal sorunlar irdelenirken ve çözüm aranırken dini, ahlaki kaynakları
değerlendirmek insanın manevi ihtiyaçlarını karşılamak açısından önemlidir.
Manevi sosyal hizmetler, insanların sorunları karşısında dini telkinlere de
yer veren bir hizmet modelidir. Batı ülkelerine baktığımızda manevi
hizmetlerin psikoloji biliminin, psikolojik terapi yöntemlerinin desteğini
alarak yürütüldüğünü görmekteyiz.
Aziz ŞEKER: Teşekkürler Elif Hanım…
KONUYLA İLGİLİ BAŞVURULABİLECEK BAZI AYETLER
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُوم
“Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum
olanlar için bir hak vardı.”[1]
Ayrıca şu ayetlere bakılabilir:
Rûm 30/41; Zâriyât 51/19; Meâric, 70/25; Tevbe 9/60; Necm 53/24; Mâide, 5/2;
Rahman, 55/60; Al-i İmran, 3/113.
KONUYLA İLGİLİ BAŞVURULABİLECEK BAZI HADİSLER
Mutlaka herkesin yapabileceği bir iyilik vardır.
وعن أبى موسى رضى اللّه عنه قالَ رَسُولُ اللّهِ #: ]عَلى كلِّ مسلمٍ صدقةٌ،
قِيلَ أرَأيتَ إن لم يَجِدْ؟ قال: يعْمَلُ بيدَيْهِ فينفعُ نفسَهُ ويتصدَّقُ.
قال: أرأيت إنْ لم يَسْتَطِعْ؟ قال يُعينُ ذا الحاجةِ الملهوفَ. قال: أرأيتَ
إنْ لم يَسْتَطِعْ؟ قال: يأمرُ بالمعروفِ أو الخيرِ. قال: أرأيتَ إنْ لم
يَفْعَلْ؟ قال: يُمْسِكُ عن الشَّرِّ فإنهَا صدَقةٌ
Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Her Müslümanın sadaka vermesi gerekir" buyurdu. Kendisine: "Ya bulamayan
olursa?" diye soruldu. "Eliyle, çalışır, hem şahsı için harcar, hem de
tasadduk eder" cevabını verdi. "Ya çalışacak gücü yoksa?" diye soruldu "Bu
durumda, sıkışmış bir ihtiyaç sâhibine yardım eder" dedi. "Buna da gücü
yetmezse?" dendi. "Ma'rufu veya hayrı emreder" dedi. "Bunu da yapmazsa?"
diye tekrar sorulunca: "Kendini başkasına kötülük yapmaktan alıkor. Zîra bu
da bir sadakadır" buyurdu.[2]
_______________
İyilik yapana en azından dua etmek, memnuniyeti izhar etmek dayanışmayı
güçlendirir.
وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: مَنْ أُعْطِىَ عَطَاءً
فَلْيَجْزِ بِهِ إنْ وَجَدَ، فَإنْ لَمْ يَجِدْ فَلْيُثْنِ بِهِ، فَإنَّ مَنْ
أثْنى بِهِ فَقَدْ شَكَرَهُ، وَمَنْ كَتَمَهُ فَقَدْ كَفَرَهُ
Hz.Câbir (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kim bir ihsana mazhar olursa, bulduğu takdirde karşılığını hemen versin,
bulamazsa, verene senâda bulunsun. Zira onu övmekle, teşekkürünü yerine
getirmiş olur. Ketmeden (karşılık vermeyen) nankörlük etmiş olur" dedi."[3]
_______________
İnsanın güzel ahlakıyla topluma örneklik teşkil etmesi, yerine göre cemiyete
yapılabilecek en büyük iyiliktir.
ـ5ـ وعن النوّاس بن سمعان رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَأَلْتُ رسولَ اللّهِ #
عَنِ الِبرِّّ وَا“ثْمِ، فقَالَ: البِرُّ حُسْنُ الخُلُقِ، وَا“ثْمُ: مَا حَاكَ
في صَدْرِكَ وَكَرِهْتَ أنْ يَطَّلِعَ عَلَيْهِ النَّاسُ» حاكَ«: أى تردد في
الصدر .
Nevvâs İbnu Sem'an (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a iyilik (birr) ve günah hakkında sordum. Bana şu cevabı verdi:
"İyilik (birr), güzel ahlâktır. Günah da içini rahatsız eden ve başkasının
muttali olmasından korktuğun şeydir."[4]
_______________
Bazen affedicilik yapılabilecek en büyük iyiliktir. Cemiyet fertleri
arasında dayanışmayı sağlayan ve hastalıkları gideren bir neşterdir.
قالَ رَسُولُ اللّهِ #: ]أدِّ ا‘مانةَ إلى مِن ائتَمنكَ، وَ تَخُنْ من خانَكَ
Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
şu sözünü rivayet etmiştir: "Sana emanet bırakanın emânetini geri ver. Sana
ihânet edene ihânet etme"[5]
________________
İyilik herkesi kuşatmalıdır. En yakından uzağa doğru daire
genişletilmelidir.
وعن بهز بن حكيم عن أبيه عن جده معاوية بن حيدة القشيرى رضى اللّه عنه قال: ]قُلْتُ
يَا رَسُولُ اللّهِ مَنْ أبرُّ؟ قالَ أمَّكَ. قُلْتُ ثمّ مَنْ؟ قالَ أمَّكَ.
