Sosyal hizmetler ve sosyal
yardım alanında ülkemizde hızlı değişme ve gelişmelere
tanık oluyoruz. Bu değişme ve gelişmeler konusunda
etkililik ve verimlilik ilkeleri ile bilimsel yaklaşım
konusunda tartışmalı uygulamalar, düzenlemeler ve
örgütlemelerin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu yazı da
sosyal hizmet ve kamu yönetimi bakış açılarıyla konu
tartışılmaya çalışılacaktır. Bu yazının ve yazıyı kaleme
alanın bilimin biçimselliğine bağlı kalma kaygısı
bulunmamaktadır. Ayrıca bu yazıda bir modelin ortaya
konulması iddiası da taşınılmamaktadır. Yazı tüm
boyutların irdelendiği bir yazı da değildir. Bu genel
açıklamalardan sonra son yıllarda sosyal hizmetler ve
sosyal yardım alanında yaşanılan temel değişme ve
gelişmeleri ortaya koymakta yarar görülmektedir.
1983 yılında çıkartılan 2828 sayılı Yasa ve bu Yasayla
kurulan SHÇEK Genel Müdürlüğü sosyal hizmetler ve sosyal
yardım alanındaki dağınıklığı ortadan kaldırmak amacını
taşısa da sonraki gelişme ve uygulamalar ters yönde
olmuştur. 3294 sayılı kanunla kurulan SYD Teşvik Fonu,
SYDV gibi uygulamalar, Yeşil Kart, 2022 sayılı Kanun,
Belediyeler, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kızılay, STK’lar
gibi kurumlarca yapılan bir çok sosyal yardım uygulamasını
gündeme getirmiş, SHÇEK’in ve 2828 sayılı Yasa’nın bu
konudaki iddiasını ortadan kaldırmıştır. Sonuç olarak
ülkemizde bir sosyal yardım sisteminin varlığından söz
edilemeyeceği ortaya çıkmıştır.
Varolan ise standartları
belirlenmemiş, hak temelli verilme iddiası tartışmalı ve
kayırmacılık suçlamalarına yol açabilecek uygulamalardır.
2828 sayılı Yasa ihtisas kurumu olma iddiasıyla SHÇEK’i
kurmuş olmasına rağmen yönetilmesi, insan kaynaklarının
kullanımı ve siyasi kayırmacılık suçlamalarına maruz
kalınması gibi etkenlerle bu iddiasından zamanla
uzaklaşmıştır.
Kurum sosyal hizmet kurumu olarak toplumun
en hassas, en incinebilir kesimlerine Avrupa Sosyal
Şartı’nın 13. ve 14. maddelerinde açıkça belirtilmesine
karşın sosyal hizmet yönteme ve teknikleri işe koşularak
hizmet verilmesi gerekirken, yatay ve dikey çatışmaların
olduğu, başka kurumlardan çoğunlukla liyakat sorunu
yaşayan personellerin çekim merkezi haline gelen bir kurum
olmuştur. Bu haliyle de sosyal hizmet alanında eğitim
almış profesyonellerle hayırseverlik diğer bir deyişle floantropik yada geleneksel olarak öğrenilen bilimsel ve
mesleksel bir temeli olmayan “yardım” çabaları
gösterenlerin çatışmasına dönüşmüştür. Alanda bir
başıboşluk oluşmuştur. Liyakatsiz olup ihtisas
çalışmalarını olumsuz etkileyenler zaman içerisinde
yönetici pozisyonuna gelmişlerdir.
Zaten yöneticilerin
çoğunluğu sosyal hizmet bakışına sahip olmayan, alanda
uzmanlığı veya genel yöneticilik formasyonu bulunmayan
kişilerdi. Siyasi iktidarların değişmesinde değişen tepe
yöneticileri genelde alan dışından olmuşlardı. Sosyal
hizmetlerde liyakate bakmaksızın kendi yandaş ekiplerini
kurma çalışmasına girdiler.
Keyfi uygulamalara direnen
alanın uzmanları olan sosyal hizmet uzmanlarıyla çatışmaya
girdiler. Çünkü liyakatsiz insanlara verilen yetkiler
karşısında cehaletle bilginin/aydınlığın çatışması gibi
liyakatsiz ama yönetsel yetki sahipleriyle sosyal hizmet
uzmanlarının çatışması yaşanıldı. Bu dönem uzmanlara
saldırılar artırıldı. Kimliklerine, yetkilerine
saldırılmaya çalışıldı, saldırıldı da.
