A.ŞEKER: Sorularımızı yönelteceğimiz
meslektaşımızı döneminin birçok meslek elemanı tanıyor. Biz yinede
tanımayanlar için gerekli gördüğümüz birtakım bilgileri paylaşalım. Sosyal
Hizmet Uzmanı Mehmet ESER 1987 yılında H.Ü. SHYO’nu bitirdi. 1989 yılında
Cumhuriyet Üniversitesi S.K. ve S.D. Bşk. Rehberlik ve Psikolojik Danışma
biriminde SHU olarak göreve başladı ve altı yıl bu görevini sürdürdü, Yüksek
Lisansını Uygulamalı Sosyoloji alanında yaptı, daha sonra C.Ü. Sosyoloji
Bölümünde Asistan olarak göreve başladı. 1998 yılında Eğitim Fak. ne geçti,
bir yıl aradan sonra Fransa’ya gitti ve üç yıl kaldı. Şuan C.Ü. Eğitim
Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümünde Arş. Gör. olarak çalışmaktadır.
Günümüzde yani yüzyılımız bu kadar toplumsal sorunla (insan hakları,
mültecilik, çevre sorunları, kadın ve çocuğa yönelik şiddet, etnik savaşlar,
yoksulluk gibi) doluyken dünyada ve de ülkemizde sosyal çalışma
uygulamasının doğası, değeri nereye doğru gidiyor?
M.ESER: Belirttiğiniz örnekleri düşündüğünüzde, bu kadar savaş ve şiddet,
sömürü, yoksulluk, insan hakları ihlalleri süre giderken insanlık için
günümüzde iyi bir noktadadır diyemeyiz doğrusu.
Diğer yandan ülkemizin liberal bir toplum olma yolundaki süreci de, sosyal
hizmetlerin tasfiyesine ilişkin önemli bir olgudur. İçinde sosyal sözcüğü
olan hiçbir şeye tahammül edemeyen anlayış toplumsal yarar yerine bireysel
çıkarı öne çıkartarak, muhtaç durumdaki toplum kesimlerine yönelik bütün
hizmetleri bir meta gibi alınır/satılır hale getirdi. Bırakın devletin
yurttaşlarına hizmet sorumluluğu duymasını, toplumsal sorunların kaynağı
olarak yine muhtaçlık durumunda olanları gösterdi. Bu, liberal sosyo-ekonomik
sistemin özüdür aslında, olumsuz durumu yaratanın kendi siyasal ekonomik
işleyişi olmasına karşın, bireylere kişisel kurtuluş reçeteleri dayatır.
Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, çalışma yaşamı vb. alanlarda devlet
bireylere kendi başlarının çaresine bakmaları yolunu gösteriyor. Bu kendi
başına aldığı bir karar değilse bile, gelinen noktada uluslararası sermaye
güçleri böyle buyuruyor.
SH’in ülkemiz için konuşursak belirttiğimiz sorunlar konusunda etkili bir
duruş sergileyememesi tarihsel açıdan hepimizin toplumsal sorumluluklarımızı
yerine getirmede zafiyet içinde olduğumuz anlamına gelir. Bunu ister SH’in
yeterli olgunlukta örgütlü olmayışına ister toplumsal duyarsızlığa bağlayın
bizim eksikliğimizdir, önce bunu teslim etmek gerekiyor.
Sosyal Hizmet, ülkenin derinleşen/yayılan yoksulluk, eşitsizlik, işsizlik,
eğitim, sağlık, şiddet, ayrımcılık, göç vb. toplumsal sorunlarına,
engelliler, çocuklar, gençler, yaşlılar, kadınlar, göçmenler, kırsal
bölgelerde yaşayan “muhtaçlar” vb. (ülke nüfusunun önemli bir oranının
kırsal bölgelerde yaşamasına rağmen bu kesimlerde yönelik sosyal hizmet
uygulamaları ve politikalarına rastlanmaz) toplumsal kesimlerine yönelik
politikalar üretemedi.