قلتُ ثمّ مَنْ؟ قَالَ أمَّكَ. قلتُ ثمّ مَنْ؟ قالَ أباكَ ثمّ ا‘قْرَبَ فَا‘قْربَ[.
Behz İbnu Hakîm babası tarikiyle dedesi Mu'aviye İbnu Hayde el-Kuşeyrî (radıyallahu
anh)'den naklediyor. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e: "Ey Allah'ın
Resûlü, kime iyilik yapayım? diye sordum. Bana: "Annene" diye cevap verdi.
"Sonra kime?" diye tekrar ettim. "Annene" dedi. "Sonra kime?" dedim.
"Annene" dedi. "Sonra kime?" dedim, bu dördüncüde "Babana, sonra da tedrici
yakınlarına" diye cevap verdi."[6]
عن سهل بن سعد رضى اللّه عنه قالَ رَسُولُ اللّهِ #: ]أنَا وكافلُ اليَتيمِ في
الجنّةِ هكَذَا، وأشارَ بالسَّبَابَةِ والوُسطَى، وفرَّجَ بينَهُمَا
Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdu ki: "Ben ve yetime bakan kimse cennette şöyleyiz" Orta
parmağı ile baş parmağını yan yana getirip aralarını açıp kapayarak işaret
eti."[7]
عن صفوانَ بن سليم رضى اللّه عنه قالَ رَسُولُ اللّهِ #: ]السَّاعِى عَلى ا‘رْمَلَةِ
وَالْمِسْكينِ كَالمجاهدِِ في سَبيلِ اللّهِ، أو كالَّذِى يَصُومُ النهارَ
ويَقُومُ اللَّيلَ
Safvân İbnu Süleym (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdu ki: "Dul ve kimsesizler için çalışan, Allah yolunda cihad
eden veya gündüzleri oruç tutup geceleri de ibadet eden kimse gibidir"[8]
________________
İyilik, merhamet ve rahmet kainattaki her canlıyı kapsamalıdır. İnsanlara
iyilik yapıp da kendileri korumaktan aciz olan hayvanlara acımasız olan
adalet terazisini bozar.
وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: جَعَلَ اللّهُ
الرَّحْمَةَ مِائَةَ جُزْءٍ فَأمْسَكَ عِنْدَهُ تِسْعَةً وَتِسْعِينَ وَأنْزَلَ
في ا‘رْضِ جُزْءاً وَاحِداً. فَمِنْ ذلِكَ الجُزْءِ تَتَراحَمُ الخََئِقُ
حَتَّى تَرْفَعَ الدَّابَّةُ حَافِرَهَا عَنْ وَلَدِهَا خَشْيَةَ أنْ تُصِيبَهُ
Yine Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhisselâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Allah rahmeti yüz parçaya böldü. Bundan
doksandokuz parçayı kendine ayırdı. Yer yüzüne geri kalan bir cüzü indirdi.
(Bunu da -cin, insan ve hayvan- mahlûkâtı arasında taksim etti.) Bu tek
cüz(den nasibine düşen pay sebebiyledir ki mahlûkat birbirlerine karşı
merhametli davranır. At, (hayvan) yavrusuna basmamak endişesiyle ayağını bu
sayede kaldırır."[9]
-عن عَائِشَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها قَالَت: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي
اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: الرَّحِمُ مُعَلَّقَةٌ بِالْعَرْشِ. تَقُولُ: مَنْ
وَصَلَنِي وَصَلَهُ اللّهُ. وَمَنْ قَطَعَنِى قَطَعَهُ اللّه[.
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Rahim Arş'a asılıdır, der ki: "Kim beni sıla ederse Allah da
ona sıla etsin. Kim benden koparsa Allah da ondan kopsun."[10]
[1] ez-Zariyat, 51/19
[2] Buhârî, Zekât 30, (2, 121) Edeb 33 (7, 78); Müslim, Zekat 55, (Hd.1008)
1, 699.
[3] Tirmizî, Birr 87, (Hd.2034), 4, 379-380; Ebu Dâvud, Edeb 12, (Hd.4813,
4814) 5, 158
[4] Müslim, Birr 15, (Hd.2553), 3, 1980-1983; Tirmizî, Zühd 52, (Hd.2389),
4, 597.
[5] Ebu Dâvud, Büyü 81 (Hd. 3534), 3, 804; Tirmizî, Büyü 38, (Hd.1264), 3,
564.
[6] Ebu Dâvud, Edeb 119-120, (Hd.5140), 5, 349-358 ; Tirmizî Birr 1, (3,
309-376).
[7] Buhârî, Talak 14, (4, 171) Edeb 24, (7, 76); Tirmizî, Birr 14, (Hd.1919),
4, 310-326; Ebu Dâvud, Edeb 121-122, (Hd.5150), 5, 356-365.
[8] Buhârî, Nafakât 1, (6, 189); Edeb 25-26, (7,76-79); Müslim, Züd 41, (Hd.2982),
3, 2286; Tirmizî, Birr 44, (Hd.1969), 4, 346.
[9] Buhârî, Edeb 19, (7, 75); Rikâk 19 (7, 180); Müslim 4, (Hd.2752), 3,
2108; Tirmizî, Daavât 107-108, (Hd.3541, 3544), 5, 549.
[10] Buhari, Edeb 13; Müslim" Birr 17, (2555), 3, 1981.
|