Güven Tunç, Sosyal Hizmetler Akademisinde okudu. Yazmaya;
"Gökyüzünü Arayan Mavi" adlı bir öykü kitabı ile başladı.
Çocuklar için yazdığı; "Benim Haklarım" ve "Bir Anadolu
Masalı" adlı iki kitapçık ve "Elimsende-Benim Haklarım
Annemin Hakları Dünyamın Hakları" adlı bir kitabı ile
öykülerden oluşan "Sonbaharda Körebe" adlı bir e-kitabı
bulunuyor. "Şehrin Zulası-Ankara Kalesi" adlı kitabın
yazarlarından biri. 2011'de "Bir Aşk Bir Hayat Bir
Şehir-Ankara'nın Mekânları Zamanları İnsanları" ile 2014
başında ise “Sen Çok Yaşa Babaanne” adlı kitabı
yayımlandı.
Son kitap bir roman, "Ververan'da Bir Hüzzam Şarkı"… aynı
zamanda meslektaşım… Yazarak, hayata dokunmaya devam
ediyor…
Aziz ŞEKER: Merhabalar, bizi kırmayarak bu söyleşiyi gerçekleştirmeye
olanak tanıdığınız için öncelikle teşekkür ederiz. Sizi
tanıyabilir miyiz?
Güven TUNÇ: Ben de inceliğinize teşekkür ederim. Kendimle
ilgili konuşmak, benim en çok zorlandığım konudur.
Söyleşinin ilerleyen zamanlarında zaten kendimle ilgili
bilgiler olacak. Eksik kalanı da sonunda tamamlasak olur
sanırım.
Aziz ŞEKER: Edebiyat alanında eserler verdiğinizi ve bu
anlamda çalışmalarınızı sürdürdüğünüzü biliyoruz,
söyleşide o kısma geçmeden önce, mesleğinizle ilgili
sormak istiyorum. Sosyal hizmet/sosyal çalışma eğitimi
aldığınızı biliyoruz. İnsanı en büyük değer gören bir
mesleğin aynı zamanda eyleyenisiniz. Meslekle olan
tanışıklığınız, başka bir ifadeyle meslek maceranız
hakkındaki deneyiminizi/görüşlerinizi bizimle paylaşır
mısınız? Güven TUNÇ: Üniversite sınavına ben bizim okulda yani
Sosyal Hizmetler Akademisinde girdim. O zamana kadar
okulun adını duymamıştım. Böyle bir meslek olduğunu da...
Sene 1976 idi.
Sınav sonunda iyi bir puan geldi ama ikmale kalmış olduğum
için merkezi sistemde istediğim teknik okula giremedim.
Bizim okul ön kayıt ile öğrenci alan yerlerden biriydi,
'Burası olsun" dedim ve girdim.
Okul tam benlikti. Ekonomi var, sosyoloji var, psikoloji
var, toplumla çalışma, grup çalışması, kişisel çalışma var
sonra kurum incelemesi ve her yıl başka yer başka alanda
staj var. Hocalar müthiş, İbrahim Yasa, Fikret Başkaya,
Ruşen Keleş, Tevfik Çavdar, Kemal Kartal, Sema Hoca, Gönül
Hoca, Sevda Hoca, Zuhal Hoca, Şener Hoca adını sayamadığım
bir dolu kıymetli öğretmen. Hepsi hayat öğretmenimiz biraz
da.
Anladım ki hem okul hem meslek bana epey uygunmuş.
Yardımlaşma, dayanışmayı, eşitliği, adaleti seven biri
olarak mesleğimi sevdim çok.
Belediyelerde ve SHÇEK Genel Müdürlüğünde de çalıştım.
Sokakta da, toplum merkezlerinde de, merkezde de, bakanlık
bünyesinde de çalıştım.
Aziz ŞEKER: İnsan onur ve haysiyetini en yüksek değer
olarak gören sosyal hizmetin, edebiyatla da ilişkisi bu
değerler noktasında kesişmiyor mu sizce? Sonuçta her ikisi
de insanla başlıyor, insanı dert ediniyor… Bu açıdan
bakıldığında edebiyatta/yapıtlarda olması gereken değerler
açısından neler söylemek istersiniz?
Güven TUNÇ: Geçenlerde genç meslektaşlarıma edebiyatı
konuşuyorduk. Edebiyatta da insan onuru ve haysiyetine
değer vermenin, bir eseri ne kadar değerli kıldığı, onu ne
kadar kalıcı hale getirdiğini konuştuk.
