Söyleşilerimiz,sitemiz adına editörümüz ve yazarımız Aziz ŞEKER tarafından gerçekleştirilmiştir. |
|
|
|
HASTA HAKLARI VE SAĞLIK HİZMETİ
ÜZERİNE |
||||
Bu gereksinimler arasında bir de insanların “sağlık hizmeti gereksinimleri” vardır. Sağlık hizmetinin içinde ise sizinde bileceğiniz gibi şunlar vardır: Öncelikle sağlığın korunması, geliştirilmesi, hatta daha iyi hale getirilmesi. Bunlar temeldir. Bunların yanında sağlığı olumsuz etkileyen durumların insanları etkilemesinin önlenmesi ve bunların engellenmesi vardır. Diğer yandan her şeye karşın her hangi bir nedenle sağlık olumsuz etkilenirse, bu olumsuzlukları giderecek ve olabildiğince eski haline geri döndürecek şekilde tanı ve tedavi dediğimiz tıbbi işlemlerden oluşan bazı yardım ve desteklerin sunulması; ayrıca tümüyle giderilmeyen bazı olumsuzlukların da yaşamla bağdaşır ve yaşamı sürdürülebilir kılınması için gerekli rehabilitasyon ve esenlendirmeye yönelik yardım ve desteklerin sunulması da sağlık hizmetinin içinde yer alan unsurlar arasındadır. Oysa şimdilerde sağlık hizmeti yalnız bu son saydıklarıma yani tanı ve tedavi hizmetleriyle, bir oranda rehabilitasyon hizmetlerine indirgenmiştir. Tabii bunların arasında bir de ayrı ve özel bir bilgi alanı olan “sağlık ve tıp bilgisi”nin, kişinin gereksinimlerine yönelik aktarılmasından oluşan “sağlık eğitimi” de vardır ve bu hizmeti sunanların temel görevleri arasındadır. Anlaşılacağı üzere “insan var olduğu ve yaşadığı” sürece, yani ömrü boyunca
bu hizmetlere gereksinecektir. Dolayısıyla yaşam hakkı bağlamında bu
hizmetlere “ulaşmak ve yararlanmak” da en temel bir haktır ve aslında
“sağlık hakkı” dediğimiz kavramı oluşturur. İnsanlar tüm farklılıklarına karşın “eşit”tir. “Eşit” olan insanların da herhangi bir ön koşul ve duruma bağlanmaksızın bu hizmetlerden ve onun gerektirdiği unsurlardan “eşit” biçimde yararlanması gerekir. Bu konuda “Eşit”liği sağlayan ise aslında insanların kendisidir. Çünkü onlar
bir araya gelerek, kendi başlarına gerçekleştiremeyecekleri işleri görmek
için yani kendilerine hizmet için bazı yapılar oluştururlar. Sağlık
hizmetlerini sunan kurumlar da böyledir. İnsanlar o yapıları oluştururlar ve
gereksindikleri zaman da o hizmetlerden yararlanırlar: Adalet, güvenlik,
sağlık, eğitim bunlar arasındadır ve tümü insanların “yaşama” hakkının
gerektirdiği hizmetlerdir. İnsanlar tek tek ve kendi olanaklarıyla “sağlıklılık durumlarını sürdürmeyi”
başarsalar bile “toplum” olarak sağlıklılık hali söz konusu olmaz. Toplumun
sağlıklılığı için bir şeyler yapılmalıdır ve bunu toplumu oluşturan tüm
bireyler birlikte gerçekleştirirler. O bize bunu sunmakla yükümlüdür. Bizden bunun için karşılayabileceğimiz katkı ve desteği talep edebilir. Ama bu katkı ve destek yararlandığımız ya da yararlanacağımız hizmet oranında olamaz ve böyle bir şarta bağlanamaz. Çünkü o zaman gücümüzün yetmediği hizmetlerden yararlanmamış oluruz. Bu ise “paran kadar sağlık” demektir. Bu da insan olmaya, yaşama hakkına ve temel insan haklarına aykırı bir durumdur. Sağlık bir “toplumsal dayanışma” alanıdır. Buna göre şekillenmek zorundadır. Ayrıca ekonominin kurallarını irdeleyerek de bunu söyleyebiliriz. Sağlık hizmeti bir ekonomi olayı ve “kâr” nesnesi olamaz. Sorunuzun diğer yanına gelir ve “mevcut durumda sağlıkçılar ne yapmalıdır”a yanıt verirsek bunu da şöyle yanıtlayabilirim: Sağlıkçıların ikili bir görevleri vardır. Birincisi her durum ve koşulda bu hizmetleri sunmayı sürdürmektir. Diğeri de bu konudaki bilgiye sahip olan kişiler olarak toplumu doğru bilgilendirmektir. Yukarıda söylediklerimi her sağlıkçının toplumun tüm bireylerine anlatma görevleri vardır. Tabii bir de hizmet
alanlar gibi bir “vatandaş” olarak bu haklara sahip çıkmalıdırlar. Bunların
hiç biri kolay bir iş değildir. Ama “yapılamaz” bir iş de değildir. Hekimlik
ve sağlık mesleği “Ölümün elinden yaşamı alabilme” bilgisi ve becerisine
sahip olmak demektir. Bunu yapabilen bu söylediğimi de yapabilir. Onun için
sağlıkçılara bu yanlış giden ve işleyen sistemde en büyük sorumluluk
düşmektedir. Bu görevi de aslında yapacak başka birileri yoktur.
