Sosyal Hizmet Mesleği

Sosyal Hizmet Alanları

Sosyal Kaynak
Bilgiler

     

 

Hasan KAYA


haskaya58@yahoo.com

Engellinin İnsan Hakları Uzmanı



ENGELLİ KADINA YÖNELİK AYRIMCILIK  VE İNSAN HAKLARI
 

 

 “Tüm insanlar özgür; onur ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdanla donatılmış olup birbirlerine karşı bir kardeşlik anlayışıyla davranır”

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi

1. Giriş

Engelli** ve kadın hareketinde “eşitlik ve insan hakları” ortak temel konudur. Ayırımcılık, düşük toplumsal statü, fiziksel, cinsel ve diğer istismar türlerine maruz kalma, kadına özgü toplumca belirlenmiş rol ve sorumlulukları yerine getirmek zorunda bırakılma, eğitim olanaklarından yeterince yararlanamama, bir işe girmekte zorlanma, çalışma yaşamında ayırımcılığa uğrama ve daha birçok konuda hakların ihlali, hem kadınlar hem de engelliler açısından karşılaşılan ve çözümlenmesi gereken temel sorunlardır (Osunluk & Uğurlu 2005:337).

Kadınların ve engelli bireylerin yaşadıkları sorunları, engelli kadınlar iki kat fazla yaşamakta, kendilerine yönelik ön yargılar ve engellerin yanı sıra kadın olmanın ve kadınlara bakışın getirdiği olumsuzluklarla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Bu çalışmanın amacı, genelde engellilerin özelde ise engelli kadınların dışlanma, ayırımcılık, temel ihtiyaçların karşılanması, yoksulluk, kendi gereksinimlerini ifade etme, ekonomik bağımsızlık, karar alma süreçlerine aktif ve eşit derecede katılmaları gibi konularda yaşadıkları sorunları insan hakları bakımından ele alarak, engelli kadının insan hakları için gerekli sosyal politika ve düzenlemeler geliştirilmesine bir başlangıç yapmak ve kadın hareketlerinin dikkatlerini, engelli kadınlara çevirmesini sağlamak. Şüphe yoktur ki bu düzenlemelerin, engelli kadının tüm beklentilerini kapsayabilmesi ve fırsat eşitliği sağlayabilmesi için, içinde yaşanılan şartların doğru analiz edilmesi ve sorunlarının tüm yönleri ile ele alınması gerekmektedir. Üretilen politika ve düzenlemeler uygulanabilir, kabul edilebilir bir süreçte gerçekleştirilebilir, engelli kadını her alanda güçlendiren, destekleyen ve engelli kadının insan haklarının tam olarak korunmasını sağlayacak kapsamda olmalıdır.

2. Temel Yaklaşımlar

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, genel olarak her hangi bir toplumun nüfusunun yaklaşık % 10’unu ve Dünya Bankası (WB) verilerine göre ise, dünyanın en yoksul toplumlarının nüfusunun % 20’sini engelli kişiler oluşturmaktadır. Engellilik, yoksulluğun hem nedeni hem de sonucu olarak değerlendirilmektedir. Birleşmiş Milletlerin verilerine göre, engelli kişilerin % 82’si gelişmekte olan ülkelerde ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bu rakam, iç savaş veya doğal afetler sonucu harap olmuş ülkelerde daha yüksek seviyelerdedir. Dünyanın her yerinde engelli kişiler ayırımcılıkla karşılaşmakta ve yaşadıkları toplumların ekonomik, sosyal ve politik alanlarından genellikle dışlanmaktadırlar. Az gelişmiş ülkelerde engelli kişiler arasında yoksulluğun daha yüksek olmasının temel nedeni söz konusu dışlayıcı tutumdur. Gelişmekte olan ülkelerde toplumdan en fazla dışlanan grupların içinde yer alan engelliler, bu nedenle hayatlarını tehdit eden sorunlarla tek başlarına mücadele etmek zorunda kalmaktadır.

