|
Prof. Dr. İlhan TOMANBAY
|
|
İNSANA BAKIŞ Prof. Dr. İlhan
Tomanbay
|
Adı ve konusu insan
olan bir yazıyı yazmaya karar veren, ne konu
kısırlığı çektiğini bangır bangır bağıran, ne tembel
bir yazardır. insan üzerine, yazının icadından bu
yana satır satır, cilt cilt neler yazılmıştır da
hala tükenmeyen bir hazinedir "insan." Böylesine geniş, böylesine engin, böylesine tükenmez ve böylesine derin bir konuda kalem oynatmak, birinci parağrafta dediğimiz gibi, tembel işi midir gerçekten, yoksa bir haksızlık mı etmekteyiz? İnsan üzerine yazı yazmak, gerçekten o denli kolay mı? O denli çabucak işleniveren bir konu mu insan? Hayır hayır, bir yazının başlığına insan adını koyabilmek bile başlıbaşına sorumluluk isteyen, yazanı yükler altında bırakan bir eylem. O kadar kolay değil insanı yazmak. Jean Jack
Rousseau'nun söylediği gibi, uçsuz bucaksız toprağın
dört noktasına dört kazık çakan ve bu kazıkları iple
birbirine bağlayarak, arada kalan toprak parçasına,
tarihde ilk kez" benim" diyen de insandı, bir
sevgilinin bir tek sözüne dünyaları ateşe veren gözü
kör aşık da. "Bir sengine yekpare acem mülkünü fede
eden" şairle, toprağında kuşun uçmasına izin
vermeyen, o çocukluk öykülerimizin "Bencil Yaşlı"sı
da.. Elinde silik ışıklı bir fenerle "insan" arayan
Diyojen'le, zevki için Roma'yı ateşe veren Nöron
arasında nasıl bir ilişki kurabilirsiniz? Yoksa, yoksa, sevgili okurlar, dünyanın boğucu sorunlarından kaçış psikolojisi içinde ömrünü en düzeysiz zevkler içinde eriten insanla dünyada acı çeken insanların karşısında, onların sorunlarına melhem olamamaktansa kendini ateşe veren toplumcuyu mu kıyaslayalım "insan" çerçevesi içinde? Bilemiyorum. Birkaç düşünce çırpıştırmalarıyla insana varabilme, "işte insan" diyebilme gücüm yok benim. Bir davranışıyla başkasını, bir tutumuyla kendisini bir çırpıda yadsıyıveren insanı aramak ve buluvermek.. Korkunç bir sav bu. "işte insan" deyiverdiklerimiz, gün gelmiş, hepimizi yanıltan tutumlar içine girivermemişler midir? En büyük komutanın toprak ve özgürlük adına başka binlerce insanları ölüme itivermesi ve bunun için ölmeyi güzel göstermesi hangi insan ölçülerine sığar? En yüce kavramlar adına, Cumhuriyet, yurt, demokrasi, inanç, ideoloji, çıkar… adına insanın insanı karanlık odalara çekmesi, burnundan getirmesi anasından emdiği sütü, fitil fitil... insanlık adına insanlık dışı eylemler... insanlık bu mu? Bir insanı, sevdiği insanın gözü önünde insanlığından uzaklaştırmak, insan olduğuna bir kez pişman ettirmek, günü gelince çevresinin yüzüne bakamaz durumlara düşürmek, düzen adına bile yapılsa, insanlık mı? İşkence yapmak yani? Nece ulu kavramlar adına yapılırsa yapılsın, bu kavramların ardlarına sığınarak bilinçaltında yatan ve insan olmaktan çok öte yaratıklara yakışacak duyguları doyurmanın doruğuna varanlar eğer bugün insanlar arasında dolaşabiliyorsa, onlar mı insandır, onların bu dolaşma hakkını, her olanı bir yana itip ellerinden almayanlar mı? İnsan insanın bir hakkını elinden alabilir mi? Kimin, hangi hakkı,
hangi ölçüleri taşarsa elinden alınabilir gibi bir
kayıt konulabilir mi? İnsanlık çerçevesine sığmayan
tutumlar gösterenleri cezalandırmak, ne ölçüde
insanlık çizgisinden sapmadan olabilir? Cezalandırım
işi insana yakışır mı, yoksa insanı koruyabilmek
için zaman zaman gerekli bir araç mı oluyor ceza?
Toplum düzeni de
insan içindir. Ormandan çıkan insan zorunlu
gerekseme duyarak toplulaşmıştır. Zamanla kurulan
geniş toplum biçimleri, ekonomik yapısıyla toplumsal
ilişkileriyle karmaşıklaştıkça bireysel insanın
denetiminden çıkmaya başlamıştır ve çıkmıştır bugün.
İnsanın kendi yarattığının kendisini aşmasıdır bu.
Bu noktada, bu satırlara değin, biriysel düzeyde
savunduğumuz insan kavramı değişerek, yerini
toplumsal insan kavramına bırakmıştır. Toplum
içinde, toplumsal düzeyde insan, artık, bireysel
çözümlemelerle anlaşılamaz. Ormanda yaşayan insanın
o tek yönlü, kendisine dönük ilişkisinin ya da küçük
bir kabile içinde belli kişilere yönelik insan
ilişkisinin yerini, bugün, sayısız ve süresiz çok
yönlü ilişkiler almıştır. Bir dolmuşta, yanınızda,
teni teninize, eti etinize ilinen, nefesini,
yüzünüzü dönünce yüzünüzde duyduğunuz insanla ne
gibi sürekli ilişkiniz var? Birkaç dakikalık
yolculuk ortaklığı yanınıza kimi oturttu, bilinmez.