Sıradanlaştırılmaya, güçsüzleştirilmeye çalışıldı sosyal
hizmet uzmanları. Bunda da nispeten başarılı olundu.
Onurlu, mücadeleci bir gelenekten gelen sosyal hizmet
uzmanlara ve sosyal hizmet camiası az sayıda olmalarına
karşın mücadelelerinden geri durmadılar. Meslekleri için,
müracaatçıları olan, birey, grup, aile ve toplum için
mücadele ettiler. İnsan hakları, çocuk hakları, kadın
hakları, engelli hakları ve tüm dezavantajlı grupların
hakları için mücadele ettiler, etmeye de devam
etmektedirler. Yeni sağ - neoliberal politikalar
karşısında sosyal adaletten yana tavır koydular.
Zaten
meslekleri de bunun gerektiriyordu. İnsanlar arasında
ayrım yapmadılar, ayrım yapılmasına da karşı çıktılar.
Ötekileştirilen hep olmalarını karşı mesleki değerlerine,
ilkelerine uygun davranmasını bildiler. Siyasi
kayırmacılıkla hizmet sunmak yerine sosyal hizmet
modelleri ve uygulamaları konusunda gerçek ihtiyaçtan,
müracaatçının yararından yana tavır koydular. Bu durum
siyasetin ve siyasi yatkınlık kriterine göre
görevlendirilmiş çoğu liyakat sahibi olmayan yöneticilerle
anlaşamamalarına yol açtı. Sosyal adaletin
gerçekleştirilmesine yönelik duruşları hakim kesim
tarafından ötekileştirilmelerine yol açtı. Sosyal hizmet
uzmanları kendi ihtisas işlerinin alan dışından gelenlerce
yapılmaya çalışılmasını meslekleri ve müracaatçılar adına
eleştirdiler, bu konuda mücadele ettiler.
Kurum üst düzey yöneticilik eğitimi almamış, alan dışından
seçilemeyen siyasetçilerin tepe yöneticiliği yaptığı bir
kurum haline geldi. Bürokrasinin tanımı ve özellikleri
dışında bir yapıya evrilen kurumda sosyal hizmet
uzmanlarının mesleki duruşları tehlike olarak algılandı.
Bilgileri ve becerileri vazgeçilmez olan sosyal hizmet
uzmanlarının bu özellikleri gerektiğinde kullanılmaya, işe
koşulmaya çalışıldı. Ancak bu durum genel geçer kural
haline getirilmek istenilmedi. Karmaşık ve zor vakalar,
durumlar ortaya çıktığında sosyal hizmet uzmanları
hatırlandı. Liyakatsiz yöneticiler sosyal hizmet
uzmanlarının bilgi ve becerileri sayesinde idarecilik
yapabildi.
İdari tasarruflarını bile çoğu zaman uzmanların bilgi ve
becerileriyle kullanabildiler. Zamanla bu olağan bir hal
aldı ve uzmanlardan vakalarla ilgili iş ve işlemleri,
tasarrufları idare adına yapmaları istenildi. Birçok
sosyal hizmet uzmanı da maalesef bu duruma müracaatçılar
zarar görmesin diye uyum sağladı, buna uygun davrandı.
Başka bir deyişle bilgi ve becerilerini idarecilerin görev
alanıyla ilgili işe koştu. Kullanıldılar. Bunun karşısında
liyakatsiz çoğu idareci bu işlerin sosyal hizmet uzmanının
işiymiş gibi değerlendirdi, sosyal hizmet uzmanlarından iş
bekledi. Yani maaşlarını aldıkları, görev, yetki ve
sorumluk alanlarıyla ilgili olarak sosyal hizmet uzmanları
sayesinde idarecilik yaptılar. Bunun karşılığında sosyal
hizmet uzmanlarına “şükran”, “minnet” duymaları gerekirken
aksine sosyal hizmet uzmanlarına saldırdılar,
saygısızlaştılar, mobing uygulamaya çalıştılar.
