A. ŞEKER: Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
N. DEDEOĞLU: 1970 yılında Hacettepe Tıp fakültesinden mezun oldum. 4 yıl
kadar sağlık ocağı hekimliği yaptıktan sonra Dünya Sağlık Örgütü bursuyla
İngiltere’de halk sağlığı ihtisası aldım. Sağlık Bakanlığında Hıfzıssıha
Okulunda Epidemiyoloji Bölüm Başkanı ve Ankara Sağlık Müdür Yardımcısı
olarak çalıştım. 1984’ten beri Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğretim
üyesiyim.
A. ŞEKER: Halk Sağlığı Olgusu dünyada hangi koşulların sonucu olarak ortaya
çıktı? Türkiye’de nasıl bir gelişme çizgisi izledi? Ne tür sorunlarla
karşılaştı? İnsan ve toplum sağlığı için öneminden kısaca söz eder misiniz?
N.DEDEOĞLU: Halk Sağlığı bilimi Avrupa’da, sanayi devriminin sağlıksız yaşam
koşulları ve yaygın bulaşıcı hastalıkların neden olduğu hastalık ve ölümleri
azaltmak amacıyla 19. yüzyılda ortaya çıktı. Benzer şekilde Türkiye’de de
halk sağlığı uygulamaları üç büyük savaştan çıkmış, yoksul, bulaşıcı
hastalıklardan kırılmış olan toplumun sağlık düzeyini yükseltmek için
Cumhuriyetin daha ilk yıllarında başlatılmıştır. Halk sağlığı, sağlık
sorunlarının bireysel değil sosyal, ekonomik, kültürel sorunlar olduğunu
savunur ve toplumsal çözümler önerir.
Bu açıdan toplum yararlarının öne
çıktığı dönemlerde veya ülkelerde önem kazanmış ve kısa süre içinde
hastalıkların kontrolünde çok başarılı olmuştur. Gemisini kurtaranın kaptan
olduğu günümüzde ise gözden düşmüştür.
Halk sağlığı bilimine göre sağlıkta önemli olanın hasta tedavisi değil,
toplumun sağlık düzeyinin yükseltilmesi, hastalıklardan korunmasıdır. Halk
sağlığı, sağlıklı olmanın yolunun önce iyi beslenmeden, nitelikli eğitimden,
güvenli ve doyurucu bir işten, sağlıklı bir çevre ve konutta insanca
yaşamaktan geçtiğini iddia eder. Sağlık politikaları, sağlık hizmetlerinin
planlanması ve yönetimi, çevre sağlığı, anne ve çocuk sağlığı, iş sağlığı,
toplum beslenmesi, bulaşıcı hastalık mücadelesi, sağlık eğitimi gibi topluma
yönelik hizmetler sunar.
A. ŞEKER: Küreselleşme ne anlama geliyor? İdeolojik olarak neyi amaçlıyor?
Küreselleşen dünya nereye doğru gidiyor?
Eşitsizlik görünümlerinin yaygın olduğu küreselleşme sürecinde; yoksulluktan
tutun da bulaşıcı hastalıklara, beslenme düzenlerine kadar birçok sosyal
sorun yaşanmakta… Halk Sağlığı disiplini ve halk sağlıkçıları açısından
küreselleşme nasıl değerlendirilmektedir? Halk Sağlığı, küreselleşmenin
etkileri karşısında nasıl yapılandırılabilir? Temel paradigmasında bir
değişiklik söz konusu mu?
