Sosyal Hizmet Mesleği

Sosyal Hizmet Alanları

Sosyal Kaynak
Bilgiler

     
   
   



Prof. Dr. İlhan TOMANBAY

İstinye Üniversitesi  Öğretim Üyesi

itomanbay@istinye.edu.tr
 


 

 
 
 

 

BESLENME KÜLTÜRÜNDEN SOSYAL KÜLTÜRE
 

İlhan Tomanbay
 

 

 
Kültür sosyal çalışmanın temel bilimdallarının ayrılmaz parçasıdır. Sosyal çalışmacı çalıştığı insanların kültürünü ve bu arada kendi kültürünü de birlikte ve sürekli değerlendirmeye katmak zorundadır. Çalıştığı insanın kültürüyle kendi kültürü arasında önemli farklar varsa ve bu farkı kendi kültürünü, kültürel anlayışını çalıştığı insanın, yani başvuranın (müracaatçı) kültürünün gerisine itemiyorsa, etkisizleştiremiyorsa meslek uygulamasını yapamaz.
Kültürünü başvuranın kültürünün önüne koymak ne demektir? Faklı kültüre kendi kültür gözlüğüyle bakmak demektir, ki bu durum sosyal çalışmayı çalışma alanında değil etkisizleştirir, değil güçsüzleştirir, doğrudan çalışmalarını engeller ve sıfırlar. Bu durumda meslek uygulaması yapamazsınız.

Demeli ki, benim kültürüm saygındır, iyidir, tamam, ancak sadece beni ilgilendirir. Başvurana hizmet verirken onun kültürel değerlerini anlamalıyım, içselleştirmeliyim ve o kültür çerçevesinde çözümler bulmalıyım, onun kültürüne yüzde yüz saygı göstererek.

Sosyal çalışmacı başvuranının ya da bir başkasının kendisine farklı gelen kültürünü dalga konusu yapamaz, aşağılayamaz, küçümseyemez. Çünkü kendi kültürüyle karşılaştırıyordur. Başka kültürü geri diye ya da farklı diye küçümseyen bir sosyal çalışmacı sosyal çalışma uygulamıyordur, gündelik hizmet işlerini yapıyordur. Konuşması mesleksel konuşma değildir, sokak konuşmasıdır sadece. Sosyal çalışmacı sokak diliyle konuşamaz.

Bugün ciddi, yeterli ve verimli sosyal çalışma uygulaması yapılamıyorsa bu saptamanın da bunda payı olduğunu söylemek fazla yüreklilik gerektiren bir konu değildir. Kendi kültürel bakışını aşamayan bir sosyal çalışmacı farklı kültürden birine meslek uygulaması yaparken tıkanacaktır. Savrulacaktır. Böyle olunca da meslek uygulaması yapılamaz.

Buna bakarak bakışı uzatabiliriz.

Sosyal çalışmacı tarafından;

Sosyal çalışma yapılan kişinin ekonomik durumunu, gücünü ve ekonomiye baktığı pencere anlaşılmalı, içselleştirilmeli ve ona uygun çözümler üretilmelidir.
Sosyal çalışma yapılan kişinin ruhsal durumu, güçlü ve zayıf yanları anlaşılmalı, içselleştirilmeli ve ona uygun çözümler üretilmelidir.

Sosyal çalışma yapılan kişinin sosyal ilişkileri, bu ilişkilerin yeterliliği yetersizliği, güçlülüğü güçsüzlüğü anlaşılmalı, içselleştirilmeli ve ona uygun çözümler üretilmelidir.
Sosyal çalışma yapılan kişinin eğitim durumu, bilgi ve bilimsellik düzeyi, buna koşut statüsü, mevkii iyi görülmeli, anlaşılmalı, içselleştirilmeli ve ona uygun çözümler üretilmelidir.
Sosyal çalışma yapılan kişinin hukuk çerçevesi içindeki durumu, hukuk karşısındaki durumu, yaşadığı hukuksal sorunlar vb. bilinmeli, anlaşılmalı, içselleştirilmeli ve ona uygun çözümler üretilmelidir.

Sosyal çalışmanın yapılanmasına temel olan bilim dalları sadece bunlar değil, örneğin felsefe bilimi de var. Onu eğitim ve kültürel durum içinde görebiliriz, ayrıca almıyorum. Yöntembilim (araştırma bilimdalı) de böyle.

Kültürün içselleştirilmesinin önemini gösteren sayısız örnekten biri:
Türk yemek kültüründe her yemek ayrı bir kaba konur. Örneğin, çorbayı saymayalım; sebze, pilav, et ayrı kaplarda sunulur. Arka arkaya gelir. Önce çorba, sonra et, sonra sebze, salata, sonra pilav, makarna gibi… (Bu yüzden deriz ya, pilavı ekmekle yeriz diye.)

Avrupa yemek kültüründe çorba varsa, ondan sonra gelen menü yassı ve büyük bir tek tabak içinde üç ayrı yiyecek olarak ve tabağın üçte birini dolduracak biçimde gelir. Bir köşede et, yanında sebze, yanında pilav ya da makarna ya da patates kızartması ya da püresi. Bazen salata da tabağın bir kenarına konur, hatta, haşlanmış sebze varsa salata gelmeyebilir de.
Bu açıklamadan sonra şimdi bakalım kültür farkına; kültürün içselleştirilmesi gereğine ve kültürün anlattığına… Avrupa tek tabağa et (protein), sebze (protein, aminoasit vb ile birlikte özellikle vitamin) ve tahıl (karbonhidrat) koyuyor. (Bu tabakta her üç çeşit de insan bedenine yetecek ölçüde konur.

