Çok kültürlü Sosyal Çalışma
Düşünmek ve yazmak, bilginin beslediği
kuramı geliştirmek bir meslek/disiplin için önemli uğraşıların başında
geliyor. Kavram ve yöntem konusunda birçok aşama kaydetmiş mesleklerin
ufkunun genişliği biraz da düşünen ve yazan akademisyenlerin ve meslek
elemanlarının varlığından, mücadelesinden geliyor. Hele de bu durum
sosyal meslekler söz konusu olduğunda daha bir anlam kazanıyor.
Çünkü sosyal meslek elemanları
değişme ve hak arama noktasında gelişimsel bir dinamiğe sahip olmak
zorunda. Buna zorunlular da! Bunun bilincini içselleştirmeli. Yoksa
ötede bekleyen durağanlaşmadır ve hemen peşi sıra gelen yozlaşmadır.
Çürümedir! Yalnızca meyve çürümez, insan da çürür, yiter gider.
Bir sosyal meslek elemanını çürüten
şeydir yozlaşma hastalığı. Bu nedenle sosyal çalışma yaygın
kullanımıyla sosyal hizmet açısından mesleki kimlik, etik ve değer
olgularını gündemde tutmak yararlıdır. Gelişime olumlu katkı verir…
Başımızı kaldırdığımızda çevremizde gördüğümüz net bir şey varsa o da
uluslararası toplumun değişmekte olduğudur, uluslararası ilişkiler
toplumlara ve tarihe yön veriyor. Altyapı-üstyapı etkileşimi özellikle
neredeyse gelişmekte olan toplumlar başta olmak üzere Ortadoğu’da
uluslararası ilişkilerin seyrine bağlı. Sınıf yok, etnik ve mezhepsel
kavgalar Ortaçağı aratmıyor artık. Sosyal çalışma ne kadarını
görebiliyor bunun? Dünyaya bakkal dükkânından bakmaksa sözüm ona, pek
de bir şeyin farkında olmadığını, hatta körleştiğini rahatlıkla
söyleyebiliriz.
Küresel ve postmodern aktörler ceplerindeki kartları teker teker
çıkartıyor. Her kart bazen bir ateş topuna çeviriyor düştüğü bölgeyi.
İdeolojiler, ulus devletler, devasa anlatılar başını kaşımaya zaman
bulamıyor. Berlin Duvarıyla başlayan yıkılma Balkanlara, Sovyetlere
gelip durmadı, bir süredir Ortadoğu’ya yayılmayı sürdürüyor. Bulaştığı
her yapıyı yerle bir ediyor. Yıkan kendisini yıkıyor ama yeni yeni
devletçikler, söz sahibi toplumlar ortaya çıkıyor.
Şimdilerde Ortadoğu gündemin ilk maddesi. Ne olacak? Yaşayıp
göreceğiz. Sosyal çalışma epistemolojisi açısından her yıkım büyük
insan kitlelerini yerinden ediyor. Göç, mültecilik, başka ülkelere
yerleşmeler ve hep bir öteki olarak vatan toprağının kokusunu unutarak
geleceklerini kurmaya çalışan insanlar bir yanda çoğalıyor, öte yanda
silah patronları kazandıkça borsaların başı dönüyor.
Pülümür’deki ile Paris’teki insan aynı tuşa basıyor borsada kazanmak
için; sınırlar öldü! Bu ölümün üzerinde finans kapital bayrak gibi
dalgalanıyor. Durulma yok dalgalanmaya devam…
Evlerinden, yurtlarından edilmişlerin dertlerine çare olan meslekler
arasında yer alıyor sosyal çalışma. Etkinlik alanlarındaki çabası,
mesleğin sorunlarıyla tartışma konusu olabiliyor. Sosyal çalışma
felsefesinde bir kültürün, halkın, mezhebin, azınlığın bir diğerine
üstünlüğü yoktur. Sosyal çalışma okumaları yapanların karşılaştıkları
doğru da bu disiplinel-mesleki bilinçte anlam buluyor.
Kişisel kinler, yetersizlikler, yeteneksizlikler, düşünememe
hastalığı, türlü şarlatanlıklar bazı bazı mesleki rolün önüne geçmiş
olabiliyor. Gerçeği ve insan değerini göremeyen, kabul etmeyenin yeri
tarihin bildik o adresidir; yani çöplüğüdür. İşte dünyayı saran
sosyal-politik-ekonomik sorunlar karşısında entelektüel ya da kuramsal
bir bakışı, birikimi olmalıdır sosyal çalışma mesleğinin.
En azından güçlü kötünün ekmeğine kan
kaymağı olmamak için…
21. yüzyılda yaşıyoruz, etrafımıza bir bakalım, artık yollara Anadol
marka araçlarla çıkanlara rastlıyor muyuz? Yok diyenler çoğunlukta. O
zaman bilinmelidir ki, sosyal çalışmacılar da değişimin içindedirler.