Ülkemizde engelli olan nüfusun, toplam nüfus içindeki oranı %12.29’dur. Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlülerin oranı %2.58 iken (yaklaşık 1.8 milyon) süreğen hastalığı olanların oranı ise % 9.70’dir (yaklaşık 6.6milyon) 

Engelli olma oranları yaş grubu bazında incelendiğinde her iki grupta da ileri yaşlarda artmaktadır. Ancak bu artış süreğen hastalığı olanlarda diğer özür grubundakilere göre daha fazladır. 0-9 yaş grubunda ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü olanların oranı %1.54 iken, 0-9 yaş grubunda süreğen hastalığa sahip olanların oranı % 2.60’tır. Bu oran, ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü olanlarda 50-59 yaş grubu, süreğen hastalığı olanlarda ise 20-29 yaş grubunda yaklaşık iki katına çıkmaktadır.

Cinsiyete göre engel türlerine bakıldığında tüm engel türlerinde erkeklerin sayısının kadınlardan daha fazla olduğu görülmektedir. Erkeklerin bu sayısal üstünlüğünü açıklayacak veriler ne yazık ki 2002 Özürlüler Araştırmasında yer almamaktadır. Bu nedenle erkekler lehine olan bu sayısal fazlalığı açıklamak üzere araştırmalar yapılmalıdır (Türkiye Özürlüler Araştırması 2002 İleri Analiz Raporu) 
 

Tüm dünyada özürlülerin insan hakları konusundaki çalışmalar son 20 yılda ivme kazanmıştır. Ancak cinsiyetin, özürlü kadınları, özürlü erkekleri ve onların insan haklarını nasıl etkilediği konusundaki çalışmalar çok yavaş bir gelişme göstermiştir. Feminist hareketin de özürlü kadınların da dahil olduğu belirli grupların ele alınması konusunda yavaş ilerlemiştir (Abu Habib, 1995: 377- 503).

Kadın hareketi ile özürlü hareketinin birbirini oldukça geç ve yavaş tanıması, bu iki grubun birbirinin müttefiki olduğunu geç fark etmesine neden olmuştur. Feminist hareket, kadın olarak gördüğü gruba özürlü kadınları dâhil etmemiş ve özürlülük konusu da en başından itibaren erkek egemen bir yapı içinde oluştuğu için onlar da feminist hareketi özürlü kadınların dışında kabul etmişlerdir. Aslında biraz daha ileri gidilirse, özürlülük konusundaki bu erkek bakış açısı özürlü kadının varlığını yeterince fark etmemiş ve bu konuda tamamen bir erkek yaklaşımı geliştirilmiştir denilebilir ( Küçükkaraca; 2005:49-51).

Ülkemiz açısından bakıldığında özellikle kadın nüfus grubunun sosyal sorunlardan daha yoğun ve derin etkilendiği bilinen bir gerçektir. Çünkü kadın, eğitimden, iş ve mesleki olanaklardan yoksun, sosyal güvencesi olmaksızın marjinal işlerde çalışmakta (temizlikçi, çocuk bakıcısı gibi) ve erken yaşlarda gerçekleştirilen evliliklere maruz kalmaktadır. “Kadın, geleneksel düşünce nedeni ile kamusal yaşama en az düzeyde dahi katılamamakta ve toplumsal etkililikleri oldukça düşük düzeyde kalmaktadır. Bu durum, kadının toplumsal yaşamda ikincil konumunu pekiştiren bir süreç olmaktadır” (Küçükkaraca, 2005:49-51; Karataş, Duyan, 2005:56-62). Engelli kadınlar hem kadın olmak hem de engelli olmak bakımından daha dezavantajlıdırlar ve bu nedenle yaşadıkları sorunları diğer gruplarla karşılaştırdığımızda iki kat daha fazladır.

3. Engelli, Sakat, Özürlü Kavramları

Türk Dil Kurumu’nun Sözlüğü’nde (2008) “engelli; vücudunda eksik veya kusuru olan bireydir, sakat; vücudunda hasta veya eksik bir yanı olan, engelli, özürlü bireydir, özürlü; kusuru olan, defolu” olarak tarif edilmiştir.