Bugüne erişmiş edebiyat eserlerine baktığımızda, temel
özellik, deha, sanatsal ve estetik anlatımın yanında
Shakespeare'den Tolstoy'a, Viktor Hugo'dan, Ömer Hayyam'a,
hep örneğimiz insanı dert etmesi, insanın haysiyetine
saygı duymasıdır diye düşünüyorum naçizane.
Yazan insan, kimseyi ötekileştirmeden, yargılamadan,
etiketlemeden yazabiliyor güzel. Kibirle ya da yukarıdan
bakarak yazmak eserin niteliğini değiştiriyor.
Zayıflatıyor.
Bir on yıl önce, aynı mevsimde, üstüste üç roman okumuşum.
Üç çok meşhur yazardan... Üçü de memleketin güney doğusunu
anlatıyordu. Öyle tanımadan öyle uzaktan öyle üstten
yazmışlardı ki hassasiyet adına yazdıkları eserlerinin,
hassasiyet gösterdikleri insanları daha da
utandırdıklarını fark etmemişlerdi. Çok ama çok şaşırmış
hatta çok kızmıştım.
İnsan değerlidir. Bitki, hayvan değerlidir. Ben biraz daha
ileriye gideyim canlı cansız herşey değerlidir.
Edebiyata, sanata değer katan da haysiyetli oluşu ve
haysiyeti önemseyişidir diye düşünüyorum.
Aziz ŞEKER: Yine mesleğe dönelim… Sosyal hizmetin günümüz
koşullarındaki imajı hakkındaki düşünceleriniz? Olması
gerektiği yere geldi mi ya da neden gelemedi? Açıkçası
Ülkenin reel sosyal sorunları konusunda sosyal hizmet
yeterince etkin mi? Nasıl bir paradigmaya sahip olması
gerekir sosyal hizmetin, ülkenin yapısal sorunları haline
gelmiş olan yoksulluk, kadına yönelik şiddet, işsizlik,
göç, çocuk gelinler, sosyal dışlanma vb sorunların çözümü
konusunda? Güven TUNÇ: Kurumdayken çalışmaları eleştiriyorduk. Bugün
olsa yine eleştirirdim. Daha yatay daha demokratik daha
sivil daha bireyi ön planda tutan bir yaklaşım olunsun
istiyordum. Benim sosyal hizmetlere bakışım buydu.
Bugünkü bakanlığın uygulamalarını,
yaptıklarını/yapmadıklarını görünce bazen, "Biz çok
iyiymişiz." demekten kendimi alamıyorum.
Sosyal yardım, yerine değil belki ama onun insanı
bağımlılaştırma ihtimaline karşı ve bir kadının gelir elde
edişininin aile refahına, özellikle çocuklara katkısını
düşünerek, Anadolu Bahçeleri adlı bir proje yapmıştım ve
üst makamlardan onayı almıştım. Birçok ile birçok
belediyeye giderek yürütüyorum. Kurumlar para
harcamıyordu. Belediyeler uygun yerler gösteriyor,
kadınlar ürettiklerini getirip satıyorlardı. Hem gelir
elde ediyor hem sosyalleşiyorlardı. Ucu açık,
yaygınlaşabilecek, gelişebilecek bir projeydi.
Bugün bakıyorum ne kadar sosyal yardım yaptığıyla ve
vatandaşı bağımlılaştırdığıyla övünen bir yapı var.
Ülkenin reel sosyal sorunlarını görebilecek bir yapı bir
bürokrasi yok ki etkin bir müdahale olabilsin.
Kurum bir çatı niteliğinde olması gerekiyor diye
düşünüyorum. Bunu reel sorunları saptama ve çözüm
yollarında politika oluşturma, uygulamalarla örnek olma
açısından... Ama bugün biz sadece belediyelerin, sivil
örgütlerin ve her şeye rağmen özveriyle çalışan, sayısı az
sosyal hizmet uzmanlarının gayretine kalmış durumdayız.
Aziz ŞEKER:
Edebiyat-sosyal hizmet ilişkisini nasıl ele
alıyorsunuz, buradan hareketle sosyal hizmet
öğrencilerine, meslek elemanlarına, akademisyenlerine
edebiyat söz konusu olduğunda neler söylemek istersiniz?
