Söyleşilerimiz,sitemiz adına editörümüz ve yazarımız Aziz ŞEKER tarafından gerçekleştirilmiştir. |
|
|
|
Sosyal Çalışma ve Sosyal Politika
Üzerine Bir Yüzleşme Denemesi
|
||||
Emrah AKBAŞ: Evvela seninle söyleşmekten ne kadar mutlu olduğumu ifade etmek
isterim. Varlığın çölde vaha gibi… Sosyal çalışmanın kuruyan dallarına can
veriyorsun, biçare bedenine ruh üflüyorsun. Bunun için teşekkür etmeliyiz
sana. Daha sonra yine aynı
üniversitede tarih yüksek lisansına devam ederken içimde yanan sosyal
çalışma ateşini körüklemek istedim ve kendimi Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Hizmetler Yüksekokulu’nda buldum. Yüksek lisans ve doktoramı sosyal çalışma
alanında tamamladım. 2013’ün Şubat’ından bu yana Yıldırım Beyazıt
Üniversitesi’nde çalışıyorum. Son bir yıldır sosyal politika anabilim
dalında görevliyim. Eşim Gamze ile bir buçuk yıldır evliyim. Sosyal çalışmanın en büyük sorunu maalesef kendisi. Bakın ülkemizde sosyal çalışma müfredatına. Ne göreceksiniz? Muhayyel bir cemaat var sanki karşımızda. Bir hayal âleminde veya bir sosyal çalışma laboratuvarında gibiyiz. Gerçek sorunlar ve gerçek insanlardan arındırılmış bir eğitim ortamı… Kaldı ki, gerçek sorunlar ve gerçek insanlarla ilişkimizi kuracak teorik derinlikten de yoksunuz. Sosyal çalışma camiasında en sık duyduğum yakınmalardan biri “teori/okul ile saha arasındaki kopukluk”. Sanki hakikaten teori varmış gibi! Kimse farkında değil ama sosyal çalışma eğitiminin teorik temelleri gerçekten sağlam olsa böyle bir kopukluktan bahsedemeyeceğiz. Bugün hiçbir sosyal çalışma bölümünde Marksist literatürün adı yoktur örneğin. Sosyal sorunları nasıl anlayacağını sanıyor bu zevat? Sadece Marksist literatür mü? Steril ve seküler bir sosyal çalışma ortamında insanların inançlarını yok mu sayacaksınız? Ülkenin dini çeşitliliği ve özelde İslam antropolojik bir ilgiye de mi mazhar olmaz? Hâlbuki bizim bu topraklara yabancı olmayan sosyal çalışmacılar yetiştirmemiz gerekiyor. Bugün Avrupa’da “kültürel yetkinlik” çerçevesinde farklı kültürlere dair farkındalık ve donanım özel bir önem arzediyor. Bizim sosyal çalışmacılarımız Kürtçe “merhaba” dahi diyemiyor öyle değil mi? Bizim kafamızdaki müracaatçı seküler Sünni Türk bir erkekten başkası değil! Sosyal çalışmanın tarihi ve kimliği açısından değerlendir, diyorsun. Sence sosyal çalışmanın bir tarihi var mı bu ülkede? Tarihsiz ve köksüz bir alandan bahsediyoruz. Sosyal çalışma müfredatlarında bir “sosyal çalışma tarihi” dersinin olmaması sadece bir ironi. Hakikatte böyle bir tarih zaten yok. Acaba modern anlamda sosyal hizmet sunumunun ülkemizde II. Abdülhamit’le çok yakın bir ilişkisi olduğu için olmasın! Türk modernleşmesini kaba bir Cumhuriyet öncesi ve sonrası ayrımı üzerinden anlayan kafanın illüzyonu olmasın bunun sebebi! Batılılar sosyal çalışma veya sosyal politika anlatılarına sanayi devrimiyle başlamıyorlar öyle değil mi? 1600’lerin başlarına değin gidiyorlar. Yoksullar Yasasından bahis sosyal çalışmanın modern bir disiplin olmasına halel getirmiyor da 1800’ler Osmanlısı mı halel getiriyor? Uzatmayacağım. Sorun çok ama bana hangisi en öncelikli sorunumuz diye
sorarsan, teori derim. Adı “sosyal hizmet kuramı” olan derslerde adı bile
geçmeyen kuram derim. Hatta özelde sosyal çalışmayı kurtaracak olan şey
sosyal teoridir derim. Bu ise ayrı bir söyleşinin konusu olacak kadar derin
ve netameli bir konu. Sosyal çalışmayı ülkemizde bunca hayalileştiren ve gerçeklerden koparan, onu
salt mikro alana mahkûm eden de bu. Toplum örgütlenmesi sosyal çalışmanın
neresinde? Sosyoloji denince herkesin aklına sosyal çalışmacı kadrosunda