“Türkiye’de üzerinde anlaşılmış bir genel tanım ya da içerik çalışması bulunmamaktadır. Aynı zamanda engelli ve engelliliğe ilişkin birden fazla da kavram kullanılmaktadır.” (Küçükkaraca, 2005: 49-51)

2004 yılında çıkarılan Özürlüler Kanununda, engelliler, “doğuştan veya sonradan herhangi bir hastalık veya kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yetilerini çeşitli derecelerde kaybetmiş, normal yaşamın gereklerine uyamayan kişilerdir” (DİE ve ÖZİ, 2004) şeklinde tanımlanmaktadır. Yukarıdaki cümlede de görüldüğü gibi kanun koyucu dahi “günlük yaşam” demek yerine “normal yaşam” tanımlamasını kullanarak engelli insanları dışlamakta, “anormal” olarak kategorize etmektedir. Normal yaşam, insanların tümüne ait, ortak paylaşılan bir sürecin adıdır. Engelli/ sağlıklı- engelli/normal insan ayrımı, farkında olmadan ayrımcı ve dışlayıcı bir anlayışı yansıtmaktadır. Engelli sorununa, bireyci-tıbbi model temelli yaklaşım, engellinin insan hakları için politika oluşturulması açısından yetersiz kalmaktadır.

Engellilik ile ilgili teorik yaklaşımlardan kaynaklanan ya da bu yaklaşımlara yol açan bazı engellilik tanımları ise şöyledir.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) engelliliği üç ayrı kategoride ele almaktadır. Yetersizlik (Impairment); sağlık bakımından psikolojik, fizyolojik ve anatomi(fiziksel) yapı veya fonksiyonlardaki eksikliği ve anormalliği ifade eder. Özürlülük (Disability): bir aktiviteyi normal tarzda veya normal kabul edilen sınırlar içinde gerçekleştirmekteki kısıtlılık veya yetersizliktir. Engellilik (Handicap); bir yetersizlik veya özür nedeni ile yaşa, cinsiyete, sosyal ve kültürel faktörlere bağlı olarak kişiden beklenen rollerin kısıtlanması veya yerine getirilememesidir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun İnsan Hakları Bildirgesi’ne ek 3447 Sayılı Sakat Kişilerin Hakları Bildirisinin 1. Maddesine göre özürlü “normal bir kişinin kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendisine yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayanlar sakattır” şeklinde tanımlanmaktadır. Uluslararası düzeyde kullanılan bu iki tanıma bakıldığında “normal” ve “kısıtlanma” konusunun ön plana çıkarılarak, kişisel yetersizliğe vurgu yapılmaktadır.

Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesine göre (2007) Özürlü kişiler, çeşitli engellerle karşılaşmaları halinde, diğerleriyle eşit şartlarda topluma tam ve etkili şekilde katılmalarını engelleyen, uzun süreli fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duyusal yetersizliği olan kişilerdir. Engellilerin karşılaştıkları olumsuzlukların kendi kişisel durumlarından değil, kendi dışındaki faktörlere de vurgu yapmaktadır. Bu sözleşme aynı zamanda engellinin insan haklarının tanınması, korunması ve genişletilmesine iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Yukarıda vurgu yapılan diğer tanımlarda göz önüne alındığında. İnsan hakları dilinin, insan hakları mücadelesinin gelişimine paralel olarak geliştiğini de söyleyebiliriz.

Engellinin kim, engelliliğin de ne olduğu açık bir biçimde ortaya konmayınca, engellilere yönelik geliştirilecek politikaların, yasaların ve hizmetlerin kapsamı da belirsizleşmektedir. Engelliliğin, her insanın yaşam sürecinde geçici veya sürekli olarak mutlaka yaşadığı, doğum veya ölüm kadar doğal bir olay olduğu bilincinin, toplumun tüm kesimlerince benimsenmesi gerekmektedir