Değişim ajanıdırlar…
Biraz daha sınırlandırıp devam edelim. Barbara Solomon, “Siyahlar
Üzerine Güçlendirme” adını taşıyan kitabını 1976 yılında
okuyucularıyla buluşturmuştur. Yani güçlendirme yaklaşımı artık
tartışılabiliyordu. Kabul edilmeye başlanmıştı. Bireyin kendisiyle
ilgili duyarlılık ve sorunlarını çözme becerisi edinmesinin öneminin
altı çiziliyordu. Ve zamanla siyahîler, azınlıklar, toplumsal
koşulların ittiği gruplar, dışlanmışlar, göç edenler, ötekileştirilmiş
nüfus guruplarıyla çalışan meslek elemanlarının elindeki anahtar
yaklaşımlardan birine dönüşmüştü güçlendirme yaklaşımı. Diğer yandan
yirminci yüzyılın sonlarına doğru çokkültürcülük akımı kuramsallaşmaya
yüz tutmuştu.
Entelektüel koridorlarda insan hak ve
özgürlükleri ekseninde bu tartışma her dem sürdü. Bu minvalde
Türkiye’de de ilkkez çokkültürcü sosyal çalışma üzerine bir kitap
yazılıyor; 2014 yılında… Farklılıkları zenginlik gören genç bir
akademisyen, Batı kültürünün kıyısında sorunlarıyla yaşayan, asgari
bir yaşam kurmaya çalışan insanlarla yaptığı alan çalışmasını
küreselleşme, postmodernizm ve çokkültürücülük teorisi üzerinden
şekillendiriyor.
*
Evrensel bilimsel kaygı bilimsel üretimin nedenidir. Değişen toplumsal
yapı, değişimin gücü, etkisi ve yansımaları mesleki açıdan da yeni
yaklaşımların ortaya çıkmasını, yeni çözüm yolları üzerinden
durulmasını beraberinde getiriyor. Bunu ilk elden yapan da
akademisyendir. O doldurulması gereken boşluğu fark edendir.
Akademisyenin rolü, üretmektir. Sosyal hoşbeşlik yapmak değil.
*
Yazar çalışmasının amacına açıklık getiriyor. Akademik bir duruş
sergileyerek daha başlangıçta “sosyal çalışma kavramının, mesleği ve
disiplini tanımlayan kavram olduğu görüşünü” dile getiriyor. Yine
müracaatçıyı da hizmet alanlar/hizmet kullanıcıları olarak sosyal
devlet rasyonalitesinden giderek yerine oturtuyor. Yani sosyal hizmet
değil, bilin görün bu işi; adı sosyal hizmet değil, sosyal çalışma,
uygulayıcısı da sosyal çalışmacı…
Kitap üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde sosyal çalışma disiplini ve
mesleğiyle ilgili olarak genel, tarihsel ve aydınlatıcı bilgiler veren
yazar, ikinci bölümde eleştirel çokkültürcü sosyal çalışmayı işliyor,
son bölümde ise eleştirel çokkültürcü sosyal çalışma uygulamasını
okuyucuyla buluşturuyor.
Sosyal bilimcilerin büyük bir kısmı
Batı veya Avrupa okuması yapar. Batıyı bir model olarak görenler bir
yana Batı’da işlenen “çatışma kaynaklarını” görmeye çalışanların,
sorunları çözme yaklaşımlarını ele alanların sayısı daha çoktur. Çünkü
büyük oranda dönüşen Batı toplumları farklı yaşam tarzlarının
toplumsal bütünleşme süreçlerini görmemiz açısından kullanabileceğimiz
malzemeyi veriyor. Yaşadığımız toplumu kritik etme noktasında
değişimi, dönüşümü anlamamızda Batı deneyiminin katkısı yadsınamaz.
Bunu yapabilmek ise ayrı bir birikim konusu…
Özge Özgür’ün temel tezi; “bireysel, toplumsal, felsefi, ahlaki,
bilimsel dönüşümde sosyal çalışmanın duruşu nasıl olmalıdır? Kültürel
farklılık alanında ‘derin bir sessizliğe’ gömülmek, ‘yokmuş gibi’
davranmak sosyal çalışmanın doğasına aykırı olmaz mı? Ya da aksine
farklılıkları kutsayarak var olan yapısal eşitsizlikleri görmezden
gelmek ve bu eşitsizlikler için kolektif bir bilinci farklılıklar
uğruna uykuda bırakmak sorumsuz bir hareket olmaz mı?” Yazar bu ve
buna benzer sorulara yanıt ararken, eleştirel çokkültürcü sosyal
çalışma yaklaşım ve uygulamasını sosyal çalışmanın bir çözümü olarak
ele alıyor. Alan çalışmasıyla ilgili kısmınıysa Londra’da yürütüyor.
Kitaba dönelim: İlk bölümde sosyal çalışma mesleğinin tanımlanma
sorunları, tanımı oluşturan ögeler eleştirel olarak ele alınıyor.
Tanım konusunda Batı’daki tutarlılığın Türkiye’de olmayışı elbette
bilinenler. Bu kısa yazımızda dile getirmeye gerek yok.
