Sosyal Hizmet Mesleği

Sosyal Hizmet Alanları

Sosyal Kaynak
Bilgiler

     


 

Prof.Dr. Kamil ALPTEKİN

 

Karatay Üniversitesi
Sosyal ve Beşerî Bilimler Fakültesi
Sosyal Hizmetler Bölüm Başkanı

Sosyal Hizmet Uzmanı  



(Hiç Bitmeyen Sorun) “Yoksulluk” Üzerine Bir Kaç Söz

 

 

Yoksulluk; üzerinde en çok konuştuğumuz / tartıştığımız; hiç de hafife alınamayacak, kolayından geçiştirilemeyecek sosyal sorunlar(ımız)dan biridir. Bir kere ortaya çıktıktan sonra hem “domino etkisi” uyandırarak diğer sorunları tetiklemekte, hem de “bumerang etkisi” ile dönüp dolaşıp kendisini vurabilmektedir..

Görünen köy için kılavuz, ihtiyaç fazlasıdır. Kuşbakışı bir göz atıştan sonra ne ülkemizin ne de dünyanın gelir dağılımı piramidinde beliren çarpık dağılım için fazla söze hacet yoktur. Ülkemiz nüfusunun %20’sinin, toplam gelirin %60’ını; dünya nüfusunun sadece %11’ini oluşturan G7 ülkelerinin (ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada ve hadi bunlara Rusya’yı da ekleyelim) dünya zenginliğinin neredeyse üçte ikisini tüketiyor olması bundan sonra da yoksulluk üzerinde hem yerel, hem de global ölçeklerde konuşacağımızın / tartışacağımızın en büyük göstergeleridir.

Yoksulluk; yaşantılanma ve ortaya çıkış biçimi ile ülkeden ülkeye değişebilen / farklılık gösterebilen, daha çok ekonomik, siyasal, kültürel ve psikolojik yansımaları ile iç içe geçmiş çok boyutlu, yapısal bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. “Yoksulluk” her şeyden önce mutlak değil, göreli bir durumu ifade eden bir kavramdır. Bu nedenle üzerinde evrensel bir tanım geliştirmeye çalışmak ve kategorik ayrışımlara girişmek ‘zaman yoksulu’ olmayanlar için bile göze alınacak bir iş değildir. Hal böyle iken belki de yapılacak en doğru iş, sorun üzerinde ortak bir dil geliştirebilmek; dolayısıyla sorunu kimi anahtar kavramlar üzerinden konuşmaktır.

Bu anahtar kavramlardan hepimizin aklına ilk önce her nedense ‘açlık’ gelir.
“Açlık kapıdan girince aşk pencereden kaçar” ve “biri yer biri bakar; kıyamet de ondan kopar” şeklinde eskilerin sarf etmiş oldukları sözler hiç de boşuna olmayıp, sembolik olarak ilk söz, açlığın bireysel; ikinci söz ise açlığın toplumsal yaşantıda uyandıracağı etkiye atıfda bulunur. Bireyden topluma uzanan bir yelpazede yoksulluk elbette sadece “açlık” olarak kendini betimlemekle kalmaz. Bundan başka zihinlerimizde çağrışıveren; mahrumiyet, gelir eşitsizliği, düşük yaşam standartı, dikine sosyal tabakalaşma, sınırlı istihdam, sosyal güvencesizlik, asgari ücret ve evsizlik gibi kavramların her biri de yoksulluğun çok boyutlu doğasını açığa vuran önemli anahtar kavramlar olarak onu betimleme işlemine işlemine yardımcı olur.

Düşünceleri oldukça itibar gören sosyologlardan Bauman ‘mutlu bir yaşam’ı ifade eden tüm olanaklardan yoksun bırakılmakla eş gördüğü yoksulluğu aynı zamanda şiddeti artıran bir unsur olarak değerlendirmektedir. Giddens ise yoksulluğun ille de sefalet anlamına gelmediğini, göreli bir kavram olmasından dolayı ‘kültür’ öğesinin; zamanla bir ‘kısırdöngü’ye dönüşmesine kaynaklık eden (kapitalist) ‘sistem’ öğesinin hesaba katılmasının gerekli olduğunu bize hatırlatmaktadır. Marksist sosyolojinin, yoksulluğu kapitalizmin varlığı için temel bir ön koşul kabul ederek; yoksulluğun oluşumunda kapitalist sistemin özel bir yere sahip olduğuna vurgu yapması Giddens’ı haklı çıkarıyor gibidir.