Mustafa SÜTLAŞ: Bu söylediklerinizin de etkisi kuşkusuz var. Çünkü yanlış kurgulanan sitem bir çok yanlış ve bu arada hak ihlâli ve mağduriyet üretiyor. Ama bunları yaratan asıl neden yukarıda olamayacağını, olmaması gerektiğini söylediğim “sağlık hizmetinin ticarileşmesi”dir. “Ticari Sağlık Sektörü” hasta haklarına yoğun ilgi gösteriyor çünkü bu konuyu bir ticari unsur olarak ele alıyor “müşteri memnuniyeti” olarak “tüketici hakkı” bağlamında anlıyor. Çünkü ticari işlerde; hizmeti tüketen birilerinin olması gereklidir ve bu piyasa ortamında içinde diğerlerinden “farklı ve üstün” hizmet sunmakla dahası bunu “görünür kılmakla” mümkündür. Yani onların gözünde “hasta hakları”, rekabeti sağlayan bir unsurdur. Sağlık hakkı ve hasta hakları “tüketici hakları”na indirgenemez ve ondan çok farklıdır. Uydurulmaya çalıştığımız AB mevzuatında “kasıtlı olarak” aynı kapsamda ele alınıyor. Bu yanlıştır ve itiraz edilmelidir. Söz konusu kurumların hiç birinde hasta haklarının 1. maddesi olan “sağlık hizmetine ulaşma ve yararlanma” temel değildir. Onlar “yeğlenmeyi” ve “seçilmeyi” talep etme temelinde “sağlık hizmetine ulaşma ve yararlanma hakkı”ndan söz ederler. Herhangi bir ticari girişimci girişimi için yaptığı yatırımı karşılamayacak bir yerde sağlık hizmeti veren bir ticari kuruluş kurar mı? Neden hiçbir işletmeci bir köyde bir sağlık ocağı açmıyor? Sağlık hizmetini eğer ticaretin yani “kâr”ın nesnesi yaparsanız, ticaretin
kurallarıyla davranmaya, reklama gereksinim duyarsınız. “Hasta hakları” da
güzel ve hizmeti talep edenin tercihinde önemli rol oynayan, başka bir
deyişle onu “kandıran” bir unsurdur. Mevcut kurumlara gelince bir çok yetersizlik ve eksiklik söz konusudur. Bu
bağlamda “hasta haklarının gereklerini” yerine getirmek olanaksızdır. Sağlık hizmeti, bu hizmetten yararlananı, en azından hizmet verene “eşit”
olarak görmek ve kabul etmekle başlar, sonra da hizmeti, yani “yeniden
üretilen” sağlıklılık halini “birlikte üretmek”le sürer. Ne yazık ki bu
bakışın genel olarak varlığından söz edemiyoruz. Diğer yandan halen hizmet sunum sistemi buna uygun değil ve onlar yukarıda belirttiğimi bilgiye sahip olsalar da uygulayabilme olanağına sahip değiller. İnsanlar bile bile yanlış yapmak zorunda kaldıkları zaman, ister istemez kendilerini savunmak zorunda kalırlar. Bu yanlış bir savunmadır ve doğan da yanlış bir çatışma. Ama sonuç olarak hasta hakları konusunda toplumda “sağlıkçılar ve hastalar”
diye iki taraf var. Bu yanlış saflaşmayı değiştirmek için de özel bir çaba
gerekiyor. Bunu da öncelikle “sağlıkçılar” yapmak zorundalar. Sık olarak
gündeme getirildiği gibi “hasta hakları” denilen her yerde hemen “ya hekim
hakları/ya sağlıkçının hakları” dememek gerekiyor. Sağlıkçılar gündelik rutin işlerini yaparken bu konularda toplumu
bilgilendirmelidirler. Bu arada “yöneticilerin” de bilgilenmesi ve
bilinçlenmesi gereklidir. Tabii burada gerçek yöneticilerden, yani bu
toplumu bir bütün olarak gören yöneticilerden söz ediyorum. Yoksa bazı
çıkarları için hasbelkader o mevkilere gelenler ya da getirilenleri kast
etmiyorum. Onların da “teşhir edilmeleri” gereklidir. Sağlık hizmetinin
ticarileşmesini en çok isteyenler ondan en çok “rant elde edenler” ve
onların çevresinde duranlardır. Her zaman verilen örneği vereyim: Onlar bataklığı kurutmak bir yana; sivrisinekleri öldürmeyi bile düşünmeyip, sivri sineklerin görünmez hale gelmesi için çaba harcamaktadırlar. Açın sağlık bakanlığındaki hasta hakları sitesine bakın göreceğiniz bir “komedi”dir. Şimdi sağlık kurumlarına başvuran hasta sayısının bir yıl öncekinin iki