Yazar özellikle Batı’da sosyal çalışma mesleğinin tarihinde önemli
yeri olanları kitaba konuk ediyor. Jane Adams, Mary Richmond
aktarılırken, Osmanlı ve Selçuklu dönemindeki kamusal hizmetlere yer
veriliyor. Yazar mesleğin kurgusunda yer alan bireysel yardım/değişim,
toplumsal yardım/toplulukçu değişim/, bireyci-reformist/koruyucu bakım
yaklaşımlarını sosyal çalışmanın içermesi gerektiğini ifade ediyor.
Eleştirel çokkültürcü sosyal
çalışmanın kuramsal ve pratik temellerine doğru giderken, sosyal
çalışmayı şu temel üzerinde kavramsallaştırıyor: “Sosyal çalışmanın
sosyal adaleti sağlayan (sosyal devlet olmak), ‘hak’ kavramından
hareket eden ve insan haklarını temel alan (hukuk devleti olmak) bir
meslek haline gelebilmesi için ‘evrensel’ ile ‘yerel’ olan
uyumlaştırabilen, her iki uygulamaya ‘eleştirel’ bir gözle bakarak
insanın ve toplumun iyilik halini gözetebilen bir konumda olabilmesi
gerekmektedir.
Evrensel sosyal çalışma tanımını geçerli kılmanın yolu da ‘ideal’ ile
‘gerçeği’; ‘evrensel’ ile ‘yereli’; ‘ortaklıklar’ ile ‘farklılıkları’
buluşturabilmesinde saklıdır.”
Yazar kitabın ikinci kısmında eleştirel çokkültürcü sosyal çalışma
yaklaşımının gerekliliğine gereksinim analizi yaparak ulaşıyor.
Çok kültürcü olmak nedir?
Çokkültürcü yaşantı; toplumu oluşturan farklı bireylerin
birlikteliğini yansıtır. İnsana saygı, çoğulculuk, kültürlere değer
özde toplumsala eşitçi katılımdır. Özgür, bu anlamda çokkültürcü bir
yaşantı deneyiminin mümkün olup olamayacağını Londra’da göçmen nüfusun
yoğun olduğu Hackney yerleşiminde alan uygulaması yaparak bulguluyor.
Yazara göre; göç, işsizlik, karar süreçlerine katılım, çalışma yaşamı,
yoksulluk, vatandaşlık hakları, ulusötesi yurttaşlık kavramı,
olanaklar-zorluklar bütün bu bileşenlerin üzerinden bakıldığında
çokkültürcü sosyal çalışma, dışlanmayı, ötekileştirmeyi değil,
farklılıkların kabulü, paylaşımı ve adaleti, insanlar arası
etkileşimin hoşgörü temelinde algılandığı bir yapıyı öngörüyor.
Aslında kitap bilinçli bir eleştirel sosyal politikanın önemini
gösteriyor. Eleştirel çokkültürcü sosyal çalışmada ise çokkültürcü
sosyal çalışmanın uygulanmasında “eleştirel” kuramın kullanılmasını
öne sürüyor. Elbette uygulamada eleştirel bir değerlendirmeye her
zaman ihtiyaç vardır.
Yazar, eleştirel çokkültürcü sosyal çalışma uygulamasını anlattığı
bölümdeyse uygulamayı değer, bilgi ve beceri boyutlarıyla eğitim ve
pratik açısından işliyor. Bu kısıma sosyal çalışma akademisyenlerinin
ve meslek elemanlarının eğilmesi gerekiyor. Öğrenci yetiştiren
akademisyenler ve uygulamada yer alan mesleki rehber ve danışmanlar bu
sorumluluğu gözetmelidirler.
Sonuç olarak “hem mesleki ve bilimsel,
hem de topluma karşı sorumlulukları gereği sosyal çalışmacılar insanı
ve toplumu çok yönlü anlamaya çalışırken, kültürü, farklılığı, tarihi
ve en önemlisi kendilerini de sorgulayıcı bir bakışla ele almalılar.”
Bu yönde özgürlükçü değerler dizisi (eleştirel) çokkültürcü sosyal
çalışmanın önünü açar…
Diyebiliriz ki, zengin bir kaynakça kullanılarak yapılan bu yetkin
araştırmanın sonuçlarını ve kuramını özellikle akademiden başlamak
üzere disiplin ve meslek elemanlarına önermek; Türkiye gibi çok renkli
kültürlerin, toplulukların, halkların yaşadığı bir coğrafyada yaşıyor
olmanın bilincinde olarak, mesleki çalışmalarda dikkate almamız
gereken değerleri bize bir kez daha hatırlatıyor.
*
SABEV ikliminde sosyal çalışma kitaplığı zenginleşiyor, varsıllaşıyor,
bilime katkı sunanlarla…
Kitap: Özgür, Özge: Çokkültürcü Sosyal Çalışma. SABEV Yay. Ankara,
2014
İsteme Adresi: SABEV/İnsancıl Sahaf
|