Başka bir deyişle toplumun bu kesimlerini, sorunlarını yeterince anlamak ve
açıklamak kapasitesinde olmadı. Sosyal Hizmet adı ve içeriğine uygun biçimde
ve yeterli düzeyde ne toplumsal olabildi nede gerekliğine uygun uygulayıcı.
|
A.ŞEKER: Sosyal çalışmanın 21. yüzyıldaki toplumsal rolü ne olacaktır?
Sosyal çalışma nasıl bir toplumsal değişme sürecinde yaşıyor? Sosyal çalışma
bu değişmenin dışında kaldı gibi mi? Parametrelerinde bir dağılma söz konusu
mu? Yoksa kendisini yeniden örgüleyebilecek, anlatabilecek bir güce sahip
mi? Batı’da durum ne? |
M.ESER: Ülkemizde Sosyal Hizmet bir tıkanma süreci yaşıyor, bu sürece SH’in
kendisi geldi. Ne eğitim-uzmanlaşma nede toplumsal uygulamalar uzlaşmacı ve
edilgen bir duruşla kimlik kazanamazlar, değişim gösteremezler.
Toplumsal değişim ve gelişimi karşılayabilmek bunu anlayıp çözümleyebilecek
bir bilinç perspektifi ile olur, buna sahip değilseniz bu değişimin
gerisinden sürüklenirsiniz. SH ülkedeki toplumsal değişimin içeriği ve
hızına ayak uyduramadı.
Bütün olumsuzluklara rağmen bu yüzyılda Sosyal Hizmetlerin gerçek rolünü
yüklenmesi anlamında bir gelişmeyi de yaşayacağımız düşüncesindeyim,
değişmenin getirdiği karmaşa ve belirsizliklerden sıyrılma konusunda
araçlarımızı geliştirmek, kurumsal yapılarımızı hızla oluşturmak
durumundayız, yeter ki bunu isteyelim, bunu istememe keyfiyetimiz yok gibi,
toplumsal koşullar aslında bizleri buna zorlayacak noktaya gelmiş durumda.
Bu sürece öncülük/önderlik edebilme seçeneği dayatmış durumda bu anlamda
yeniden ve her zaman Sosyal Hizmetler demenin tam vakti.
Çünkü Sosyal Hizmetleri olmayan bir toplum düşünülemeyeceği gibi, Sosyal
Hizmetlerde yetersiz, bu hizmetleri kurumsallaşmış hizmetlere dönüştürememiş
toplumlarda, bireylerin yaşamlarını ve geleceklerini güven içinde
sürdürmeleri de söz konusu olamaz.
Batıda Sosyal Hizmetlere ilişkin birçok değer ve uygulama, mesleki ve
toplumsal anlamda yerleşmiş, Sosyal Hizmet benim yaşadığım örneklerinde
insanın olduğu her yerde ve uygulamaları temel insan hakkı anlamında toplum
bireyleri tarafından kanıksanmış bir şekilde yürütülüyor. Üstelik SH
uygulayıcıları hem mesleki anlamda, hem de sosyal devlet anlayışına uygun
fonları ve kaynakları organize edilmiş bir donanımla hizmet üretmekteler. Bu
da SH’in toplumda kabulü ve yerleşikliğini destekliyor.
A.ŞEKER: Sosyal çalışma ile Türkiye muhalif sosyal hareketleri arasında bir
ilişki kurulabilir mi? Günümüzde toplumsal muhalefetin yetersizleşmesi
“sosyal” olanı da hiçliyor, onu etkisizleştiriyorsa, sosyal çalışma, reel
sosyal hareketlerin suskunluğu tercih ettiği bir süreçte hangi toplumsal
dinamiklerden beslenmelidir?
M.ESER: Sosyal Hizmet Türkiye de muhalif sosyal hareketlerle ancak yakın
zamanda sendikalar aracılığı ile bir bağ kurdu denebilir, aslında bu da
genel ve kapsayıcı bir niteliğe dönüşmedi.
Sosyal Hizmetlerin örgütlü olduğu alan sanki sağlık alanı ile sınırlı gibi
bir görüntüye sahip, mesleki anlamda kendi örgütü olan dernek ise yaygınlık
ve etkinlik anlamında dar bir alanda etkili.