çalıştırılan sosyologlar geliyor! Ne kadar hazin… Sosyolojik bir bakış
açısından yoksun bir sosyal çalışmanın bırakın tüm sosyal sorunları, örneğin
ülkemizdeki Suriyelilere dair söyleyecek sözü olabilir mi? Gerçeğin de altını çizmekte yarar var; değerlerinden kaçan bir sosyal
çalışma Türkiye’de sosyal politikaya ne verebilir? Sosyal çalışmanın
zayıflığına ya da güçsüzlüğüne dikkat edildiğinde sosyal politikanın işlev
alanını daraltmıyor mu? Özde, Adorno’nun ‘kendi içinde gerçek olmayan hiçbir
sanat yapıtı toplum içinde gerçek olamaz’ sözünü sosyal çalışmaya
uyarlarsak, eleştirel bir sosyal çalışmanın toplum içinde ‘gerçeklik’ ya da
karşılık bulamayışı söz konusu olabilir mi? Sosyal çalışma yönünden yadsınan
ne olabilir? Çünkü sosyal çalışma güçlenmediğinde sosyal politikanın
bunaldığı gün gibi ortada… Sosyal çalışma nasıl bir stratejik yöntem
izlemelidir?
Emrah AKBAŞ: Değer sosyal çalışmanın en netameli kavramlarından biri. Ben daha ötesine geçeceğim. Merhamet diyeceğim. Schopenhauer, bir davranış ancak ve ancak merhamet duygusu ile ortaya çıkmışsa ona ahlâkî bir değer atfedilebilir; bunun dışında başka güdü veya duygularla tetiklenen davranışların hiçbiri için ahlâkî olma olasılığı dahi söz konusu değildir, diyor. Sosyal çalışma “insan hakları”nı değil, “insan”ı merkeze koymalı. Belki o zaman şu kahredici mekanik duruşunu bir kenara bırakabilir. Profesyonellik sosyal çalışmanın en büyük tuzağı. Kimse endişe etmesin, bilimselliğine halel gelmez! Bilâkis, suigeneris bilgi ancak böyle inşa edilebilir. Dillere pelesenk olan bir laf var; sosyal çalışmanın bilgi, beceri ve değerleri. Hâlbuki ihtiyacımız olan şey sosyal çalışma düşüncesi. Böyle bir düşünce yok maalesef. Bir tür teknisyenlik var zira. Bilim merakla
ve tahayyülle başlar. Bizimse hazır cevaplarımız var. Düşünmeye
başlamalıyız. Her şeyden evvel başka türlü bir insan tasavvuru üzerine
düşünmek zorundayız. Son bir söz; teori ile uygulama arasındaki kopukluğu
aşmak için ihtiyaç duyduğumuz şey daha çok teori! Bir tür uygulama
kılavuzluğu değil, gerçek anlamda teori… Hâlbuki postmodernizm hayatlarımızı çepeçevre sarmış durumda. Sosyal çalışmanın etkinlik alanı böylece dönüşüyor. Sosyal çalışma ise bu dönüşümü okuyamadığı oranda yozlaşıyor, arkaikleşiyor, tükeniyor. Sosyal çalışmanın sosyal adalet idealini canlı tutabilmesi için hakikat, adalet ve estetik alanlarının muğlaklaşması ve çoğullaşması karşısında kendi ontolojik pozisyonunu eleştirel bir biçimde yeniden ele alması mecburiyeti var. Yanlış anlaşılmış, kaba bir pozitivizmle, izafileşen hakikat, adalet ve estetik tasavvurları karşısında söyleyecek sözünüz olmayacaktır. Bugün Batı’da sosyal çalışma tartışmalarında dil, bağlam, öznellik, anlam ve kültürel yetkinlik kavramlarının başat bir yer tuttuğunu görüyoruz. Sosyal çalışma hayatta kalmak için en temel argümanlarını gözden geçiriyor. Bakın, yakınlarda küresel sosyal çalışma tanımına kimi eklemeler yapıldı. Bu
tanımda öne çıkan yeni unsurlar, farklılık ve yerli bilgiydi. Bu o kadar çok
şey söylüyor ki! Yakın zamanda çıkan kitabımda bu konuları detaylı bir
biçimde ele almaya çalıştım. Burada okura söyleyebileceğim şey, sosyal
çalışmaya dair okumalarına biraz ara vermeleri ve Frankfurt Okulundan
başlayarak geride bıraktığımız asırda sosyal teorinin gelişimine dair
okumalar yapmaları olacak. Sosyal çalışmayı sosyal teorinin tam da kalbinde
yeniden konumlandırmadığınız sürece üzerinizdeki ölü toprağını
atamayacaksınız. Nasıl bir demokrasi? İyi ya da sağlıklı bir toplum modeli? Sosyal çalışmacılar sosyal refah alanlarında yeterince güçlüler mi?
