|
Prof. Dr. İlhan TOMANBAY
|
|
BESLENME
KÜLTÜRÜNDEN SOSYAL KÜLTÜRE İlhan Tomanbay
|
Kültür sosyal
çalışmanın temel bilimdallarının ayrılmaz
parçasıdır. Sosyal çalışmacı çalıştığı insanların
kültürünü ve bu arada kendi kültürünü de birlikte ve
sürekli değerlendirmeye katmak zorundadır. Çalıştığı
insanın kültürüyle kendi kültürü arasında önemli
farklar varsa ve bu farkı kendi kültürünü, kültürel
anlayışını çalıştığı insanın, yani başvuranın
(müracaatçı) kültürünün gerisine itemiyorsa,
etkisizleştiremiyorsa meslek uygulamasını yapamaz. Kültürünü başvuranın kültürünün önüne koymak ne demektir? Faklı kültüre kendi kültür gözlüğüyle bakmak demektir, ki bu durum sosyal çalışmayı çalışma alanında değil etkisizleştirir, değil güçsüzleştirir, doğrudan çalışmalarını engeller ve sıfırlar. Bu durumda meslek uygulaması yapamazsınız. Demeli ki, benim kültürüm saygındır, iyidir, tamam, ancak sadece beni ilgilendirir. Başvurana hizmet verirken onun kültürel değerlerini anlamalıyım, içselleştirmeliyim ve o kültür çerçevesinde çözümler bulmalıyım, onun kültürüne yüzde yüz saygı göstererek. Sosyal çalışmacı başvuranının ya da bir başkasının kendisine farklı gelen kültürünü dalga konusu yapamaz, aşağılayamaz, küçümseyemez. Çünkü kendi kültürüyle karşılaştırıyordur. Başka kültürü geri diye ya da farklı diye küçümseyen bir sosyal çalışmacı sosyal çalışma uygulamıyordur, gündelik hizmet işlerini yapıyordur. Konuşması mesleksel konuşma değildir, sokak konuşmasıdır sadece. Sosyal çalışmacı sokak diliyle konuşamaz. Bugün ciddi, yeterli ve verimli sosyal çalışma uygulaması yapılamıyorsa bu saptamanın da bunda payı olduğunu söylemek fazla yüreklilik gerektiren bir konu değildir. Kendi kültürel bakışını aşamayan bir sosyal çalışmacı farklı kültürden birine meslek uygulaması yaparken tıkanacaktır. Savrulacaktır. Böyle olunca da meslek uygulaması yapılamaz. Buna bakarak bakışı uzatabiliriz. Sosyal çalışmacı tarafından; Sosyal çalışma
yapılan kişinin ekonomik durumunu, gücünü ve
ekonomiye baktığı pencere anlaşılmalı,
içselleştirilmeli ve ona uygun çözümler
üretilmelidir. Sosyal çalışma
yapılan kişinin sosyal ilişkileri, bu ilişkilerin
yeterliliği yetersizliği, güçlülüğü güçsüzlüğü
anlaşılmalı, içselleştirilmeli ve ona uygun çözümler
üretilmelidir. Sosyal çalışmanın yapılanmasına temel olan bilim dalları sadece bunlar değil, örneğin felsefe bilimi de var. Onu eğitim ve kültürel durum içinde görebiliriz, ayrıca almıyorum. Yöntembilim (araştırma bilimdalı) de böyle. Kültürün
içselleştirilmesinin önemini gösteren sayısız
örnekten biri: Avrupa yemek
kültüründe çorba varsa, ondan sonra gelen menü yassı
ve büyük bir tek tabak içinde üç ayrı yiyecek olarak
ve tabağın üçte birini dolduracak biçimde gelir. Bir
köşede et, yanında sebze, yanında pilav ya da
makarna ya da patates kızartması ya da püresi. Bazen
salata da tabağın bir kenarına konur, hatta,
haşlanmış sebze varsa salata gelmeyebilir de. Refah arttıkça ölçü taşırılır. Örneğin, 250 gram et yeterliyken 350 gram konabilir.) Eğer yemek yiyen grupsa ve tek çeşit yemek istenmişse üç büyük kap içinde pilav (ya da patates ya da makarna) (yani, tahıl, karbonhidrat), et (protein) ve çiğ ya da haşlanmış sebze (vitamin) topluca gelir, herkes yiyeceği kadar tabağına alır. Böylece tabakta yiyecek de artmaz. Bu durumda tabakta yemek kalırsa ayıplanır. Yiyemeyecektin, neden ziyan ettin, almasaydın, derler. Sonuçta tek tabakta, bir bedenin gereksindiği temel değerler (protein, karbonhidrat ve vitamin ) sunulur ve alınır. “Modernleşmek isteyen” Türkiye’de sayıları giderek artan kimi lokantalar sulu ve çok tabaklı yemek sisteminden tek tabaklı yemek sistemine geçmişlerdir. (Tek tabakta sunulmasının sağladığı kolaylık da bunu özendiriyor tabii.) Olsun, peki. Ancak; Çünkü karbonhidratı
insan bu tahıl ürünlerinin birinden alır ve bu
yeter. Aynı değere sahip iki üç çeşit yemeğin neden
aynı tabağa konduğunu Avrupa gastronomi kültürü
anlayamaz. Bunu sağlıklı da bulmaz. Yapmaz.
Görünümde Avrupalı, ancak özünde Türk kalmak buna
denir. Aynı, içki kültürü olanın kırmızı şarabı 12-15 derecede içerken Türkiye’nin buz gibi kırmızı şarap istemesi gibi bir şey. Buna, bizim ağız tadımız diyemezsiniz. Ağız tadından önce şarap tadı gelir. Az et, bol tahıl
yemekten önce karbonhidratı ve proteini dengeli
almak önem taşır.. Çünkü bir insanın yiyeceği ve alacağı vitamin miktarı bellidir. Avrupa’da çorbadan sonra yemekten önce salata tabağı getirilir. Acıkan ve isteyen kişi et yemeği gelmeden salatasını yiyebilir. Bizde ayrı gelen salata bekletilir, yemekle birlikte çatallanmaya başlar. Bir et, bir pilav bir çatal salata gibi… (Avrupa’da salatanın kâsede topluca geldiği servis modelinde diğer yiyecekler de kaselerde toplu gelir ve sofrada herkes payını alır.) Oysa Avrupa gastronomi bilgisi der ki, salatanın yemekten önce yenmesi daha sağlıklıdır. Onun için önce yer onu. Bizde önce salatayla başlanmaz. Biz salatası Avrupai olalım diye önceden getirilmiş masada salatayı yemekten önce çatallamaya başlayana en içten deyişle çok mu acıktın deriz; güleriz. Resmi ilişkimiz varsa bir şey demeyiz; ancak ayıplarız. Salaytaya önce “saldıran” da (bizde öyle görülür) kendisini bağışlatmak için çok acıktım da gibi espriye çalan açıklamalar yapma gereğini duyumsar. Görüldüğü gibi
kültür ve davranış arasında sağlam bir bağ vardır.
Bu bağ kurulmadan “benzemeye çalışmak” gülünç yapar
insanı, modern yapmaz. (12 01 2020,
Istanbul) (Bohçada unutulmuş eski bir yazı.) |
sosyalhizmetuzmani.org © Bütün hakları saklıdır. |