*Hasan KAYA, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İnsan Hakları Hukuku Yüksek Lisans Programı Öğrencisi.
**Türkiye’de gerek “engellilik” konusuna ilişkin ayrıntılı bir kavram analizinin bugüne kadar yapılmamış olması, gerek “sakat”, “özürlü” ve “engelli” kavramlarının birbiri yerine geçebilen kavramlar olarak kullanılması gerekse uluslararası sözleşmelerin resmi çevirileri, ulusal mevzuatta bu konuda üç kavramında kullanılması nedeniyle gönderme yapılırken ve alıntılardan dolayı her üç kavramda kullanılacaktır. Ben makalemin yazımı sırasında Sakat ve özürlü kelimesinin yarattığı olumsuz imajdan dolayı tercih olarak “engelli” kelimesini kullanacağım.
4.Engelli Kadına Yönelik Yaklaşımlar

4.1.Dışlanma- Savunmasızlık- Ayırımcılık

Engelliler yaşadıkları toplumlarda birçok olumsuz tutum ve davranışla karşılaşabilmektedir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri farklılıklar gösterse de toplumların engellilere karşı tutum ve davranışları benzerlikler göstermektedir. Ekonomik, sosyal ve siyasî yapı bozuklukları, toplumların bilgi eksikliği, yetersizliği, aldırmazlığı, yanlış yaklaşımları, olumsuz tutumları, ayrımcılık ve fiziksel çevre koşulların yetersizliği engellilerin sıklıkla karşılaştıkları problemlerdendir. Engellilerin toplumlarda karşılaştıkları en önemli sorunlardan biri de onların üretici bireyler haline gelmelerini kısıtlayan tutumlardır. Çalışma yalnızca gelir getiren bir olgu olmayıp aynı zamanda engelli bireyin toplum içindeki konumunu da belirlemektedir. “Bireyin sosyal statü sahibi olması ve topluma tam katılımı, tüketici olmaktan çıkıp üretici olmasına bağlıdır. Bu üretkenlik özürlü insanlarımızın psikolojik durumları nedeniyle ayrı bir önem taşımaktadır. Özürlüleri toplumun dışına iten, onları üretici yerine tüketici yapan, sosyal bütünleşmelerini engelleyen en önemli sorun ise özürlü ayrımcılığıdır” (Aytaç, 2000).

Engelli kişiler, doğumlarından itibaren veya engelli kaldıkları andan başlayarak tüm yaşamları boyunca ayrımcılıkla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bazı yerlerde engelli çocukların dünyaya gelmesi, Tanrının, kullarının günahlarının cefasını çekmeleri için verdiği bir ceza veya gerçekleşen bir beddua olarak algılanmaktadır. Çoğu aile engelli çocuklarından hem utanmakta hem de endişeyle karışık korku duymaktadırlar. Aileler engelli çocuklarını toplum içine çıkarmamakta ve çocuklarının gelişimi için her hangi bir olanak sunmamaktadırlar. Engelli kişilerin toplum içine çıkmadığı yerlerde, engelli haklarının savunulması daha da çetrefilli bir hale gelmektedir.

Engelli kişilerin çoğu, sürekli bir muhtaç olma hali içinde, bağımlılık duygusu, aşağılık kompleksi ve kadere boyun eğerek teslimiyet duygusu geliştirmekte, yalnızlık ve terkedilmişlik hissine kapılmakta ve doğup yaşadığı toplumdan dışlandığını düşünmektedir. Bununla birlikte, engelli kişilerin karşılaştığı sorunların büyük bir bölümünün toplumsal kültürden veya bakış açısından ileri gelmediği açıktır. Kültürler ve engelliliğe ilişkin bakış açıları ülkeden ülkeye değişmekte olup, kırsal ve kentsel çevrenin engellilere yaklaşımı da birbirinden farklı olmaktadır.

Engelliler alanındaki tartışmalar içerisinde sıkça rastladığımız, “insan hakları kavramı” da gelişim süreci itibariyle bu değişikliklere işaret etmekte ve gelişimin bugün vardığı son nokta ile de yeni siyasal alternatifler sunmaktadır. Başta bireylerin salt insan olmalarından kaynaklanan ve hiçbir kurum ya da kişi tarafından bireylerin mahrum edilemeyeceği, siyasal ve bireysel hakları ilkeleştiren kavram, sonraları ekonomik, kültürel ve bireysel, kimisinde ise ekonomik, kültürel ve sosyal hakların vurgulandığı birçok bildirge ile geliştirilen kavram bugün artık üçüncü kuşak haklar olarak tanımlanan “dayanışma hakları” çerçevesinde tartışılmaktadır (Birinci Özürlüler Şûrası, 1999).