Konuşmazsınız. Hal hatır sormazsanız. Ancak,
dolmuşun rotu çıktığı anda, o tanımadığınız insanla
ilişki kapıları ardınca açılıvermiştir. Duygular,
heyecanlar arasında frekansı, bir çıkıveren rot,
ayarlamıştır çünkü, Kaderiniz birdir o an. Dikkat ettiniz mi? Bu yazıda insana bir başkasının gözüyle baktık. Dışardan baktık. Bana böyle görünüyor dışardan. Bir de insana içerden bakmak var. Özduyumla bakmak var. Anlayarak bakmak var. Yüreğinden bakmak var. Yüreği kullanmadan bakmak dışardandır. Kullanarak bakarsan içerdendir. Demek ki neymiş? İnsana iki noktadan, iki yerden bakarmış insan. Dışardan ve içerden. Hayır, yetmedi. İnsana üç noktadan bakılıyor. Dışardan, içerden ve bir de mesleğinin gözüyle bakmak var. Bilimin ve mesleğin gözlüğüyle bakmak var. Her meslek mesleksel gözlüğüyle insana bakmadan mesleğinde başarılı olamaz. Mimar, insanlar nasıl evlerde oturmalı derken, hekim hastayı muayene ederken, mühendis inşaatı kurgularken, aşçı yemek pişirirken, şoför yolculafını götürürken, yönetici yönetirken… hep bu gözle bakmalılar. Siyasetçi de öyle. Siyaset meslek değildir ancak insan için yapıldığına göre hem içerden hem dışardan bakmasını bilen siyasetçilerin başarılı olmamaları olası değildir. Sosyal çalışmanın
gözlüğüyle baktığınız zaman, yani bilimsel ve
mesleksel gözlüklerle baktığınız zaman insanı tek
yanıyla değil her yanıyla kavrarsınız. Sosyal
sorunları çözmek için de bu temel koşuldur. Olmazsa
olmaz. İnsana aynı anda iyi yandan bakış becerisini
sağlayamazsa bir sosyal çalışmacı, ne aldığı
öğretimden birşey aldığı söylenebilir, ne yaptığı
stajdan. İnsana bakma konusunda çift yönlülüğü
yakalayamamışsa ne aldığı diplomayı haetmiştir ne bu
mesleğin onurunu taşımayı. Çünkü, öncesi sonrası
yok, onun işi insandır. Bu denli geniş, bu
denli sınırsız, bu denli boyutlu olan insanın sosyal
sorunlarını birkaç şablona sığdırıp kinin, aspirin,
kinin, aspirin anlayışıyla çözebilir misiniz?.
Herbiri ayrı bir cevher, ayrı bir hazine olan
insanın her biri “biriciktir”. Her biri ayrı ve
kendine özgü bir sağaltım modeli, yöntemi, tekniği
ister. Aynı temel yöntemi de kullansanız herbiri bir
farklı yaklaşım ister. Bu denli geniş, bu denli sınırsız, bu denli boyutlu olan insanın sosyal sorunlarını birkaç yöntemin biriyle, bir diğeriyle, olmadı üçüncüyü zaten yapamam, kuruluşum uygun değil diyerek çözüme kavuşturabileceğinizi düşünebilir misiniz? Nasıl ki birbirine oldukça benzeyenler olsa da hiçbir insan birbirinin aynısı değildir, aynı çözümlerle sosyal sorunları da çözülemeyecektir. O zaman nedir sosyal çalışma? Nasıl yapılmalıdır? Düşünün lütfen, evet bilim evrenseldir? Peki sosyal bilim fizik bilimler kadar evrensel midir? Düşünün lütfen. Farklı kültür adacıklarının (topluluk), farklı kültür öznelerinin (insan) sosyal sorunları evrendeki bir başka dünyadaki kadar farklı bir başka kıtanın ve devletin kültürü içinde yaşayan bilimcilerinin yazdıklarını çevirip yıllar yılı bu dünyada aktarma yoluyla onların kültür adalarının birikimleriyle çözüme kavuşturabilir misiniz? Bugüne değin, yıllar geçti, bir yol alınabilindi mi? Neden alınamıyor? Aktarmacılıkla taşımacılıktan ya da postacılıktan öteye gidilmez. Sosyal çalışmacı postacı ya da taşımacı (nakliyatçı) değildir. Lütfen mesleği
yeniden ele alıp, yerel sosyal sorunların çözümü
için yerel bilgiler üretip yeni mesleksel ve
düşünceler, yaklaşımlar geliştirmek zorundayız. Bunun için biraraya
gelmeliyiz. Tartışma kültürünü geliştirmeliyiz.
Tartışmalıyız. Çıkacak sonucu sevmesek de, bize
zararı olduğunu da düşünsek bilimin doğru dediği
gerçeklere yapışıp onun ışığında buluşarak birlikte
doğruyu bulmak ve o doğrultuda toplumumuza ve
ülkemize özgü çözümler ve çözüm yollarını türetmek
zorundayız. |
sosyalhizmetuzmani.org © Bütün hakları saklıdır. |