Kendi yetersizlikleri veya kapasitelerine bakmadan sosyal
hizmet uzmanlarının mesleki yeti ve yetkilerini
sorgulamaya çalıştılar. Sosyal hizmet uzmanlarının
yaptıkları “işleri” herkesin yapabileceğini ileri
sürdüler. Ancak uygulamada gördüler ki sosyal hizmet
uzmanlarının mesleki bakışı, bütüncü yaklaşımı, uygulamaya
dönük olmaları onları emsalsiz kılmaktadır ve onların
bilgi ve becerileri karşısında başka meslek mensupları
tarafından aynı iş, aynı nitelikte ve aynı performansta
ortaya çıkamamaktadır. Kendileri için tehlike
olabileceğini sezinledikleri anda hemen sosyal hizmet
uzmanlarının bilgi ve becerisinin bulunduğu limana, sosyal
hizmet/sosyal çalışma limanına sığındılar. Hatta bu liman
aslında o kadar güvenli geldi ki onlara satın alma
komisyonlarına dahi sosyal hizmet uzmanlarını koymak
durumunda kaldılar.
Ama istediler ki sosyal hizmet uzmanları “memurumuz”
olsun, her istediğimizi yapsın, mesleki duruş
sergilemesin, benim liyakatsizliğimi sorgulamadan bana
mutlak itaat etsin. Olmadı, olamazdı da. İşte onlar burada
yanlış yaptılar. Siyasiler burada yanlış yaptılar. Aslına
bakarsanız müracaatçı grupları ve halk da burada yanlış
yaptı. Çocuğunun eğitimi için en iyi öğretmeni, sağlığı
için en iyi doktoru, yaptıracağı ev için en iyi mimarı,
mühendisi arayan kişiler sosyal hizmet ihtiyaçları için
sosyal hizmet uzmanını aramayı gerekli görmediler. Bunu
siyasiler de gerekli görmedi, görmek istemedi. Sosyal
sağlığın sorumlusu olan sosyal hizmet uzmanları olmadan
sosyal sağlık için gerekli sosyal hizmet uygulamalarının
yapılması düşünülemezdi.
Ama düşündüler. Olur sandılar. Oldu mu? Olmadığını biz
görüyoruz da henüz herkes tarafından görülmesi için galiba
zamana ihtiyaç var. Ancak bu zaman içerisinde sosyal
sorunların boyutu büyümekte, ağırlaşmakta toplumsal
maliyeti artmaktadır. Kaynaklar israf edilmekte, sosyal
hizmet uzmanları dışında gerçekleştirilen sözde “sosyal
hizmet” uygulamaları ile etkililik ve verimlilik
sağlanamamaktadır.
SHÇEK içerisinde yaşanılan bu gelişmeler sonrasında
kurulan ASP Bakanlığı ile icracı yeni bir bakanlık ile
dağınık yapının birleştirileceği ve daha etkili bir sistem
ve örgütsel yapının kurulacağı umut edildi. Ancak görüldü
ki, bu bakanlığın kurulması gerçek anlamda uluslar arası
düzeyde hak temelli ve bilimin ışığında bütüncü ve sitemci
anlayışla ortaya bir yapı, bir sistem koyamamıştır.
Bakanlık ihtisas bakanlığı anlayışı çerçevesinde
yönetilmemiş, örgütlenmemiştir. Merkez teşkilatından
başlamak üzere taşra teşkilatına kadar belirli bir gruba,
anlayışa mensup insanlara kadro verildiği bir bakanlık
olmuştur. Bakanlığın ilk kuruluşunda SHÇEK, SHÇEK
kadroları dışlanmaya çalışılmıştır.
Ancak yine de tüm engellemelere rağmen işler SHÇEK’in
kurum kültürü, birikimi ve yetişmiş personelinin sayesinde
işler yürütülebilmiştir. Alanın gerektirdiği bilim ve
mesleğin bakışı, taraf olunan sözleşmeler, modern
dünyadaki uygulamalar, mesleklerin standartları (yeti ve
yetkiler) dikkate alından bürokratik erki elinde
bulunduranların keyfi istekleri ile bakanlık
yapılandırılmaya, hizmetler dönüştürülmeye, standartlar
değiştirilmeye başlanıldı. Sosyal hizmet uzmanlarının
sayısal yetersizlikleri öne sürülerek sosyoloji,
psikoloji, çocuk gelişimi, öğretmenlik, psikolojik danışma
ve rehberlik, aile ve tüketim bilimleri gibi alanlardan
mezun meslek mensupları “sosyal çalışma görevlisi” adı
altında sosyal hizmet uzmanının görev ve yetkilerine sahip
kılındılar.