Ayrımcılık, her şeyden önce bir insan hakları konusu, insan haklarına yönelik temel bir saldırı olduğuna göre daha başka birçok ihlâlin ortaya çıkmasına da neden olmaktadır. Bireyin kendi hayatını kontrol etme hakkını ve yeteneğini kullanması insan olmanın temel, tanımlayıcı özelliklerinden biridir. Bu özellikleri engelleyen ayrımcılık bir insan hakları ihlâli olduğuna göre, ayrımcılık tanımı nasıl yapılabilir? BM İnsan Hakları Komitesi, 1989 yılındaki 37. Oturum’unda yaptığı 18 No.lu Genel Yorumu’nda ayrımcılığa ilişkin şu tanımı geliştirmiştir; “Komite Sözleşmelerde kullanılan ayrımcılık teriminin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik ya da diğer görüşler, ulusal ya da sosyal köken, mülkiyet, doğum ya da diğer statüler gibi herhangi bir zemin üzerine dayandırılan ve bütün hak ve özgürlüklerin eşit ölçüde bütün bireyler tarafından tanınmasını, kullanılmasını veya yararlanılmasını kaldırma veya zayıflatma amacına sahip, herhangi bir ayırma, dışlama, kısıtlama veya üstünlük tanıma olarak anlaşılması gerektiğine inanmaktadır”

Avrupa Konseyi’nin de, Avrupa İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesine Ek 12 nolu Protokolü benzer bir ayrımcılık tanımı yaparak, ayrımcılığı genel olarak yasaklar. Protokol’deki tanımda; “Kanunda öngörülen haklardan yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasî veya başka görüşler, ulusal ya da sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensubiyet, servet, doğum veya başka bir statüden kaynaklanan herhangi bir nedenle ayrım yapılmaksızın sağlanır. Hiç kimse herhangi bir kamu otoritesi tarafından, yukarıda sayılan gerekçelerle ayrımcılığa tâbi tutulamaz” denilmektedir ( Avrupa Komisyonu, 2000).

Anayasanın 10. maddesinde, “herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” denilerek ayrımcılık yasağı düzenlenmektedir. 2004 yılında yapılan değişiklikle kadın-erkek eşitliğine ilişkin vurgu yapılmış ve kadınlara yönelik ayrımcılık yasağı Anayasada daha güçlü ifade edilmiştir. (Ek: 7.5.2004-5170/1 md.)Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür (T.C. Anayasası, 1982).

Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’da ülkemizde özürlülerin toplumdan dışlanmasını marjinalleşmesini, engellemeye yönelik olarak, “devlet, insan onur ve haysiyetinin dokunulmazlığı temelinde, özürlülerin ve özürlülüğün her tür istismarına karşı sosyal politikalar geliştirir. Özürlüler aleyhine ayrımcılık yapılamaz; ayrımcılıkla mücadele özürlülere yönelik politikaların temel esasıdır” (Madde 4) denilmektedir. Yasa, özürlülerin toplumun ayrılmaz bir parçası olduğunu, bu nedenle ayrı tutulamayacağını, ayrımcılık yapılamayacağını beyan etmektedir. Yasa aynı zamanda tüm engellileri sosyal güvenlik haklarından yararlandırmayı, kamusal ulaştırma araçlarına ve binalara erişimi kolaylaştırmayı mümkün hale getirmeyi hedeflemektedir. Yasa, ayrımcı olmamayı, uygun sosyal güvenceyi, sosyal hizmetleri ve engellilerin ihtiyaçlarına yanıt verecek mevcut ve gerçekleştirilebilir düzenlemeleri kapsamaktadır. “İnsan yaratıcı olma gücü ve yetenekleri ile toplumun bir parçasıdır. Bedensel ve zihinsel özürlülerle, sağlıklı insanlar arasında sosyal hak ve görevler açısından bir fark bulunmamaktadır. Ancak bu kişiler vücudun önemli fonksiyonlarını yerine getirirken güçlükler yaşamakta, başkalarının yardımına veya gerekli alet, araç ve gereçlere ihtiyaç duymaktadırlar. Normal kişi ile özürlü kişi arasında meydana gelebilecek bazı ayrıcalıkları ortadan kaldırmak ve onları toplumla kaynaştırmak, sosyal devletin önemli görevleri arasındadır” (Aytaç, 2000).