N.DEDEOĞLU: Küreselleşme aslında sermayenin küreselleşmesi olup, sermayenin
tüm kürede rahatça hareket edip kar edebilmesi için önündeki engellerin
kaldırılması anlamına gelmektedir. Bu amaçla devletler küçültülür, kamuya
ait mallar satılır, eğitim ve sağlık gibi hizmetler özel sektöre açılır,
insan hakları, emekçi hakları sınırlanır. Sermaye ve iktidardaki
hükümetleri, gelişmekte olan ülkelere IMF, Dünya Bankası gibi örgütlerle,
gerekirse silah gücü de kullanarak politikalarını dayatmaktadırlar. Halk
sağlığı, ilkeleri gereği her zaman emekten, yoksuldan, eşitlikten yana
olmuştur; başından beri küreselleşmeye karşıdır, yarattığı yıkımı ve sağlık
sonuçlarını belgelemeye çalışmaktadır.
|
A. ŞEKER: Küreselleşme sermayenin istemleri doğrultusunda dünyanın
eşitsizliklerini; sosyal sorunlarını var ederek toplumsal yaşamın her
alanında da etkili olmakta. Yalnızca sosyal politika ve toplumsal koruma
kurumları değil, sağlık da bu süreçten payını aldı. Durum böyleyken
küreselleşmenin yararlı yanlarından da bahsedilebilir mi? Evet, küreselleşme
dünyada sağlık yapılanmasını nasıl etkiledi? Türkiye’de durum ne? |
N.DEDEOĞLU: Küreselleşme ile zenginler daha zenginleşmiş yoksullar
yoksullaşmış, dünyamız huzursuz bir küreye dönüşmüştür. Bu durumda sağlığın
gelişmesi beklenebilir mi? Türkiye’de ve benzer ülkelerde sağlık bir hak
olarak görülmekten çıkmış, parayla satın alınması gereken bir hizmet şekli
olmuştur. Artık sağlık kuruluşları birer işletme, hastalar müşteridir.
Ülkemizde devlet hastaneleri ihmal edilmekte, ancak vatandaştan aldığı para
ile idare eder hale düşürülmekteyken özel teşebbüs hastaneleri
desteklenmekte, koruyucu sağlık hizmetleri ve ekip hizmetine dayalı sağlık
ocakları yerine bir hekimle bir hemşirenin tedavi hekimliği yapacakları aile
hekimliği yöntemi getirilmektedir. Finansman kamu bütçesinden sağlanmak
yerine düzenli ödenecek bir prim sistemi ve hizmetten alınacak katkı payı
öngörülmektedir. Kısacası artık paranız kadar sağlığınız olacaktır.
A.ŞEKER: Küresel eşitsizlikler toplumsal ve insancıl içerikli bir çok
uygulamayı işlevsizleştirdi gibi. Bu olumsuz durum bir ölçüde sosyal
devletin anlamını yitirmesiyle de açıklanabilir. Bakın ilginç bir örnek var,
Türkiye’de her gecen gün hastanelere uğrayan hasta sayısı artıyor, sağlık
hizmetlerine ulaşmada bir eşitsizlik varlık sürüyor, bir yerde sağlık
hizmetlerinin gelişmesinden söz edilirken diğer yandan garip bir dengesizlik
de söz konusu. İnanılmaz bir ilaç tüketimi, ilaç sektörü, sağlıkta
özelleştirme…
Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesinin bir önemi kalmadı gibi mi?
Sosyalleştirme derken aklımıza hemen kimi siyasi iradelerin görmezden
geldiği hatta işlevsiz kılmak için elinden geleni yaptığı 12 Ocak 1961
yılında yayımlanan Nusret FİŞEK’in öncülüğünde hazırlanan 224 sayılı yasa
geliyor. Yasadan söz eder misiniz biraz? Bugün gelinen nokta…
N.DEDEOĞLU: Sosyalleştirme, aslında bulaşıcı hastalıkların hala çok can
yaktığı, bebek ve annelerin kolayca önlenebilecek hastalıklardan öldüğü,
çevre koşullarının giderek bozulduğu ülkemiz için çok uygun bir sağlık
sistemi. Çok da etkili olmuş, layığıyla uygulandığı yerlerde sağlıkta
belirgin kazanımlar sağlamıştır. Ama daha başlangıcından beri önce ismiyle
sonra başarılarıyla komprador kesimin saldırısına uğradı. Her geçen yıl
yozlaştırılarak ne içinde çalışanların ne de hizmet alanların memnun olduğu,
koruyucu hizmetlerden uzaklaştırılmış, yetersiz bir hale getirildi. İki yıl
evvel sağlık ocaklarına yazar kasayı da soktular ne yazık ki.