katına çıktığı söyleniyor. Bu her gün 700-800 bin kişinin sağlık kurumlarına
başvurması demektir. Hasta hakları ihlâllerini bir yana bırakıyorum; “tıbbi
kötü uygulama” yani “malpraktice” oranları ABD gibi bu konuda en gelişmiş
önlemleri uygulayan ve takibi yapan ülkelerde bile % 6-9 arasında değişirken
bizde hasta hakları birimlerine başvuran, ya da diğer başvuru
mekanizmalarından yararlananların oranı on binde, yüz binde birler
mertebesindedir. Dahası mevcut haliyle Sağlık Bakanlığı ülkenin her yanında yaşayanlara hizmet verecek kurum ve çalışan sağlıkçı sayısında bir eşitliği sağlayamamıştır. Bunu kendileri ifade etmekte ve çeşitli çözümler aramaktadırlar. Her gün insanlarımızın “sağlık hizmetlerine ulaşma ve yararlanma hakları” ihlâl edilmektedir. Hasta haklarının gerçekten var olabilmesi için sağlık hizmetini yukarıda
tanımladığım gibi gören ve bunu kamunun ortak kaynaklarından yani genel
vergilerle finanse eden, sağlık alanında “para”nın kaldırıldığı bir sistemde
yani hizmete ulaşmak ve yararlanmak için “nüfus kağıdına bile gerek olmayan”
bir hizmet sunum politikasıyla gerçekleştirmek mümkündür. Sonra sırada sağlık hizmetini yalnız tanı ve tedavi hizmetine indirenler gelmektedir. Bunların ardından da sırasıyla eğitimlerinde sağlık hizmetinden yararlananı “müşteri” anlayışıyla yetiştirenler, bunları “doğru” sayıp uygulayanlar, tüm iyi niyetleriyle “sadece ben bilirim” deyip kendilerini hizmet alanların üzerinde görenler, son olarak da “tüm bunların sorumlusu değilim ki ben bana emredileni yaparım” diyenler, en sonunda da “doğruları bilmekle birlikte bunları yeterince ifade edemeyenler” sorumludur. Benim kanaatime göre hak ihlâlleri
bu noktalarda yoğunlaşmaktadır. Bunları yapmayan yerlerde ise hak ihlâlleri
daha az, daha seyrek ve daha küçük oranda yaşanmaktadır. Devlet bize, insanlara hizmet etmek için vardır. Bizlerin kendi başımıza
altından kalkamayacağımız işleri gerçekleştirmek için vardır. Onun bu göreve
dönmesini sağlamamız gereklidir. Bu bağlamda gerçek sorun; insan haklarını
temel alan ve yasaların değil, hukukun üstünlüğüne dayanan ve insanların
ayrımsız eşit olduğu düşünen, gerçek anlamda demokratik bir toplum ve
devletin var olmamasıdır. Bunlar en önemli sorunlardır. Bu sorunların etkisinde ortaya
çıkan sağlıkla ilgili sorunlar arasında ise en başta yukarıda anlattığımız
tipte “bir sağlık sisteminin” yokluğudur. Bunun ardından beslenme, barınma,
çevre, sağlığı olumsuz etkileyen nedenlerin önlenmesi ve ortadan
kaldırılması, aşıyla önlenebilir hastalıklar, bulaşıcı hastalıklar, yanlış
beslenme, sigara, bağımlılık yapan maddeler, yanlış yönlendirilmiş ve
manipüle edilmiş bir tüketim çılgınlığıdır. O zaman çaresiz ikinci yolu yeğlersiniz: Olayı “kişiselleştirirsiniz”. Bunun
yolu da olumsuzluklara katkıda bulunan veya en son uygulamayı yapan kişilere
yaptırım uygulamaktır. Dünyanın hiçbir yerinde, tüm insanlık tarihi boyunca
“ceza” ile suçları ortadan kaldırmak ve önlemek mümkün olmamıştır. Dahası
uygulayıcılara verilen ağır cezalar ile buna neden olan koşulları
değiştirilemez. Hele hele ceza bu nedenleri yaratanlara uygulanmıyorsa. TCK
değişikliği sorunu bu bağlamda çözmenin çabasıdır. Bazı yeni kavramlar
getirilmiştir, bazı yaptırımlar ağırlaştırılmıştır. Ama sonuca olumlu
anlamda etkisi olması bir yana “sağlık hizmetini sunanla yararlananı daha da
bir karşı karşıya” getirmiştir. Bundan olumlu bir sonuç çıkacağını
düşünmüyorum.