Kadınların bütün toplumlarda dışlandığı ve eşcinsellerden sonra dışlanan önemli bir grup olduğu bilinmektedir. Ancak özürlüler de her ikisinden daha fazla dışlanmaktadırlar. Özürlü grupların içinde ise en çok kadınların dışlandığı ve hatta özürlü bir kadın olmaktan dolayı haklarından mahrum kaldığı, şiddete uğradığı bilinmektedir (Küçükkaraca, 2005:49-51).

Kadınlar genellikle cinsiyet nedeniyle ayrımcılığa uğrarken, özürlü kadınlar hem kadın hem de özürlü olmaları nedeniyle çifte ayrımcılığa uğramaktadırlar.

Ayrımcılığa karşı olma aynı zamanda bir duruşu da beraberinde getirmektedir. Ayrımcı bakış açısı aslında bedenler üzerinden yürütülen bir iktidar savaşıdır. Diğerinin ötekileştirilmesi ırkçılık anlayışının farklı bir yansımasıdır.“İnsan hakları hareketinin belki de başlangıcı, insanın insanileştirilmesi, insanlaştırılmasıdır” (Tarhanlı, 2003:6). İnsan hakları için mücadele “herkesin farklı ve herkesin eşit olduğu”na inanmaktan geçer.

5.Sonuç

Çağdaş demokrasi anlayışına göre çağdaş toplumlarda, artık insanların fakir, cahil, engelli, genç, yaşlı, kadın ya da erkek olmaları, onların haklarını kullanmalarını engellememektedir. Bu nedenle, bedensel veya zihinsel engeli olanların sorumluluğu, teorik olarak sadece ailelerine değil, aynı zamanda topluma ve ülke yönetimlerine de düşmektedir.

Engellilerin insan haklarının korunması ve toplumsal yaşamdan dışlanmadan ayrımcılığa maruz kalmadan yaşamlarını sürdürülebilmelerinin temel insan hakları sorunlarından biri olduğu, uluslar arası insan hakları örgütleri ve diğer örgütler tarafından son yıllarda daha fazla dile getirilir olmuştur. Dünya Bankası Başkanı Wolfensohn (2002) “Engelli insanları toplumun sokak köşelerinden ve arka sokaklarından çekip çıkarmak ve ulusal hayatın faaliyet alanında başarılı olmaları için gerekli gücü sağlamak, birçoğunun, tüm dünyadaki son derece fakir olan insanların yaşamlarına oranla ilerleme kaydetmeleri konusunda hayli yararlı olacaktır” demiştir.

Birleşmiş Milletlerin engellilerle ilgili eski Raportörü Lindquist (2003), “Sakatlık, bir insan hakları meselesidir. Engelli insanlar, toplumda rol alma fırsatından mahrum bırakıldıkları sürece, kimse İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin gayelerinin başarıya ulaştığını iddia edemez” diyerek, engellilerin insan haklarının korunmadığı bir dünyada insan haklarının korunduğunu söylemenin güçlüğüne işaret etmiştir.