Sosyal Hizmetin toplumsal dinamikler olarak; gençler, yoksullar, işsizler,
ücretli çalışanlar, işçiler, kadınlar, göçmenler vb. toplumsal kesimlerden
hareketle, olgusal konularda politikalar üretmesi gerekir. Üstelik bu
politikalar Sosyal Hizmetlerin kendi bilgisel temeline de (sosyal güvenlik,
sosyal politika vb.) uygunluk gösterir.
Üstelik bu politikalar içinde yaşadığımız toplumun demokratik, özgür,
eşitlikçi bir temelde gelişimine de katkı sağlayacaktır.
Toparlarsak, Sosyal Hizmetlerin toplumsal muhalefete katkı sağlama
kapasitesine-etkisine sahip olduğunu fakat günümüzde bunun yeterli düzeyde
olmadığını söyleyebiliriz.
A.ŞEKER: Sosyal çalışmayla iktidar odakları arasında nasıl bir bağ
kurulabilir? Toplumsal değişme karşısında sosyal çalışmanın kendisini
tartışmaya açamamış olmasında da bu güç odakları etkili olmuş olabilir mi? |
|
M.ESER: İktidar odakları dediğiniz güçler, Sosyal Hizmetler ile ilgili bütün
değer ve uygulamaları silip-süpürmek, temizlemek istiyorlar, hem toplum
hafızasından, hem hizmet gruplarının hafızasından, bu güçler içinde sosyal
geçen hiçbir şeye tahammül bile edemiyor. Her şeyin satılık olduğu, piyasa
koşullarına teslim edildiği bir düzen ve değerler dizgesi içinde sürdürülen
uygulamalardan Sosyal Hizmetler de payına düşeni alıyor. Hızlı bir değişim
sürecinde olan toplumun değişim hızı ve düzeyine aynı paralellikte uyum
gösteremeyen Sosyal Hizmetler bu etkinin SH’i değersiz/önemsiz kılmasına da
hazırlıksızdır. Bunca olumsuz koşulu yaratan güçler ve etkenler bir arada
düşünüldüğünde, tartışmaya açılamamasında tabi ki etkilidir.
A.ŞEKER: Biliyoruz ki, küreselleşmenin sosyo-ekonomik boyutu eşitsiz bir
gelişmeyle örtüşüyor…
Bir geçiş sürecini yaşıyoruz. Bu süreçte ne tür bir yol kullanılabilir?
Kaos, düzene uygunluk, yeniden yapılaşmayı daha dürüst başlatma vbg. Hangi
kavramsal çerçeve daha uygun kullanılabilir? Sosyal çalışma disiplini
küreselleşme koşullarında nasıl inşa edilebilir?
M.ESER: Kendi ayakları üzerinde doğrularak, insanları ve toplumu kavrayıp,
açıklayarak, aydınlatarak, sorunlarına sosyo-ekonomik çözümler, sosyal refah
politikaları üreterek, sanal olandan çıkartıp, belirttiğimiz gerçek
gereksinimlerine yönelerek, mesleki anlamda toplumsal bir saygınlık
kazanarak.
Aslında sosyal hizmet uygulamalarının toplumda derin etkileri olan örnekleri
yok değil, yeter ki kendisi güçlü duruşlar sergilesin, küreselleşme
dediğiniz eski adıyla kapitalist sömürü biçimi toplumsal değer ve kurumları
da tasfiye ediyor insanı köreltiyor, bu körelmeye, çürümeye kapılmadan bir
duruş sergilemesi Sosyal Hizmetlerin kendi elinde.
Yeni bir yapılanma ve yeniliklere her dönem ihtiyaç var, fakat bu yenilenme
birikimleri ve gereksinimleri göz ardı etmemeli, Sosyal Hizmetlerin teorisi
ve pratiğinin bileşkesini eksen almalı.