Güven TUNÇ: Bende çok çok uzun süre ikisi paralel
yürüdüğünden edebiyat ile sosyal hizmet ilişkisini çok
ayıramıyorum. Tam büyük bir hevesle okuyup yazmaya da
gayret ettiğim yaşlarda Akademiye başladım. Akademi de
ufkumu açtı. Öyle severdim ki konuları çok devamsızlığım
olmasına karşın okul ikincisi olarak mezun olmuştum. Ama
önemli bir ilişki olduğunun farkındayım.
Bizim meslek alanımız insanlığın tüm durumlarına dokunan
bir alan. Gören göz, duyan kulak, hisseden bir kalp için
her insan bir hikaye. Yalnız söylemek istediğim şu değil.
Alanın ve alanda çalıştığımız insanın yazılması değil.
Bunu etik bulmuyorum. Kurum ve kuruluşlarda, yazıldığında
haberi olup, çıkıp da kendini savunmayacak tek insanın
yazılışına bile kesinlikle ve kesinlikle karşıyım...
Burada söylemek istediğim insanlık durumları... Bu
durumlar içinden haysiyetine sahip çıkan insanlık.
İşte edebiyatın ana yolu.
Bir süre önce, edebiyata ilgi duyan genç
meslektaşlarımızla birlikteydik. Bu konuları da konuştuk.
İnsanları ve diğer canlıları haklar ve haysiyet açısından
algılayan meslektaşlarımızın bu bakış açılarıyla edebi
eserler üretmesi yazdıklarına büyük bir renklilik,
çeşitlilik katar diye düşünebiliriz. Dünyada barışa bir
katkı olabilir diye düşünebiliriz. Barış içinde bir
dünyanın ne kadar neşeli ve bereketli olduğunu
söyleyebiliriz.
İyi eserleri üretecek yeteneklere sahip gençler geliyor
diyebiliriz. Aziz ŞEKER: Yapıtlarınızdan biraz söz eder misiniz? Hangi
konular etrafında okurunuza sesleniyorsunuz?
Güven TUNÇ: Hep oradan buradan yazdım. Hayat nereden
hissettiriyorsa kalemim/klavyem oradan işledi.
Öykü ile başladım. Hâlâ yazarım öykü. Öyküden pek
vazgeçemem. İlk kitabım öykü. Gökyüzünü Arayan Mavi. Bir
de online var, Sonbaharda Körebe...
Şiiri ömrüm boyunca denedim. Hala beceremiyorum. Birgün
becereceğime de inanmak istiyorum.
Çocuklar için yazdım ki bunlar:
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin çocuklar için
sadeleştirilmiş hali, Benim Haklarım.
Hakları tanımlayan evrensel metinlerin yine çocuklar için
sadeleştirilmiş hali, Elimsende (Benim Haklarım Annemin
Hakları Dünyamın Hakları) Bu kitabın çeşitli dillere
çevrilmiş online versiyonu da var.
Uluslararası Çocuk Hakları Merkezi ICC için hazırladığım
online yayında da olan Herkes İçin Çocuk Hakları.
Bir uzun dönem kurmaca yazmayı bıraktım ve röportajlar
yaptım.
İlki çok yazarlıydı, Şehrin Zulası- Ankara Kalesi.
Sonra, Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir- Ankaranın Zamanları
Mekanları İnsanları
Ve Sen Çok Yaşa Babaanne.
Aziz ŞEKER: Son çalışmanız yanılmıyorsam bir roman. Bende
olan son çalışmanız desem daha doğru olur: “Ververan’da
Bir Hüzzam Şarkı.” Roman, yeni yapıtlara doğru yola
alacağınızı hissettiriyor. Okuduğumda bende oluşan duygu
bu idi. Var mı yeni çalışmalarınız?
Güven TUNÇ: Evet. Son çalışmam bir roman. Ververan'da Bir
Hüzzam Şarkı. Yüz yıllık bir zaman dilimini, dört farklı
kuşağı ve farklı toplumsal olayları ortak acıları yaşayan
insanları anlattığım kurmaca bir roman. Yazarken çok
yorulmuşum. Bir daha roman yazmam diyordum ama yeni bir
romana başladım.
Duygunuzda haklıymışsınız.
Aziz ŞEKER: Toplumsal cinsiyet normlarının hâkim olduğu,
sırtını Ortadoğu’ya yaslamış bir coğrafyada yaşıyoruz.
Kamusal alanın birçok yüzünde ataerkil yapı egemen.
Toplumsal cinsiyet açısından bakıldığında edebiyatta da
uzun bir dönem eril söylemin baskın olduğu görülür.
