Bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Yakup KEPENEK:
Orta öğrenimimi köy enstitüsü-öğretmen okulunda yaptım, Ankara Hukuk ve
ABD’de ekonomi doktorasından sonra ODTÜ Ekonomi ve İstatistik Bölümünde
görev aldım; ODTÜ’de Ekonomi Bölümü Başkanlığı; Senato Üyeliği; Öğretim
Üyeleri Derneği Başkanlığı yaptım; 12 Eylül sonrasında 1402’lik oldum;
sendikalarda eğitim danışmanlığı yaptım; Danıştay kararıyla ODTÜ’ye döndüm;
İmalat Sanayinin Üretim Yapısı; Türkiye Ekonomisi; Sosyal Demokrasinin
Ekonomi Politiği; Türkiye’de KİT; Değişimin Doğrultusu; Yanlış Yıllar
1995-97 başlıca yapıtlarımdır; Cumhuriyet’te yazıyorum; şu sırada CHP Ankara
Milletvekiliyim.
Aziz ŞEKER:
İnsanlık tarihinde belki de insanlığın yüzünü güldüren bir dönem; sosyal
devlet düşüncesinin gerçeklik bulduğu yıllar… Sosyal devletin anlamı,
kaynakları, ortaya çıkış nedenlerinden söz eder misiniz? Sosyal devletin
kabul gördüğü yıllarda “sol” düşünce sosyal devletin neresinde yer alıyordu?
Yakup KEPENEK:
Sosyal devlet kavramı, sosyalist düşüncenin doğrudan uzantısıdır.
Kapitalizmin doğuşu ile birlikte ortaya çıkan ulus devlet anlayışı, zamanla
sosyal devlet yönünde verim geçirdi; daha doğrusu geçirmek zorunda kaldı.
Kapitalist sistem, sermaye ve işgücünün ortak ürünüdür. İşçi sınıfı
savaşımının bilimsel bir düzleme yerleştirilmesi, sosyalizmi doğurdu.
Sosyalizmin istemlerinin gelişmiş kapitalist ülkelerde demokratik süreçlerle
gerçekleştirilmesi yönündeki çabalar sosyal devlet uygulamalarına neden
oldu. Bu çerçevede, 1900’lü yılların başlarında, sosyalizmin kurulmasının
genel oy ve sosyal demokrat, sosyalist ya da işçi partilerinin seçimle
işbaşına gelmesi ilkesini benimseyen ülkelerde, Sovyetler Birliğinde işçi
sınıfı iktidarının kapitalist ülkelerdeki olası etkilerini de azaltmak
amacıyla, sosyal devletin doğduğu bir gerçektir. Tarihsel olarak sosyal
devlet Almanya, Fransa ve İngiltere’de yaşama geçirildi, denilebilir.
Bunları diğer ülkeler izledi. Özellikle 1929’da yaşanan Büyük Ekonomik
Bunalım ve II Dünya Sonrasında, sosyal devlet uygulaması, kapitalist düzenin
bir parçası oldu.
|
Aziz ŞEKER:
Türkiye’de sosyal devlet olgusu nasıl karşılandı? Yeterli bir temele
oturtulup benimsenebildi mi? Toplumsal muhalefet hareketlerini ve solu tarih
terazisine koyup baktığımızda Türkiye’de sosyal devletin tarihsel gelişimi
ile solun Türkiye’de dinamik bulması, kitleleşmesi, güçsüzleşmesi arasından
bir paralellik kurulabilir mi?
|
Yakup KEPENEK:
Cumhuriyet Türkiye’si, kapitalistleşme sürecini tamamlayamadığından, sosyal
devlet anlayışı da gecikmeli olarak oluştu. Sosyal adalet kavramıyla
birlikte, sanırım ilk kez 1961 Anayasası’nda yer buldu. İşçi sınıfı hareketi
ve sol siyaset o yıllara kadar baskı altında tutulduğundan, sosyal devlet
anlayışı ve uygulaması da daha çok “yukarıdan” denilebilecek bir sürecin
ürünü oldu. Yine 1960’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi ve DİSK’in
öncülüğünde, kavramın toplumsallaşması doğrultusunda önemli adımlar atıldı.
Ancak, iç ve dış tutucu gelişmeler, bu gelişmeyi, uygun deyimiyle, “boğdu”;
teröre, 12 Mart ve 12 Eylül hareketlerine kurban verdi. Bunu izleyen liberal
düşüncenin yükselişi; özelleştirmeler; devletin ekonomideki yerinin
daraltılması girişimleri; Sovyetler Birliğinin çözülmesi, sosyal devlet
anlayışını, dünyada da bizde de çok zayıflattı.
Ancak bir nokta da önemli. Seçimle işbaşına gelen hükümetler var oldukça,
yani ulus devlet tamamıyla yok olmadıkça, emekçilerin hak araması da
sürecektir. Bu durum, sosyal devlet anlayışının devam edeceği anlamına
gelir.