Mustafa SÜTLAŞ: Kesinlikle doğru. Bir süredir bu konu üzerine kafa
yoruyorum, okuyorum.
Emeğiyle geçinenler, hele hele kamu hizmeti gören görevliler, devlet
memurları; kamu çıkarının zedeleneceği ya da zarar göreceği uygulamaları,
kendilerinin hiyerarşik olarak üstlerinde bulunan kişiler yasal bile olsa
emrettiklerinde yapmalı mıdırlar? Ya kanunlar daha üstteki evrensel düzenlemelere, hukuka aykırı iseler,
bunlar defalarca ortaya konulmuş ve kanıtlanmış ise memurlar bunları yerine
getirmeli midirler? Çok önceleri, Türkiye’de idam cezası varken de bir hekim olarak bunu
savunurdum. “Hiç bir hekim idam mahkumunun sağlık yönünden idama uygun olup
olmadığı değerlendirmezse, ‘uygundur’ raporu vermezse ve orada bulunmazsa
kimse idam edilemez” derdim. Şimdi de benzer bir şey söylüyorum: Devletin istihdam ettiği tüm hekimler “bu yanlıştır, ne ad altında olursa
olsun hastayla benim arama parayı sokarsan ben bu hizmeti burada yapmam”
derse bu sistem uygulanamaz. Onun için söylediğiniz doğru işimizi bir eylem
olarak görmemiz ve buna uygun davranmamız gereklidir. Sosyal hizmet uzmanları bu noktada tüm sayısal yetersizliklerine karşın
farklı bir noktadadırlar ve söylediklerinizi yapabilirler. Çünkü onlar
topluma daha yakındırlar ve toplumun kendilerinden beklediği hizmeti sunma
sürecinde de daha uygun koşullara ve daha çok zamana sahiptirler. Acil
hizmet bekleyen, o sırada canı çok yanan, bir yerleri ağrıyan, kanayan ya da
şişen, kısacası “hastalık” durumunda olmayan insanlarla ilişki halindedirler
onlarla olumlu bir diyalog için daha fazla olanağa sahiptirler. Yoksullaştırılan ülkeler var bir de... Dünya
nüfusunun %20’lik kadar bir kısmı gelirin %80’ları aşan bir dilimine
sahipken, sağlıktan yararlananlar da buna göre dağılım gösteriyor.
Küreselleşme sağlıkçılar için ne anlam ifade ediyor? Küreselleşmenin
dinamiği dünya çoğunluğunu sağlıkta da bir sefalete sürüklemiyor mu? Nasıl
bir dünya ütopyası, bunun yanında nasıl bir sağlık ütopyası düşünüyorsunuz? Çünkü insan evrenseldir. Kuş gribi diye bir hastalık çıkıyor.
Sınırlarınızı kapatabiliyor musunuz? Hayır. Ortak davranmanız gereklidir.
Kapitalizm gerçekten de bir tür kanserdir. Bunu en iyi hekimler anlar. Çünkü
onlar bir “kanser”in ne olduğunu, nasıl davrandığını bilir. Kapitalizm bir
kanser gibi sürekli “büyümek” zorundadır. Ama onun kendi sonunu getirecek
olan da budur. Her soruna çözüm bulan insan soyu bu “kanser türü”nün de
tedavisini bulup uygulayacaktır. Tek sorun o “ütopya”da hepimizin birleşmesidir. Belki ayrı bir konu ama bu
ülkede, 224 sayılı yasayı çıkaranlar, onu uygulayanlar, o sitemi yönetenler,
bu hizmetten yararlanacak olanlar ve nihayet sağlıkçılar yeterince istemiş
ve sahiplenmiş olsalardı 45 yıldır 224 sayılı yasa uygulanır ve bizim sağlık
sorunu diye bir sorunumuz olmazdı. Bence bizim en önemli sorunlarımızdan
birisi de bu “hayallerimizi ütopyalarımızı” ortaklaştıramıyoruz. Mustafa SÜTLAŞ: Ben teşekkür ederim. Mustafa SÜTLAŞ |
|
|