Söyleşilerimiz,sitemiz adına editörümüz ve yazarımız Aziz ŞEKER tarafından gerçekleştirilmiştir. |
|
|
|
|
||||||
|
||||||
A. Şeker: Bizler sizi çok iyi tanıyoruz; özellikle toplumsal cinsiyet dendiğinde başvurduğumuz, aklımıza ilk gelen akademisyensiniz. Büyük olasılıkla benden önceki kuşak da kadın araştırmaları konusundaki mücadelenizi, üretimlerinizi yakından takip ettiği için bu anlamda bir birikimin ismi oldu Fatmagül Berktay. Yeryüzündeki varlığınız bizlere hep güven veriyor… Kendinizle ve çalışmalarınızla ilgili kısaca neler söylemek istersiniz? F.Berktay: Yüreklendirici sözleriniz için çok teşekkür ederim. Gerçekten benim akademisyenliğim ve yazarlığım ile haksızlığa, eşitsizliğe karşı mücadelem hep el ele gitti, hala da öyle. Yani ben “akademisyen”, “yazar” vb olmak için değil, hep bir derdim ve kamusal sorumluluğum olduğu için yazıp çizdim. Hoca olduğum için de şükrediyorum çünkü öğrencilerim ve okuyucularım beni ayakta tutuyor. Onlar sayesinde en karanlık zamanlarda bile Umut İlkesi’nden vazgeçmedim, vazgeçmiyorum. A.Şeker: Günümüzde sosyal sorunlarla ilgili birtakım çözüm yolları denenmesine rağmen sorunlar yoğunlaşarak çoğalıyor. Üzücü ama sorunlar konusunda farkındalık sahibi olmanın olumlu getirileri çok yavaş bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu açıdan bakıldığında demokratikleşme en zorlu süreç. Toplumların demokratikleşmesiyle kadın haklarının gelişimi arasında etkileşim olduğunu kabul edersek, kadınlar için Dünya ve Türkiye toplumu yeterince demokratik bir gelişme gösterebildi mi/gösterebiliyor mu? F.Berktay: Yeterince gelişme göstermek bir yana gerileme söz konusu maalesef. Çünkü kadınlar mesafe kaydettikçe, eşitlik yönündeki kazanımlar arttıkça buna karşı bütün dünyada bir erkeklik restorasyonu ve eril iktidar açısından “eski güzel günlere” geri dönme çabası var. Bu geri gidiş (muhafazakarlaşma değil, gericileşme) çabası son zamanlarda Türkiye’de çarpıcı bir biçimde sergileniyor ve en gerici ağızlar tarafından dillendiriliyor. İstanbul Sözleşmesi’ne ve kadınların kazanımlarına karşı çıkanlar, “biz imtiyazlarımızdan ve kadınlara şiddet uygulamaktan vazgeçmek istemiyoruz” demek istiyorlar, aslında. A.Şeker: Küreselleşme, nimetlerinin yanında daha çok sosyal sorunları yoğunlaştırdı. Sosyal ekonomik eşitsizlikler artarken çok zengin bir “azınlığın” dünya serveti üzerindeki iktidarı giderek kurumsallaştı. Küreselleşmenin sosyal sonuçları arasında kadınlar açısından örneğin toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle birlikte değerlendirilebilecek bir şekilde kayıt dışı hatta gayri resmi kadın göçü arttı. Yine kadınlar için çok kötü koşulları olan insan ticaretini görüyoruz. Bununla birlikte çocukların cinsel amaçlı sömürüsü yani çocuğun cinsel istismarının ticareti, çocuk karaborsacılığı olduğu yerde duruyor. Küreselleşme kadınlar ve çocuklar için sorun ve mücadele noktasında neler getirdi? F.Berktay: Küreselleşme, ulus-devletlerin egemenliğini aşındırdı, devletler ise bu durumu telafi edebilmek için kendi