Çocuk koruma kanununda yapılan bu yasal değişiklikle –
kaldı ki bu değişikliğin gerekçesi de çelişkilerle
doludur- çocuk koruma alanı dışındaki alanlarda da
yapılacak düzenlemelere yasal zemin hazırladıkları iddia
ettiler. Apaçık bir çelişki olan bu durum nasıl
savunulabildi bunu bize geçen zaman gösterdi. Sonra Sosyal
Hizmet Merkezleri Yönetmeliği çıkarttılar. Burada da
“sosyal çalışma görevlisi” diye şark kurnazlığı kokan bir
kavram içerisinde yukarıda sayılan bölüm mezunları
gruplaştırılarak tanımlanmış ve bu tüm mesleklerin ortak
görev tanımıymış gibi görevler sayılmıştır. Bunun yanı
sıra sosyal hizmet uzmanı dışındaki meslek mensuplarının
görevleri sosyal çalışma görevlilerinin görevlerinin yanı
sıra şu görevleri de yaparlar denilerek sıralanmıştır.
Ama nasıl bir anlayıştır ki, bu yönetmelikte sosyal hizmet
uzmanının görevlerinin sayılmasına ayrıca gerek
görülmemiştir. Sosyal hizmet uzmanlar tarafından gelen
yoğun tepkiler üzerine bakanlık tarafından yapılan yazılı
açıklamada “Sosyal Hizmet Yönetmeliğinde Sosyal
Çalışmacının Yeri” başlığıyla (ki dikkatlice bakılırsa
görülecektir ki Bakanlık kendi çıkardığı yönetmeliğin
adını bile doğru ifade edememektedir. Bu durum Bakanlığın
ciddiyetiyle ilgili kuşkuları artırır düzeyde olduğu
şeklinde suçlamalara yol açmaktadır)
“sosyal çalışma görevlisinin görev tanımı ile sosyal
çalışmacının görev tanımı örtüşmektedir ve burada
öncelikle sosyal çalışmacı kastedilmektedir. Bu yüzden
ayrıca bir tanımlamaya gidilmeye gerek görülmemiştir”
denilmek suretiyle yaptığı yanlışı savunmaya
çalışmaktadır. En basit mantık bile şunu anlamaz mı: madem
çalışmacının görevi ile sosyal çalışma görevlisinin görev
tanımı aynı niye buraya sosyal çalışmacı olmayanları da
dâhil ediyorsunuz? Yani tıp görevlisi deyip de doktorların
görev ve yetkilerini tanımladığınızda buraya hemşireyi,
biyologu, veterineri, sosyal hizmet uzmanını da eklemeniz
mümkün mü? Basit bir mantık sorusu.
Hiç kuşku yok ki, bu düzenlemeyi yaparken bu çelişkilerin
kendileri de farkındaydılar. Sorun niyetin iyi olmaması,
sosyal hizmet mesleğine ve sosyal hizmet uzmanlarına karşı
takınılan düşmanca tavırdan başka akla bir açıklama
gelmiyor. Öte yandan devam ediyor yönetmelik diğer meslek
mensuplarının görevlerini tanımlamaya: Sosyal çalışma
görevlisinin görevlerine ilave olarak aşağıdaki görevleri
yaparlar. Aklı olan, az mantığını kullanabilen şöyle
düşünür: Bu meslek mensupları sosyal hizmet uzmanlığının
gerektirdiği mesleki eğitimin üstüne diğer mesleklerin de
gerektirdiği eğitimleri almış meslek mensuplarını bu
bakanlık istihdam ediyor.
Başka bir deyişle sosyal hizmet merkezlerinde görevli
psikologlar, sosyologlar, öğretmenler vs. üniversitelerin
sosyal hizmet bölümlerinde lisans eğitimlerini
tamamladıktan sonra veya önce yine üniversitelerin kendi
mesleklerinin gerektirdiği bölümlerden de mezun olmuş
personelleri istihdam etmektedir.