Engellilerin sorunları salt, ekonomik yaklaşımlarla, maaş bağlamak vb. açılımlarla çözülemez, sosyal, kültürel, siyasal hakları verilmeden, engelliyi birey olarak kabul etmeden, ne yoksulluktan ne de yoksunluktan kurtarabiliriz. Tek başına yasal düzenlemeler, sorunları çözmez, tam tersine sorunların çözümsüzlüğünü de içinde barındırır. Önemli olan o yasaların sokakta ve sokaktaki kişi tarafından ne kadar algılanabildiği ve uygulanabildiğidir. Engelli kadınların yaşadığı sosyal dışlanma ve işsizlik gibi sorunlar, diğer dezavantajlı (çocuklar, yaşlılar, hastalar, etnik, dinsel gruplar v.b.) grupların yaşadıklarından ayrı düşünülemez. Yoksulluk sorununu sadece çalışma/çalışmama olarak ele almak, sorunun çözümünü daha başlangıçtan terk etmek demektir. Sosyal devlet ekonomik yoksunluk içerisindeki kişilere yapacağı yardımı sadece çalışanlar üzerinden değil, ihtiyacı olan herkese, hiç bir gerekçe göstermeden, hiç bir ön şart aramadan, vatandaşlık temelinde vermelidir. Yoksul insanların hayata tutunacakları asgari gelir alma hakları vardır. Engellilerin insan hakları hareketi, genel insan hakları hareketinden bağımsızlaştırılamaz. Diğerini ötekileştirmeden “ya bu, ya şu” yerine “hem o, hem bu” diyebilmeliyiz, Bireyi bireyin, bireyi toplumun, bireyi devletin, karşısında güçlendirmeden, kültürler arasında iletişimi sağlamadan, engellilerin kendi daracık kapalı alanlarından, açık toplumsal alanlara çıkmalarına öncülük etmeden, özgürlüğü savunmadan eşitliği sağlayamayız. Unutulmamalı ki “Herkes Farklı, Herkes Eşit”.

“İnsan hakları” evrenseldir ve engelli kadınlar da bu evrenin diğer üyeleri gibi saygın, vazgeçilmez ve asli bir parçasıdır. Politika oluşturma, karar alma ve uygulama süreçlerinde amaçlanan hedeflere ulaşılması, ancak toplumun bilinçlendirilerek, kadınlar ve engelliler lehine karşımıza çıkan tablonun iyileştirilmesi ile olanaklıdır. Engellilerin yaşadıkları sorunları bireyci-tıbbi bakımın yansıması olan rehabilitasyon temelli anlayışın amacı engellilerin topluma uyumunu sağlamak olmuştur. Bu anlayış engellileri tedavi edilmesi gereken hastalar olarak görmektedir. Burada rehabilite çalışmalarını tersine çevirmek, engelli olmayanların, engellilerle birlikte nasıl yaşaması gerektiğini göstermek, böylece engellilerin yaşadıklarının salt fiziksel yetersizliklerinden değil, toplumun inkarcı tavrından kaynaklandığı anlayışının güçlenmesine ve sosyal politika oluşturulması sürecinde bu anlayışın yasal düzenlemelere yansıtılmasında önemli bir adım olacaktır.

Engeli kimliğinin oluşumunda STK’lara önemli görev ve sorumluluk düşmektedir. Türkiye’de engellilere yönelik çalışan dernekler sorunların nedeninden çok sonuçlarıyla ilgilenmekte, kalıcı çözümler yerine yardım isteyen kurumlar haline gelerek günü kurtarmaktadırlar. Kadın ve engelli dernekleri bir platform etrafında bir araya gelerek sosyal politikaların oluşturulmasında etkin bir rol alacaklardır. Kadın ve Engellilerin insan haklarının tanınması, korunması, güçlendirilmesi ve geliştirilmesi açısından böyle bir işbirliği ivedelik göstermektedir.

Engelli kadınları, kendi gereksinimlerini ifade etme, seslerini duyurma, karar alma süreçlerine aktif ve eşit derecede katılma, yani kendi kaderlerini belirleme hakkını kullanma mücadelesinde, onları destekleyecek ve güçlendirecek her alanda sosyal politika ve düzenlemelere gereksinim vardır.

Engellilik, bir İnsan Hakları meselesidir.

*Hasan KAYA, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İnsan Hakları Hukuku Yüksek Lisans Programı Öğrencisi.