Yazarlar açısından da bu böyledir, roman kahramanları
açısından da. Ne yazık ki, kadın ikincil kılınmaktadır.
Evet, bir roman kadın yazarı olarak yazma uğraşınızda
yaşadığınız sıkıntılar oldu mu? Yazarlığı düşünen
kadınlara neler önerirsiniz?
Güven TUNÇ: Bu tahlilinize yürekten katılıyorum.
Bu nedenle Ververan'da Bir Hüzzam Şarkı romanımda kadınlar
daha çok anlatılıyor. Ve romanın girişinde, "Bu Roman
kadınların ve derelerin onuruna adanmıştır." ifadesi yer
alıyor.
Kadın yazar, kadın şair gibi nitelemeler sanki bizim
yazdıklarımızı okurken tolerans gösterilmesi gerekirmiş
gibi bir içerik taşıyor gizliden... Gizliden bir
duygusallık etiketi...
Yazmayı düşünen kadınlara değil tüm kadınlara yazmayı
öneririm. Benim yazarlık serüvenim yazarak gelişmekti.
Yazarak, okuyarak, dinleyerek, görerek, hissederek...
Bütün kız kardeşler bunu yapabiliriz. Yazabiliriz.
Edebiyat ya da yayın dünyasında bir kadın olarak çok
zorluk çektiğimi düşünmüyorum.
Biraz kendimi koruma refleksi ile hareket ettiğim, sırf
iyi yazıyor diye arkadaş olmaya çalışmadığım, alanın
meşhur ve güçlü insanlarıyla arkadaş olma ihtiyacı
hissetmemişliğimin iyi sonuçlarını görmüşümdür.
Aidiyetlerden uzak durmak insana özgürlük tanıyor. Yazmak,
üretmek için özgürlüğe ihtiyaç var. Özgürlüğümüzü
harcamadan dayanışma platformlarında da bulunmayı tercih
ederim.
Tüm alanlarda olduğu gibi burası da kadınlara aynı
olanakları ve olanaksuzlıkları sunmakta.
Bir de biz kadınlar yazarken bile daha tutucu davranmak
ihtiyacı hissedebiliyoruz.
Aziz ŞEKER: Toplumsal eşitsizliklerin yoğun yaşandığı bir
dünyanın sakinleriyiz. Mutlu azınlığın karşısında giderek
büyüyen bir yoksul kitlesi yaşam mücadelesi veriyor.
Küreselleşmeyle de birlikte yeni risklere açık bir
insanlığın, sorunlarıyla nasıl mücadele etmesi gerektiği
tartışıla geliyor. Bu çerçeveden bakıldığında gelecekteki
toplum öngörünüzü okurlarımızla paylaşabilir misiniz?
Güven TUNÇ: Düşünce olarak çok umutlu değilim.
Geçenlerde bir yerde okudum. Dünyadaki tüm oligarklar
kendi hayatlarını uzatacak laboratuvarlarda milyarlarca
dolar yatırıyorlarmış.
Bir dolara bir çocuk kurtulabilecekken... Ve o para o
çocuktan çalınıp oligarklara aktarılmışken...
Bir yanda da sınıf bilincini yitirmiş yoksul yığınlar.
Sınıf bilinci olmayınca da yaşadıklarına yabancılaşma,
nereye akacağı bilinmez manipülasyona açık toplumsal
öfke...
Amin Maulouf'un, Medeniyetlerin Çöküşü diye hatırladığım
bir kitabı vardı. Yetmişlerden sonra merkezi bir yerden
ülke yönetimlerine nasıl müdahale edildiğini ve dünyanın
bu müdahale ile medeniyet yolunda ilerleyişinin nasıl
durduğunu anlatıyordu.
Küresel bir çevre felaketi içine düşüyor insanlık.
Aşar mıyız bu süreci insanlık olarak?
Bilmiyorum.
Ummayı çok istiyorum.
Bir şansımız, hükümetler kötü yönetip insanların
dertlerine çözüm bulmak yerine sorun üretirken sivil
halkın dayanışma ile kendi sorunlarını çözmeye çalışıyor
ya da çözüyor oluşu.
Sendikaların, kadınların, öğrencilerin, çevre örgütlerinin
ve köylülerin dayanışma ağlarının kuruluyor oluşu.
Aziz ŞEKER: Sorularımıza verdiğiniz yanıtlar için en
dileklerimizle sevgilerimizi sunar, teşekkür ederiz.
Güven TUNÇ: Ben de sevgiyle, selamla teşekkür ederim.
|