Değişimin nüveleri yok değil fakat Sosyal Hizmetler bu değişime öncülük
edebilme kapasitesinde mi? Günümüzdeki sorun aslında burada düğümleniyor, bu
düğümü çözecek bir Sosyal Hizmetler örgütlülüğünün varlığından şüpheliyim,
yaşanan birçok pratik bunu doğrular niteliktedir bence.
Bununla birlikte toplumda gelir dağılımındaki eşitsizlik, sınıflar
arasındaki eşitsiz farklılaşmadaki derinleşme, yoksul, işsiz, muhtaç,
özürlü, göçmen, ayrımcılığa uğrayanlar, çocuk, genç, yaşlı, kadın vb.
toplumsal gruplardaki yaşanan toplumsal sorunlar konusunda Sosyal Hizmetler
taraflılığını açıkça ortaya koyarak Sosyal Hizmet programları
geliştirebilmeli, toplumsal sorunlara çözüm üretebilmelidir. Bu toplumsal
sorunlara müdahalesi gereken sosyal hizmetleri devletin kaderine terk etme
keyfiyeti olamayacağı gibi, bu konudaki zafiyetine de yine Sosyal Hizmetler
toplumla birlikte yanıt vermeli ve bir duruş sergileyebilmelidir.
A.ŞEKER: Var olan meşru-yasal toplumsal tarihsel sistemimiz nasıl Türkiye’ye
özgü bir sosyoloji geleneğini tam anlamıyla kurgulayamadıysa, sosyal
çalışmada da bir gelenek oluşturamadı, ya da buna öncülük edecek cesaretli
özgün disiplin aydınları, akademisyenleri pek çıkmadı. Bu konuyla ilgili
olarak hangi nedenler üzerinde durmalı sosyal çalışmacılar…
Ve sosyal çalışma geleneğini gözeterek sosyal çalışmanın var olduğundan beri
geçirdiği temel kırılma noktaları ve bunlardan etkilenme durumuyla ilgili ne
söyleyebilirsiniz?
M.ESER: Sosyal çalışmanın bir gelenek oluşturabilmesi için önce kendi
kabuğundan çıkması gerekirdi, fakat o vurgusunu yaptığınız aydın,
akademisyen tipi kabuğundan çıkmak bir yana kapandı diyebiliriz, bunda
Sosyal Hizmetlere ilişkin akademinin bir tane olması da önemli bir etkendi
tabi. Bu akademik gelenek statükocu bir yol izledi, hatta bu tavır Hac.Üniv.
nin Sosyal Çalışma ve Sosyal Hizmetler bölümü ile birleşme sürecinde de
yaşandı. Bizlerin öğrenciliği tamda o döneme rastlar, 12 Eylül sonrası YÖK
ile gelen bu birleşmenin ardında zaten sosyal çalışmanın tasfiye edilmesi
gibi bir açık amaçta vardı. Fakat biz buna bile farklı bir açıdan
bakıyorduk, Sosyal Çalışma bölümünü sindirebilme konusunda bile güçlükler
yaşadık. Akademi geleneği aslında kendi dayanaklarının yok edilmesinden
kaygılıydı, bu anlamda daha çok statükocu davrandı. Sonuçları sonradan
ortaya çıkan ve günümüze kadar devam eden olumsuzlukların temelinde askeri
darbe ve onun ürünü olan YÖK vardır.
Yani Sosyal Çalışma 12 Eylül 1980 darbesinde gerçek bir kırılma yaşadı,
mesleki rol ve uygulamalarla toplumda niteliğine uygun bir süreçte devam
eden meslek ve meslek elemanı yetiştirme sekteye uğradı. YÖK tarafından
derslerin içeriğine müdahale edilemedi belki, fakat konulan zorunlu derslere
ne demeli?
Diğer yandan SH mesleki anlamda sınırlı sayıda kurumsal örgütlenmeye,
toplumda SH ihtiyacı olan bireyler ve gruplar bazında sınırlı bir kesimi
kapsayabildi. SH örgütlenmesi SHÇEK sınırları dışına taşamadı, bu kurum ve
kuruluşlardaki SH uygulamaları devlet memurluğu çalışması /hizmetine
indirgendi.