KAYNAKLAR

Abu Habib, L. (1995). Women and Disability Don’t Mix: Double Discrimination and Disabled Women Rights, Gend Dev. Haziran 3(2): 49-53.

Aytaç, S. (2000). Özürlülerin Rehabilitasyonunun Artan Önemi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü Dergisi, Cilt:2, Sayı:2:

Galtung, J. 1999. Başka Açıdan İnsan Hakları, Metis Yayınları, İstanbul Bir

Gül, İ. Işıl. Fiziksel Engellilerin Uluslararası Hukukta Korunması ve Uluslar arası Standartların İç Hukuka Yansıması, Doktora Tezi,İstanbul .2006, s.6-7.

Kaboğlu, İ. (1994). Özgürlükler Hukuku, Kitapevi Kelepir, İstanbul.

Karataş, K.& Duyan, G. Ç. (2005). İnsan hakları Açısından Engelli kadınlar ve Sorunları Engelli Kadınların Sorunları ve Çözümleri Sempozyumu Kocaeli 29- 30 Nisan 2005: 56-62.

Osunluk, H& Uğurlu, B. (2005). Engelli Kadınlar ve Ayrımcılık ÖZ-VERİ Dergisi, Mayıs 2005.

Küçükkaraca, N. (2005). Feminizm ve Engelli Kadın, Engelli Kadınların Sorunları ve Çözümleri Sempozyumu Kocaeli 29- 30 Nisan 2005: 49-51.

Tarhanlı, T. İnsansız Yönetim Türkiye’de İnsan Hakları. Dost Kitabevi Yayınları. 2003, Ankara.

www.calisma.gov.tr, Erişim Tarihi: 03.05.2007, T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Resmi Sitesi

www.ssk.gov.tr, Erişim Tarihi: 16.05.2007, T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı – Sosyal Sigortalar Kurumu Resmi Sitesi

www.alomaliye.com, Erişim Tarihi: 24.04.2007, T.C. Maliye Bakanlığı Resmi Sitesi

www.emekli.gov.tr, Erişim Tarihi: 26.09.2007, T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Resmi Sitesi

www.bagkur.gov.tr, Erişim Tarihi: 25.09.2007, T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Resmi Sitesi-2007

www.sydgm.gov.tr, Erişim Tarihi: 05.07.2007- T.C. Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma Ve Dayanışma Genel Müdürlüğü Resmi Sitesi.

www.canaktan.org, Erişim Tarihi. 07.07.2007- Prof.. Dr. Çoşkun Can AKTAN web Sayfası.

www.sosyalhizmetuzmani.org, Erişim Tarihi: 10.08.2007, Sosyal Hizmet Uzmanı WEB Sayfası.

http://www.spf.boun.edu.tr, Erişim Tarihi: 10.09.2007, T.C. Boğaziçi Üniversitesi, Sosyal Politika Formu Sitesi.

BM- İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi

BM- Kadınlara karşı Her türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi

http://www.un.org.tr/UN2/ - Erişim Tarihi: 13.09.2007, Birleşmiş Milletler Resmi Sitesi

T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı (2004). T.C. Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Türkiye Özürlüler Araştırması 2002, Yayın No: 2913. T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı (2004) Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası- Ankara, Temmuz 2004

Birinci Özürlüler Şûrası (1999). Çağdaş toplum Çağdaş Yaşam ve Özürlüler, Ön Komisyon Raporları Ankara: 65. Ankara: Takav Matbaacılık, 2000

Avrupa Konseyi, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesine Ek 12 Numaralı Protokol, Roma, 4.11.2000

Pınar, İ. (2007). T.C. Anayasa 1980 Anayasası, Seçkin Yayıncılık, Ankara

Tosun, T. & Ersev, G. (2003). Uluslararası Engelliler Organizayonu-Vox Nostra, Bizim Günümüz 3 Aralık, Uluslararası Engelliler Günü El Kitabı,
 
 
 
 

 

 


Yasal Uyarı , Gizlilik Beyanı ve Künye  

sosyalhizmetuzmani.org © Bütün hakları saklıdır.