Lafı daha fazla uzatmadan, bir milyondan fazla kişinin “yeşil kart” sahibi olduğu gerçeğinin bir sır olmadığı ülkemiz örneği üzerinden yoksulluğa dair somut bir şeyler söylemek istediğimizde ilk elden sorunun hiç de yeni olmadığını; “kronik” (süreğen) olmaktan çıkıp, “marazi” (iyileşmesi mümkün olmayan) bir hale dönüşmeye yüz tuttuğunu belirtmemiz yerinde olacaktır. Kuşkusuz böylesi bir halden hale geçiş yoksulluğu bir kimlik olarak benimseyenlerin sayısını artırmakla kalmayıp; tembelliğin, illegalitenin (yasadışılık), çarpık bir kader algısının hatta son zamanlara damgasını vuran şiddet ve terörün gerekçesini de oluşturabilmektedir.

Önlenemeyen yoksulluğun, toplumsal sınıflar arasındaki ayrışmaları da derinleştirdiğini ve doğrudan toplumsal huzur ve barışın önünde bir tehdit unsuru olarak belirdiğini söylemek için konunun uzmanlarından onay almamız gerekmiyor. Toplumsal huzur ve barış için polisiye önlemlerin yetmeyeceği ortak kabulü ise bizi ister istemez Moğollar’ın bir şarkısında sıkça tekrarlandığı gibi: “Bir şey yapmalı!” noktasına getiriveriyor.

Sorun üzerine öykücü/gazeteci yazar M. Kutlu maneviyat cephesinden “malı böleceksin, yarısını yoksula vereceksin ve adaleti koruyacaksın!” gibi çok kesin/kestirme bir yol önerirken; Sosyolog Giddens bilim cephesinden “etkin bir biçimde işsizliği azaltmak için benimsenmiş hükümet politikalarını, yanısıra iyi düzenlenmiş ve sistematik bir biçimde uygulanan sosyal güvenlik programları”nın hayata geçirilmesini öneriyor.

Ama öyle, ama böyle sorun; hem lokal, hem de global ölçekte çözüm bekliyor.
Çözüm arayışına girdiğimizde, kar’ı Kaf Dağı’ndan getireceği anlaşılan uzay mekiği Discovery'nin kaptanı E. Collins’in: "Uzayı keşfederek, dünya üzerinde yaşayan herkesin hayat standardını yükselttik”(!?) şeklindeki pek bilindik sözlerinin yerine; uluslararası yardım kuruluşlarında çalışan uzmanların ‘Afrika’da bugün 33 milyon olan aç çocuk sayısının önlem alınmadığı takdirde 2025 yılında 39 milyona çıkacağını’ belirten daha gerçekçi açıklamalarına kulak vermemiz kolayından bir yanılsamaya düşmememiz için önemli.
Afrika’da konser vererek yoksulluğu önleyebilmemizin mümkünatı olmadığına göre gerçekten dürüst ve samimi olarak bir şeyler yapmalı değil miyiz?
Bu satırların yazarı, yazarken kendinde sıklıkla gördüğü kendi kendine konuşma hastalığını bir an üzerinden atıp yapılacak öncelikli ve aynı zamanda en zor işleri (naçizane);

1. (Hem sosyolog hem de sosyal hizmet uzmanı olan bir arkadaşından öğrendiği) sorunun çözümünde; sonuçları ve günü birlik çözümleri öceleyen pragmatist / mekanik bir zihniyet yerine nedenleri ve kalıcı çözümleri önceleyen akılcı / insani bir zihniyetin geliştirilmesi,
2. (Hiç de korkutucu olmayan akademi dışı okumalardan öğrendiği) toplumun zaten bünyesine nüfuz etmiş olan ancak çoktandır üzeri örtülen ‘alan el değil, veren el olma’ kültürünün canlandırılması,
3. (8. Cumhurbaşkanından öğrendiği) ülkedeki istihdam olanaklarının artırılması için yerel düzlemde kaynak seferberliğine girişilmesi,
4. (Çin atasözünden öğrendiği), ihtiyaç sahiplerine balık verme yerine, balık tutmasının öğretilmesi,
5. (Frankfurt Okulu düşünürlerinden öğrendiği) ‘büyük anlatılar’ın arkasına saklanan (pre)kapitalist sistemin vicdan muhasebesinden geçirilmesi ve
6. (Sokaktaki kendi halinde bir vatandaştan öğrendiği) sorunun hepimizin sorunu olduğu ortak bilincinin geliştirilmesi şeklinde sıralamaktadır.
Elbette birbiri ardına sıralanan bu işler epeyce zamana yayılacak işlerdir. Bunlar icraata dökülürken geçecek süre içerisinde bizim payımıza düşen ise tekrar etmiş olma pahasına yinelemek gerekir ki hiç bitmeyen sorun(umuz) yoksulluk üzerinde daha çok konuşmaya, tartışmaya ve düşünce üretmeye devam etmek olacaktır.

 

 
 
 



Yasal Uyarı , Gizlilik Beyanı ve Künye  

 sosyalhizmetuzmani.org © Bütün hakları saklıdır.