SHM Yönetmeliği’nin işleyişi ise ayrı bir çelişki. Hizmet
yönetmelikleriyle, 5395 sayılı kanunla açıkça çelişkileri
olan yönetmeliğin gerçek manada meslekler arası
işbirliğini esas aldığını söylemek insanların zekalarıyla
alay etmek anlamına gelecektir. Uygulanabilirliği veya
uygulanabilse bile uygulamada işlevsel olarak karşılığını
bulamayacak işlendirmeler, görevlendirmelerle varılmak
isten amacın ne olduğu anlaşılamamıştır. Masa başında
yapılan planlamaya bağlı olarak alanda veya yaşamda
karşılığını bulamayacak işlerle personeli veya kuruluşu
meşgul etmek zaten kıt olan kaynakların israfından başka
bir işe yaramayacaktır. İyi bir planlamayla, politika
belirlemeyle işe başlamak yerine Bakanlığın diğer
birimleriyle bile koordine edilmeden yapılan düzenlemeler
bu alanda kaynak israfından başka bir anlam ifade
etmemektedir. Ayrıca yaratılan çatışma ortamı, bakanlığın
insan kaynağının kötü yönetimine yol açmakta ve de bu
durum ileride olması gereken veya olumlu kurumsal kültürün
oluşmasını engellemektedir.
Bakanlık SHM Yönetmeliği’yle birlikte hepsi birer ihtisas
birimi olma özelliği taşıyan aile danışma, toplum merkezi,
çocuk ve gençlik merkezi gibi birimleri ortadan kaldırarak
sosyal sorunların çözümü, sosyal hizmet gereksinimlerini
etkili bir şekilde karşılanmasını engeller duruma
düşmüştür. Dolayısıyla bu düzenlemede de kamu yararı
bulunmamaktadır. Bu durum Sağlık Bakanlığının ilde
hastaneler açarak tüm sağlık hizmetlerini bu hastaneler
aracılığıyla vermeye çalışmasında etkililik ölçütüne göre
olumsuz değerlendirmeler yapılmasıyla aynı anlamı
taşımaktadır.
Bakanlık yapılanması ve yönetimi her ne kadar sosyal
hizmet uzmanlarının üst yönetimde yer almamaları veya
düzenlemeler yapılırken sosyal hizmet uzmanlarının
görüşlerine etkili bir şekilde başvurulmadığını düşündürse
de genel yöneticilikle ilgili de ortada bir sorunun olduğu
anlaşılmaktadır. Daha Bakanlığın taşra örgütlenmeleri
içindeki il müdürlüklerinin isimlendirilmeleri bile 3046
sayılı Kanunla uyumluluk göstermemektedir. “aile ve sosyal
politikalar il müdürlüğü” diye isimlendirilen Bakanlık il
müdürlüklerinin tıpkı “il sağlık müdürlüğü”, “il emniyet
müdürlüğü”, “il milli eğitim müdürlüğü” gibi “il aile ve
sosyal politikalar müdürlüğü” şekillinde
isimlendirilmeleri gerekmekteydi.
Son Söz Yerine
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı dağınık yapıdaki
sosyal yardım ve sosyal hizmetleri sistemci ve bütüncü bir
anlayışıyla bir araya getirmede yetersiz kalmış,
Bakanlığın yönetilmesini de liyakat ve kariyer ilkelerine
uygun olarak sağlayamamış, alanın başat elamanları olan
sosyal hizmet uzmanlarına karşı anlamsız bir şekilde
olumsuz tavır ve davranış içine girerek bu meslek
mensuplarını güçsüzleştirmeye, sıradanlaştırmaya çalışmış
bir bakanlık olmuştur. SHÇEK’in kurumsal kültürüne ve
kurumun liyakatli personeline karşı takınılan dışlayıcı ve
ikircikli tutum hizmetlerin etkili ve verimli sunulmasında
olumsuzluk yaratmıştır. Bakanlık işsiz üniversite
mezunlarının istihdamı için bir alan görülmüştür. Bu
maksatla bilime, hukuka, mantığa aykırı bir şekilde bu
işsizlerin sosyal hizmet uzmanlarının görev alanıyla
ilgili istihdam edilmeleri yolu tercih edilmiştir. Oysa
sosyologu sosyolog, öğretmeni öğretmen, psikologu psikolog
vb meslek mensubunu kendi uzmanlık alanıyla ilgili olarak
ihtiyaç kadar istihdam etmeleri olağan karşılanabilirdi,
karşılanmalıydı da. Alandan, bu alanın gerektirdiği
bilimsel ve mesleksel bakıştan uzak insanlar tarafından
yönetilen bakanlıkta alınan kararlar, uygulamaya konulan
düzenlemeler alanda meslekler arası çatışmalara yol açmış,
hizmetlerin kalitesini düşürmüştür. Ayrıca sosyal bilimler
alanında etkisi daha sonra ortaya çıkacak veya daha doğru
bir deyimle fark edilecek olumsuzlukların yolu açılmıştır.