halkları üzerinde baskı uygulayıp daha fazla otoriterleşmeye yöneldiler. Bu otoriterleşmenin sonucu “aşağıda” olanlar için, ki kadınlar da buna dahil, feci sonuçlar getiriyor. Dediğiniz gibi, insan ticareti olağanüstü boyutlar kazanıyor, çocuğa ve kadına yönelik cinsel istismar tavan yapıyor. Üstelik pandemi koşullarında mevcut işsizlik ve yoksulluk daha da artıyor ve bunun ceremesini gene en fazla kadınlar çekiyor. Hem işlerini ilk kaybedenler onlar oluyor, hem de erkekler kötüleşen koşulların acısını kadınlardan çıkardıkları için şiddet ve baskı daha da artıyor. A.Şeker: Toplumsal cinsiyet eşitsizliği karnemiz bol sıfırlı... Bu tür bir eşitsizlik kadınlar için kamusal/mahrem her alanda yaşanıyor. Hane içi şiddet hiç eksilmiyor. Öte yandan kadına yönelik ölümle sonuçlanan şiddet olayları hız kesmiyor. Üretilen eşitlik söylemlerinin bile aslında eşitsizliği beraberinde getirdiğini görüyoruz. Kadının yaşamına ve kimliğine inanılmaz derecede etkisi olan patriyarka neden bu kadar örgütlü ve güçlü? Erkekler neden bu kadar kötü davranabiliyor? F.Berktay: Patriyarka binlerce yıllık bir kurum ve her yeni üretim tarzıyla, her yeni durumla (örneğin kapitalizm, küreselleşme.vb.) kolayca eklemleniyor, çünkü erkekler iktidar ve imtiyazlarını yitirmek istemiyorlar ve toplumda güç eşitsizliği sürüyor. Son yüzyılda biraz geriletiliyor gibi oldu ama şimdi patriyarka intikam almaya girişiyor. Üstelik kadınlar da eril ideolojik egemenliğin ve toplumsallaşmanın sonucu olarak ister istemez ataerkilliği içselleştiriyorlar, büyük ölçüde. Ona karşı çıkabilmek için gerçek bir bilinç ve farkındalık gerekiyor. Bu bilincin adı feminizm ama görüyorsunuz eril sistem onu kötülemek, öcüleştirmek için elinden geleni yapıyor. Öyle ki, aslında eşitlik ve adalet isteyen birçok kadın bile söze “ben feminist değilim ama…” diye başlamak zorunda hissediyor kendini. Oysa bal gibi feministsin işte! A.Şeker: Hane içi şiddet, kadına yönelik şiddet, kadın yoksulluğu, ensest gibi kadın ve çocuk temelli sıralayabileceğimiz çok sayıda sorun ile mücadelemizde yasal ve toplumsal anlamda yeterli bir düzeye geldiğimiz söylenebilir mi? F.Berktay: Yasal anlamda evet ama maalesef toplumsal anlamda değil. Zaten son geri gidiş çabaları, var olan yasaları (İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı yasa vb.) değiştirme amacı güdüyor. Bu konuda bir kesim erkek kadına eşitliğin “aileyi mahvetmek” olduğu propagandası yapıyor. Aile içinde eşitlik tam tersine aileyi güçlendirir oysa, ama onlar rızaya ve karşılıklılığa dayanan bir aile ilişkisi değil, erkek sözünün şiddet ve baskıyla egemen olduğu bir aile istiyorlar. Çocuk istismarı, ensest vb de “aile reisi”nin, patriyarkın tahakkümünün sonucu. A.