Aziz ŞEKER:
Yüzyılımızın iktisadi yürüyüşü küreselleşme olarak anlam buluyor. Dünya,
insanı ve toplumu dışlayan bir yapılaşma yaşıyor. Küreselleşme doğası gereği
dünyayı eşitsiz ve dengesiz bir sürece sürüklerken artan toplumsal sorunlar
da çabası... 1980 sonrası bütün yönleriyle yaşam bulan pazar ekonomisi başat
kılınınca sosyal politika uygulamalarına karşı da kapsamlı ve katı bir tepki
koyma yöntemlerinin geliştirildiğini görmekteyiz. Küreselleşmenin ideolojik
misyonu dünyayı nereye götürecek?
Yakup KEPENEK:
Küreselleşme, kapitalizmin, para ve mallara pazar; hammadde kaynağı ve ucuz
işçi arayışlarının bir sonucudur.
Küreselleşmeye karşı üç direnç noktası oluşuyor. Bunlardan ilki,
uluslararası ortaklaşa yürütülen toplumsal hareketlerdir. Sol’un “Dünya
İşçileri Birleşin!” çağrısının geç kalmış da olsa canlanmasıdır. İkincisi,
Latin Amerika ülkelerinde görüldüğü gibi, ulusal çıkarı koruyucu
politikaları uygulayacak siyasetçilerin işbaşına gelmesidir. Üçüncüsü ve Çin
ve Hindistan’ın yaptığı gibi, ileri teknoloji kullanımıyla ekonomide sıçrama
yapmaktır. Bunların her biri ayrıca incelenmeye değer.
Aziz ŞEKER:
Siyasetin iktisadi yönelimi belirlediği bir Türkiye tarihinde iktisadın
siyasetle iç içe olması bir sorun kaynağı olarak görülebilir mi? Çağdaşlaşma
büyüsünü yitirdi mi? 12 Eylül’den sonra ortaya çıkan toplumsal siyasal
göstergeler bu durumu doğrular gibi değil mi?
21. Yüzyılda bir gelecek öngörüsünde bulunacak olursanız Türkiye’yi nelerin
beklediğini söyleyebilirsiniz? |
|
Yakup KEPENEK:
Ekonomi, siyasetle, doğası gereği, her zaman iç içedir; bunun “derecesi”
ülkeden ülkeye değişse de gerçek budur.
Çağdaşlaşmanın temelinde, bir toplumun, “neleri ve nasıl” ürettiği yatar.
Çağdaş toplum, ileri teknoloji “üreten” ve kullanan toplumdur. Burada
üretim, yalnızca mal ve hizmet üretimini içermez, ek olarak, bilimde,
müzikten resme sanatın ve sporun “tüm” dallarında da ilerlemeyi içerir.
12 Eylül Türkiye’nin ilerleme sürecine indirilmiş en ağır ve karanlık
darbedir. Aslında 12 Eylül, demokratikleşme sürecinin kesintiye uğramasından
öte bir anlam taşır. Toplumun ortasına düşen parça etkili bomba gibi, yok
edici bir özellik taşır; etkileri ya da ektikleri günümüzde de sürüyor.
Aziz ŞEKER:
Gelir dağılımı adaletsizliğinin düzenlenmesi, sosyal güvenlik, sosyal
hizmetler, yoksulluk, sosyal dışlanma gibi birçok toplumsal sorun alanında
devlet müdahalesinin geçerliliğini koruduğu da halen egemen düşünce…
Toplumsal sorunlar karşısında nasıl bir ekonomik politik bakış yeterli
yanıtlar / çözüm yolları üretebilir? Bu süreçte yeni bir “sol tahayyül”e
gereksinim var mı? Kendisini anlatabilecek bir sol paradigmanın doğasında bu
tahayyülün izleri neler olabilir? Ve Türkiye’de nasıl bir yurttaşlık
bilinci, bu toplumsal özerkliğin toplumsal tahayyülün önünü açabilir?
Yakup KEPENEK:
Önce, devletin sözünü ettiğiniz alanlarda emekçi kesim yararına politika
izlemesinin çok önemli bir “önkoşulu” olduğu unutulmamalıdır. Bu önkoşul,
demokratik devlettir. Siyaset, katılımcı demokratik süreçlerin tam olarak
işlemesiyle biçimlenmelidir ki devlet organları kendilerini oluşturan halkın
istemleri karşısında duyarlı olsun! Bu nedenle, siyasal kişilerin bilinç
düzeyinin yükseltilmesi; örgütlenme özgürlüğü; siyasi parti yapılarının ve
aday saptama süreçlerinin en yaygın biçimde katılımcı bir anlayışa sahip
olmaları büyük önem taşıyor.