A.ŞEKER: Türkiye’de nasıl bir sağlık reformu gerekli?
|
|
N.DEDEOĞLU: Türkiye’de bir sağlık reformu için öncelikle sağlık dışı ama
sağlığa doğrudan yansıyan bazı şeyler yapmak lazım. Örneğin gelir dağılımını
eşitlemek, yoksulluğu gidermek lazım. İşsizliği önlemek toprak reformu
yapmak lazım. En az 8 yıl süreli ve nitelikli bir eğitim almamış kimseyi
bırakmamak lazım. Adaleti egemen kılmak lazım. Çevre yağması ve kirliliğinin
önlenmesi, toprak erozyonunun, orman kıyımının engellenmesi lazım. Bütün
bunlar için elbette demokrasi lazım, insan hakları lazım, bağımsızlık lazım.
Böyle bir topluma da finansmanın devletçe sağlandığı, koruyucu ve birinci
basamak hizmetlere ağırlık verilen, vatandaşın ayağına gidilen, hizmet
alanın da, hizmet verenin de kararlara katıldığı, aşı ve ilaç gibi yerel
teknolojiye ağırlık veren çağdaş “ulusal sağlık sistemi” yakışır.
A.ŞEKER: Küreselleşme karşıtı hareketleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu
toplumsal muhalefet hareketleri içinde halk sağlığı ve sosyal hizmet
disiplinleri nasıl bir tavrın sözcüsü olabilir?
N.DEDEOĞLU: Küresel sermaye çok güçlü. Üstümüze uluslararası örgütleriyle,
topu tüfeğiyle, yerel işbirlikçileriyle, parasıyla puluyla geliyor. Toplumcu
meslekler olan halk sağlığı ve sosyal hizmetler sermayenin yanında
olamazlar. Ancak bu güçlü saldırıya sadece meslek birliğiyle karşı
koyamayız.
Bütün meslek birlikleri bir araya gelmeli. Yetmez, sendikalarla,
emekçilerle, toplumun tüm duyarlı kesimleriyle beraber olmamız lazım.
Yetmez, siyasi iradeyi ele geçirmek için partileşmek veya mevcut bir partide
birleşmek lazım. Yetmez, uluslararası dayanışma sağlanması, benzer ülke ve
toplumlarla beraber hareket edilmesi gerekiyor.
A.ŞEKER: Çokuluslu şirketlerin insan sağlığı üzerindeki etkisini
düşündüğümüzde halk sağlığına karşı bir tutumun da ortaya çıktığını
görüyoruz. 21. Yüzyılda halk sağlığının ütopyasından ufuk çizgisine
baktığımızda gelecek için neleri ön görebiliriz? Bu ütopyanın
somutlanabilirliği yapılacak hangi nitelikte toplumsal düzenlemelerle
ilişkilendirilebilir?
N.DEDEOĞLU: Yakın geleceği hiç de aydınlık göremiyorum. Eşitsizlik ve
yoksulluk artacak, halkın sağlığı daha da bozulacak, mesleklerimiz daha da
gözden düşecektir. Ama biliyorum ki en karanlık gecenin sonunda bile güneş
doğar. Dünyada kimsenin birbiriyle savaşmadığı, üretileni kardeşçe
paylaştığı, çevresine ve diğer tüm canlılara saygılı duyduğu, sosyal adalete
saygılı, mutlu ve sağlıklı günlerin geleceğine inanıyorum. O güne kadar
doğru bildiğimiz yoldaki zor mücadelemize kararlılıkla devam edeceğiz.
Sevgili Necati Hocam teşekkürler…
|