Yine alan çalışmalarının/uygulamalarının deneyimlerinin bilimsel bir
yöntemle değerlendirilememesi ve yeniden akademik anlamda bilimsel yollarla
paylaşılarak aktarımının yayın vb. yollarla gerçekleştirilememesi bir
eksikliktir.
Bence; SH. bilgi, belge ve uygulama çalışmalarının işlenmesi ve
değerlendirilmesinin bilimsel bir yolla yapılamaması, SH. alanında
okul-dernek-Sabev-kişisel web siteleri vb. dışında bilgi havuzu anlamındaki
bir merkezin oluşturulamaması meslek ve ülkemiz açısından önemli bir
eksiklik, böyle bir merkez SH’e ilişkin her türlü bilgi, belge, uygulama vb.
nin işlendiği bilimsel olarak değerlendirilip tekrar iletildiği, ulaşıldığı
bir oluşum ki, mesleki anlamda tekil olarak yürütülen bir çok değerli bilgi
ve birikimi de çoğula (mesleki camiaya)/topluma aktarabilecek, Ülkemiz ve
dünyadaki SH’e İlişkin gelişmelerden/değişmelerden haberdar edecek, bunları
izleyecek, nabzını tutacak, mesleki anlamda diğer ülke ve toplumlarda SH’e
ilişkin gelişmelerin izleyicisi/katılımcısı, aktarımcısı olacak oluşumlara
gereksinimimiz var.
Bunun dışındaki kırılma noktalarını, iktidarlar tarafından ülkede uygulanan
sosyo-ekonomik politikalarla açıklayabiliriz. İhtiyaç sahibi (yoksul, işsiz,
sosyal güvencesiz vb.) toplumsal kesimleri gözden çıkartan iktidarlar kendi
sınıfsal çıkarlarına ve uluslararası sermayeye hizmet etti.
AŞEKER: Bir süre Fransa’da kaldınız. Mesleki anlamda birtakım süreçlere
katıldınız. Tanık oldunuz… Kültürel ve kültürlerarası sosyal çalışma
hakkında gözlemleriniz oldu. Sosyo-kültürel ortam içinde insan olgusunu göz
önüne aldığımızda insanla ilgili çoğu sürecin sosyo-kültürel olduğunu
görüyoruz, insan olgusu yaşam süreçleri açısından hiç de evrensel bir yapıya
sahip değil gibi, ülkemiz açısından yurt dışına göçleri ele alırsak
yerleşilen ülkeyle sosyo-kültürel anlamda bir bütünleşme sağlana bildi mi?
Yurt dışı göçü insanları hangi özlemlerin tutsağı yaptı, neler kaybedildi?
Kazanılan bir şeyler var mı? Gençlerin durumu nasıl? Neler yapılabilir artık
Türkiye sosyal bilimcilerine pek de ilgi çekici gelmeyen bu konuyla ilgili
olarak?
M.ESER: Avrupa’ya yönelik göç hareketinin kırk yılı aşkın bir geçmişi var,
ilk göç hareketi yoğun olarak Almanya’ya olmuş. Fransa’ya yönelme daha
sonra, yirmi beş-otuz yıllık bir geçmişi var, bu anlamda Almanya’nın göçmen
politikaları konusunda kat ettiği mesafeyi kat edememiş durumda Fransa,
bununla birlikte Fransa Sosyal Hizmet uygulamalarını ağırlıklı olarak sivil
oluşumlar aracılığı ile yürütüyor, bu sivil oluşumlar hizmetleri organize
eder bu konuda gerekli görevlendirmeleri yapar, hizmetleri sunacak meslek
elemanlarını istihdam eder ve hizmetlerin sunumundan meslek elemanlarının
ücretlerine dek her türlü kaynağı ve bütçeyi, devletin bu hizmetler için
ayırmış olduğu fonlardan karşılar. Yine sosyal hizmet uygulamalarının
kapsamı bireysel ölçekte olduğu gibi, gereksinimler ölçüsünde daha geniş
alanlarda ve kapsamda da olabilmektedir.