Refah arttıkça ölçü taşırılır. Örneğin, 250 gram et yeterliyken 350 gram konabilir.) Eğer yemek yiyen grupsa ve tek çeşit yemek istenmişse üç büyük kap içinde pilav (ya da patates ya da makarna) (yani, tahıl, karbonhidrat), et (protein) ve çiğ ya da haşlanmış sebze (vitamin) topluca gelir, herkes yiyeceği kadar tabağına alır. Böylece tabakta yiyecek de artmaz. Bu durumda tabakta yemek kalırsa ayıplanır. Yiyemeyecektin, neden ziyan ettin, almasaydın, derler.

Sonuçta tek tabakta, bir bedenin gereksindiği temel değerler (protein, karbonhidrat ve vitamin ) sunulur ve alınır.

“Modernleşmek isteyen” Türkiye’de sayıları giderek artan kimi lokantalar sulu ve çok tabaklı yemek sisteminden tek tabaklı yemek sistemine geçmişlerdir. (Tek tabakta sunulmasının sağladığı kolaylık da bunu özendiriyor tabii.) Olsun, peki.

Ancak;
Türk işi Avrupa tarzı yemek sunumunda Avrupa’ya kıyasla daha az et, ortalama sebze ve yurttaş doysun diye hem patates kızartması, hem pilav koyuluyor. Çünkü bunların maliyetleri diğerlerine göre daha ucuz. Ancak, yemek ve beslenme kültürü Avrupa kültürünün dışına çıkıyor. Sunum Avrupai, içerik Türk, görünüm karışık bir kültür çıkıyor ortaya.

Çünkü karbonhidratı insan bu tahıl ürünlerinin birinden alır ve bu yeter. Aynı değere sahip iki üç çeşit yemeğin neden aynı tabağa konduğunu Avrupa gastronomi kültürü anlayamaz. Bunu sağlıklı da bulmaz. Yapmaz. Görünümde Avrupalı, ancak özünde Türk kalmak buna denir.
Daha dillendirilen ifadeyle, gösteriş modernitesi denir buna. Oysa Avrupa’nın da Afrika’nın da, Yeni Zelanda’nın da kültüründe bir anlam vardır. O kültürel yapılanmanın, o kültürel dizilişin gerçekçi bir anlamı vardır. O anlamı yakalamadan, içselleştirerek uygulamadan yapılan benzemeler yapay olur, sahte olur, cıvır.

Aynı, içki kültürü olanın kırmızı şarabı 12-15 derecede içerken Türkiye’nin buz gibi kırmızı şarap istemesi gibi bir şey. Buna, bizim ağız tadımız diyemezsiniz. Ağız tadından önce şarap tadı gelir.

Az et, bol tahıl yemekten önce karbonhidratı ve proteini dengeli almak önem taşır..
Şu da öyle. Taze salata Avrupa’da küçük bir ayrı tabakta gelir. Bizdeki gibi ortaya şıvşırık bir salata gelmez.

Çünkü bir insanın yiyeceği ve alacağı vitamin miktarı bellidir. Avrupa’da çorbadan sonra yemekten önce salata tabağı getirilir. Acıkan ve isteyen kişi et yemeği gelmeden salatasını yiyebilir. Bizde ayrı gelen salata bekletilir, yemekle birlikte çatallanmaya başlar. Bir et, bir pilav bir çatal salata gibi… (Avrupa’da salatanın kâsede topluca geldiği servis modelinde diğer yiyecekler de kaselerde toplu gelir ve sofrada herkes payını alır.)

Oysa Avrupa gastronomi bilgisi der ki, salatanın yemekten önce yenmesi daha sağlıklıdır. Onun için önce yer onu. Bizde önce salatayla başlanmaz. Biz salatası Avrupai olalım diye önceden getirilmiş masada salatayı yemekten önce çatallamaya başlayana en içten deyişle çok mu acıktın deriz; güleriz. Resmi ilişkimiz varsa bir şey demeyiz; ancak ayıplarız. Salaytaya önce “saldıran” da (bizde öyle görülür) kendisini bağışlatmak için çok acıktım da gibi espriye çalan açıklamalar yapma gereğini duyumsar.

Görüldüğü gibi kültür ve davranış arasında sağlam bir bağ vardır. Bu bağ kurulmadan “benzemeye çalışmak” gülünç yapar insanı, modern yapmaz.
Bu örneği sosyal çalışma mesleği gözlüğüyle irdeleyiniz. Kültüre saygı, karşıdakinin kültürünü bilerek ona yaklaşmak başvuranın ya da sorun sahibinin sosyal sorunlarının çözümünü kolaylaştıracaktır.

(12 01 2020, Istanbul) (Bohçada unutulmuş eski bir yazı.)
 

 



Yasal Uyarı , Gizlilik Beyanı ve Künye  

sosyalhizmetuzmani.org © Bütün hakları saklıdır.