Sonra, sorunların çözümünde, solun temel değerleri, özgürlük, eşitlik, barış
ve dayanışma, esas alınmalıdır. Kişinin yaratıcı yeteneklerinin ve
üretkenliklerinin en üst düzeye çıkarılmasını sağlayacak bir eğitim düzeni;
kadın-erkek eşitliği başta olmak üzere, gelenek ve varlığa bağlı
eşitsizlikleri giderici politikaların uygulanması; işsizlik, üretimsizlik ve
yatırımsızlık gibi salt ekonomik sorunlara emekçi yanlısı çözümler; çalışma
koşulları ve süreleri alanındaki düzenlemeler; sosyal güvenlik ağının tüm
toplumu kapsaması; yaşanabilir bir gelir/ücret düzeyi; bilim, kültür ve
sanat alanında gelişmeler; sağlıklı bir çevre ve bütün bunların uluslararası
emekçi iletişimi ve dayanışması içinde oluşturulması, çözüm önerilerinin ana
noktalarıdır.
Aziz ŞEKER:
Devletçiliğin toplumsal gelişme üzerinde olumlu ya da olumsuz etkiye sahip
olduğu yer yer ileri sürülebilmekte… Sol, “devletçiliği” kimliğinde nasıl
yoğurmalıdır? Ya da devlet merkezli anlayışın neresinde yer almalıdır?
Görüyoruz ki, solun kullandığı ekonomik bağımsızlık, çağdaşlaşma gibi
değerler Türkiye’de hep “devlet çıkışlı” olmuştur. Öyle ki batılılaşma
çerçevesini çizen değerler de, çağdaşlaşma da devlet eliyle sürmekte. Bir
kesinti söz konusu olsa da ara ara... Ülkeyi kuran Kemalist kadronun da
temel ilkeleri bunlar. O zaman sol, Kemalizm ile özdeş görülebilir mi?
Türkiye’ye özgü solun örgülenmesi bu nitelikte mi olmalıdır sizce?
Yakup KEPENEK:
Sorunuzun ilk ayağı devletin niteliğiyle doğrudan bağlantılıdır. O konuya
bir önceki yanıtla değinildiği için yeniden üzerinde durmayalım.
Kemalizm’e gelince. Kanımca Kemalizm,özellikle de laiklik, her türlü
ilerlemenin temelidir. Laiklik olmadan ne demokrasi olur ne de ilerleme.
Kemalist gelişme anlayışı bütüncüldür; yalnız fabrika kurmayı, demir-çelik
üretimini gerekli görmez; bunlarla birlikte, laik eğitime, kültüre, sanata
da büyük önem verir; ekonomik ve toplumsal gelişmeyi birlikte götürmeye
çalışır. Türkiye sağ çevrelerinin bir türlü anlamadığı budur.
Aziz ŞEKER:
Sonuç olarak 21. Yüzyılda Dünyada ve Türkiye’de solun rolü / tavrı hangi
eksende tanım bulmalıdır?
Yakup KEPENEK:
Sol, sermayenin gücünün sınırlama ve bu yolla her bakımdan daha yaşanabilir
bir dünya ister. Üretimin artması ve bunun hakça paylaşımı; insanın
gelişmesinin önündeki tüm engellerin kaldırılması; insanın insan tarafından
sömürülmesini olabildiğince azaltılması; insan emeğinin karşılığını tam
olarak alması; insanın özgürlük içinde yeteneklerini geliştirmesi
olanaklarının sağlanması; barış; çevre sağlığı; yönetimde etkinlik, günümüz
solu için büyük önem kazanmaktadır.
Sermayenin gücünü sınırlama, esas olarak, bir başka toplumsal güç ile
olabilir. Bu güç de sermayenin çalıştırdığı emekçilerdir.
Üretimin niteliğindeki değişimin bir sonucu olarak, yani kapitalizmin mal ve
hizmet üretimi yöntemleri, yeni teknolojilerin uyarlanması sonucu
değiştikçe, çalışanların niteliğinin değişmesi de kaçınılmazdır.
Kapitalizmin ilk dönemlerinin ya da 1900lerin başlarındaki kitlesel üretimde
tek iş yaparak uzmanlaşan işçi sınıfı, günümüzde yerini, bilgisayar kullanan
çalışana bırakıyor. Kol ve beyin emeği, ikincisinin daha da etkinleşmesi
yönünde gelişiyor. Böyle olunca da sermayenin karşısında bir sınıfsal güç
çıkarılması zorlaşıyor. Küreselleşmenin getirdiği şaşkınlık bu noktadan
kaynaklanıyor.
Bu noktada, iki çıkış yolu görünüyor. Birincisi, demokratik süreçleri
olabildiğince etkin kullanmak ve seçimle işbaşına gelen hükümetlerin seçmen
çoğunluğunu oluşturan toplum kesimlerinin çıkarına uygun davranmalarını
sağlamak; iş bulmadan vergilemeye, eğitimden sağlığa, her alanda emekçilerin
yararına çözüm istemek; bu da siyasal katılımı olabildiğince artırarak
yapılabilir.
İkincisi ise uluslararası düzeyde çalışanların dayanışmasını ve ortak
hareket etmesini sağlamaktır. Küreselleşen kapitalizme ancak küresel
işbirliği karşı konulabilir. Dünya kaçınılmaz olarak bu doğrultuda bir gidiş
sergileyecektir.
Aziz ŞEKER: Sevgili Yakup KEPENEK Hocam teşekkürler…
|