Sosyal hizmet eğitimi almayan farklı mesleklerin
mensuplarını sırf istihdam edilsinler kaygısıyla –tabi
burada yöneticilerin taşıdıkları diğer kaygılar veya
beklentiler ilgili taraflarca bilinmektedir- sosyal hizmet
uzmanı gibi iş yaptırmak (aslında “mış” yapmaktan başka
bir şey olmasa da) müracaatçılara verilecek zararları göze
almak demektir. Bunu yapanlar ya bunu bilmiyorlar ya da
küçük bir gruba şirin görünmek, kadrolaşmak, kendilerinin
isteklerini yeri getirebilecek ve böylece amaçlarına
hizmet edecek kişilerle bakanlığı doldurmak istemiş
olabilirler. Ama bilmelidirler ki ehliyetsiz insanlar
eliyle yapılacak mesleki müdahalelerin insanlara yarardan
çok zarar verme ihtimalleri çok yüksektir.
Bu insanlara sormak lazım siz hastalandığınızda tedavi
olmak için ilgili hekime mi gidersiniz yoksa sosyologa,
veterinere, diş hekimine, biyologa mı? Kuşkusuz doktora,
ilgili konunun uzmanına, hatta uzmanın en iyisine
diyeceklerdir. Peki sizin değeriniz yüksek de sosyal
hizmete ihtiyaç duyan müracaatçıların neden sosyal hizmet
uzmanları eliyle hizmet almasını engeller düzenlemeler
yapıyorsunuz? Onların değerleri daha mı düşük? Onlar da bu
memleketin eşit yurttaşları değil mi? Bizimle niye mi
anlaşamıyorsunuz? İşte bundan: “Hiç bilenlerle bilmeyenler
bir olur mu?” (Bkz. Kuran’ı Kerim, Zümer, 39/9).
Sosyal hizmetlerin ve sosyal yardımların yapısı ve
yönetimi, kamu yönetiminin yapısı ve yönetilmesinden ayrı
düşünülemez. Oradaki hastalıklar burada da mevcut. Ancak
buradaki hastalık daha çok liyakatsizlik olarak karşımıza
çıkıyor. Galiba bu alanda daha çok dezavantajlı gruplara,
daha güçsüz gruplara hizmet veriliyor olmasının ve bu
alanda sosyal devletin gereği olarak sunulan sosyal yardım
ve sosyal hizmetlerin “hak temelli” olmak yerine
“hayırseverlik” veya “lütuf temelli” bir anlayışla verilme
eğilimine sahip olunması etkili olmaktadır.
Güçsüz müracaatçı gruplarının da hak temelli anlayışla
hizmetleri algılamak yerine lütuf temelli olarak
hizmetleri algılamasının da bunda önemli bir etkisi
bulunmaktadır. Sosyal hizmetin müracaatçı gruplarını
güçlendirmeye, ülkenin hakları olan eşit yurttaşları
olduğu bilincini kendilerine kazandırmaya, bu konuda
savunuculuk rolü bulunan ve de sosyal aksiyon yöntemini de
işe koşabilecek olan sosyal hizmet uzmanlarıyla lütuf
temelli hizmet sunma anlayışına yakın duranların
anlaşamamaları elbette anlaşılabilir. Ve elbette sosyal
hizmet uzmanlarının bu özellikleri tehdit olarak
algılanabilir.
Bireyi güçlendirerek özgürleştirmeye çalışan sosyal hizmet
uzmanılar ASP Bakanlığı bünyesinde hak ettikleri konumda
işlendirilmedikleri, karar mekanizmalarında bulunmadıkları
sürece etkili bir sosyal hizmet ve sosyal yardım
sunumundan söz etmek beyhude konuşmaktan başka anlam ifade
etmemektedir. Kamusal alan kimsenin şahsi duygu ve
düşünceleriyle hareket edebileceği bir alan değildir. Bu
alanda aşk, haset, kıskançlık duyguları ile hareket
edilemez. Bu alan objektif kriterlerle hizmetin gereğine
uygun olarak davranılacağı, hizmetlerin geliştirilip
sunulacağı bir kamusal alandır.
Bu satırların yazarı bilimin gücünün ve de sosyal hizmet
uzmanlarının gün geçtikçe artan güçlerinin bu alanı olması
gerektiği düzeye taşıyacağına yürekten inanmaktadır.
|