Belirttiğiniz göçmen politikası konusunda Fransa diğer batılı ülkelerden
farklı olarak daha esnek ve sürece bırakılmış bir göçmen politikası
uygulamaktadır. Hak ve özgürlükler konusunda demokrasiyi iyi uyguladığını
iddia eden Fransa, göçmenlerinin süreç içerisinde Fransız toplumuna
kendiliğinden uyum sağlayacağı, kendi toplumsal ve kültürel kaynaklarının,
dayanaklarının bunun üstesinde gelme kapasitesine sahip olduğu
düşüncesindedir.
Fransa da yaşayan göçmenler konusunda ise şunu söyleyebilirim, Fransa da
resmi kayıtlara yansımayanları da dikkate aldığımızda 1975’lerden başlayarak
oraya giden ve yerleşmeye çalışan 350-400 bine yakın Türkiyeli göçmen söz
konusu. Bunların halen %10’una yakın kısmı Fransız vatandaşlığına geçmiş, bu
anlamda temel hak ve özgürlüklerden tam olarak yararlandıkları söylenemez.
Göçmenler, kendi içlerine kapanmış bir biçimde yaşamlarını sürdürüyor ve
orada bulunma gerekçelerini, ekonomik, güvenlik, geri dönüşünde yaşayacağı
uyumsuzluk vb. gerekçeler ile açıklıyor. Bu anlamda, içinde yaşadıkları
toplumla sosyo-kültürel anlamda bir bütünleşme kaygısı ve kapasitesinden söz
edemeyiz.
Her göç; Bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine, coğrafi bir
bölgeden başka bir coğrafi bölgeye yada ülkeye olduğu gibi, göçenlerin
köklerinden uzaklaşması, kopması, göçülen yer ve çevreye yeniden kök
salması, aitlik duyması, yeniden uyumları gibi, insanların (göçmen
bireylerinin) yaşamlarında alt-üst oluşları içermektedir.
Göçmen gençlerinin yaşam sürecinde ise göçmenlik iradi olarak kendi
istekleri dışında gerçekleşmiştir. Bu anlamda bulundukları konumun
olumsuzluklarından, ikileminden en çok etkilenenler gençlerdir diyebiliriz.
Fransa da yaşayan Türkiyeli göçmenler konusu diğer Avrupa ülkelerindeki
örneklerinden de birçok yönüyle ayrıldığı için, Sosyal Hizmetler boyutuyla
da önemli, Örneğin Türkiyeli göçmenlere yönelik konularda çalışacak meslek
elemanına çok ihtiyaç var ve Fransa Türkiyeli göçmen topluluğu konusunda da
donanımlı meslek elemanı ihtiyacını karşılayamıyor. Bu konuda söylenecek çok
şey olmasına karşın söyleşi sınırlarına bağlı kalarak şimdilik bu kadarını
söyleyebilirim.
A.ŞEKER: Sonuç olarak sosyal çalışma mesleği günümüzde Türkiye’de “hangi
tavrın sahibi” olmalıdır?
M.ESER: Sosyal Hizmetler toplumsal dayanakları da göz önüne alındığında
toplumda demokrasinin, insan haklarının özgürlüklerin gerçekleştirilmesinde
yaşamsal öneme sahiptir. Bu dayanak tabi ki sizin doğru bir noktada
olduğunuzda size kaynaklık eder, sistemin dışladıklarıdır Sosyal Hizmetlerin
muhatapları, o zaman sistemi doğru tahlil edip toplumsal sorunlara çözüm
üretmek konusunda toplumun içinde iyi bir noktadadır. Sosyal Hizmetleri bu
anlamda doğru ve yerinde, kapasitesine uygun biçimde kullanmak,
uygulayıcıları olarak bizlerin tarihsel sorumluluğudur.
A.ŞEKER: Teşekkürler.
M.ESER: Ben teşekkür eder çalışmalarınızda size ve bütün Sosyal Hizmet
emekçilerine kolaylıklar dilerim.
|