Şeker: Kadınları ve çocukları korumak için bir takım sözleşmeler çıkarılması ve altına imzalar atılması aslında insanlar açısından utanç verici bir durum. Sözleşmelere gerek duyulmadan yaşanan bir toplum haline gelmek çok mu zor? İnsanoğlu o kadar aciz mi bir ötekini korumak için? Güncel bir konu olması açısından İstanbul Sözleşmesi neden hedefte? F.Berktay: Evet, maalesef hala yasalara muhtacız. Yasa ile uygulama arasında daima bir mesafe vardır ana yasalar manivela işlevi görür, standart koyar. Onlar olmadı mı, iktidar eşitsizliğinin hüküm sürdüğü bir düzende başvuracak hiçbir şey olmaz elinizde. İstanbul Sözleşmesi tartışmaları bunu açıkça ortaya koyuyor. “Sözleşme varken şiddet bu kadar arttı, demek ki önemli değil” yaklaşımı var bazı çevrelerde ve çok yanlış. Sözleşme uygulanmadığı için şiddet arttı, artıyor. Kadınlar, yasalar yerine erkeklerin insafına “emanet” edilirlerse, her gün tanık olduğumuz gibi emanete sürekli hıyanet edilir. Kadınlar erkeklere değil, kendilerine emanettirler birey/yurttaşlar olarak ve yasaların güvencesinde olmaları gerekir. Ama yasalar orada olduğu halde tecavüzcü erkeği “alkollü” diye salıvermek yasanın değil, küflü beyinli ve cahil hakimin suçu. Belki bu sözleşme ve diğer kazanımlar için mücadele süreci, toplumun farkındalığının artmasını sağlar. Çünkü otoriterliğin alıp yürüdüğü pandemi koşullarında bile kadınlar inanılmaz bir kamusal mücadele yürütüyorlar. A.Şeker: Sosyal devlet en azından söylem düzeyinde dahi umut ve huzur veriyor. Sosyal devletin önemi ve işlevi üzerinden hareket edersek, kadınlar ve çocuklar için sosyal devlet ne anlam ifade ediyor? Kadını ve çocuğu içeren uygulanabilir reel bir sosyal politika ve bir sosyal devlet anlayışıyla ilgili neler söyleyebilirsiniz? F.Berktay: Sosyal politikalar, gerçekten de en korunmasız olanlar için çok önemli. Devletin özel alana kadınlar ve çocuklar lehine müdahale edebilmesi, ki yasaları uygulamakla mümkün, gerekiyor. Ayrıca çocuk istihdamının önlenmesi, kadın istihdamının arttırılması, eşit işe eşit ücretin behemehal sağlanması gerekir. Biliyoruz ki yoksulluktan en çok etkilenenler dünyanın her yanında kadınlar. Pandemi koşullarında yükleri daha da arttı. Aile yardımı ve diğer yardımların kadınlara ödenmesi gerekir. A.Şeker: 21.yüzyıl kadınlar ve çocuklar açısından nasıl devam etmeli? Kadının özgürleşimi sorun olmaya devam edecek mi? Sizce kadınlar toplumda gerçekten var olabilecekler mi, özellikle de sosyal devletin bu kadar işlevsizleştiği bir süreçte kadının özne olacağı bir toplumu var etmek mümkün mü? Kadının ve çocuğun güçlenmesi için neler yapılabilir? Bu konudaki öngörünüzü paylaşabilir misiniz? F.Berktay: Kadının özgürleşimi bitimsiz bir mücadele ve toplumun özgürleşimi ile el ele, elbette. Ama en kırılgan, en kolay geri alınan hakların kadın hakları olduğunu unutmamak ve sürekli uyanık olmak lazım. Geleceğin nasıl şekilleneceği bugün verilen mücadeleye bağlı olacak; bu mücadeleye kendine demokrat diyen, vicdanlı olduğunu düşünen bütün erkeklerin de katılması lazım. Bugün dünyanın neredeyse her yerinde görülen gericileşmeye, ırkçılığa, adaletsizliğe karşı gene her yerde kadınların ve gençlerin mücadeleyi yükselttiğini görüyoruz. Türkiye’de de durum bu. İyi ki kadınlar ve gençler var, sayelerinde 21. Yüzyıl için iyimser olma umudumuz yaşıyor. Onlara güveniyorum.
A.Şeker: |
|