Değillerse ne yapılabilir? Bunun önkoşulu müracaatçıyla ittifak kurmak. Son yıllarda Yunanistan’daki muhalif toplumsal hareketlerde şahane bazı manzaralarla karşılaştık. Sosyal çalışmacılar ve müracaatçılar birlikte yürüyordu. Biz hala derslerimizde Kürt meselesini dosdoğru konuşamıyoruz. 90’lı yıllardaki sokak çocukları patlamasıyla Diyarbakır’da yakılan köyler arasında bir ilinti kurmayan sosyal çalışma akademisinden ne bekliyorsunuz? Alevilerin talepleri sosyal çalışmanın neresinde? 28 Şubat sürecinde başörtülü öğrenciler derslerine giremeyince sosyal çalışma hocaları bunu umursadı mı? Veya bırakalım bunları, Türkiye’de bir engelli hareketi var mı? Feminist hareketin neresinde sosyal çalışma? Sosyal çalışmanın bir toplum modeli var mı? Bu sorulara yanıt verebilmek için evvela sosyal çalışma müfredatını baştan ayağa yenilemek lazım! Öylesine boş ve yalan bir içerik var ki, sınıfta hiç kitap okumayan var mı diye sorduğumda parmaklar kalkabiliyor havaya. Her şeyin maddeler halinde sıralandığı hap bilgilere ve hazır reçetelere talim ediyor öğrenciler. Fanon’un Siyah Deri Beyaz Maske kitabını okumalarını istediğimde defalarca okuyup anlayamadığını söylüyor sınıfın yarıdan fazlası. Sosyal çalışma bir idealizm meselesi. Bir iyi toplum tahayyülünüz olmak
zorunda. Risk toplumu denilen bu güvensizlik ortamında ötekine karşı
sorumluluk bilincini önemsemeliyiz. Kahrolası profesyonellik girdabından
çıkıp merhameti ve şefkati öncelemeliyiz.
Emrah AKBAŞ: Kitabım aslında bir tür sosyal çalışmada eleştirel düşünceye
giriş mahiyeti taşıyor. Eteğimdeki taşları döktüm biraz. Üç farklı yaklaşımı
ele aldım. Postmodernizm, baskı-karşıtı uygulama ve tinsel sosyal çalışma.
İtiraf ederim, kapsamı bilerek sınırlı tuttum. Çünkü maalesef biliyorum ki,
bizim camiada kitaba ilgi pek az. Yavaş yavaş, ısındıra ısındıra yazmak
lazım! Sosyal çalışmayı yeniden düşünmeye bir çağrı sayılabilir bu kitap.
Yıllar evvel Hacettepe’de lisans talebeleriyle birlikte kurduğumuz
Alternatif Sosyal Hizmet Okulunda yaptığımız tartışmaların devamı
niteliğindeki tartışmalar. Bu vesileyle alternatif okula destek veren tüm
dostlarımı sevgiyle anıyorum. Kopyala-yapıştır yayınları öylesine egemen oldu ki, genç sosyal çalışmacılar
bunu bilimsel dilin bir gereği olarak algılamaya başladılar. Özgün ve özgür
tartışmalara henüz yer yok sosyal çalışmada. Üniversiteler hiçbir “tez”i
olmayan kopyala-yapıştır tezlerle dolu. Literatürün handiyse klasikleşmiş
veyahut “baba” kabilinden sayılan eserleri ise kötü birer çeviri ve
derlemeden başka bir şey değil. Sosyal çalışma akademisinin bu sahteciliği
sürdürmeye hakkı yok! Bir de Allah aşkına, birazcık da olsa roman ve şiir
okumalı yazar dostlarımız. Kötü bir çeviri diline hapsolmuş berbat bir
Türkçe! |
|
|