Hani hep deyip de inanmadığımız bir söz vardır: “
Hepimiz potansiyel olarak engelliyiz. “ diye. İşte ben o
sözün nasıl gerçekleştiğini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Genç, güzel, sevilen, başarılı olan benim bir anda,
kazayla bile değil baş ağrısı sebebiyle değişen hayatımı
çok kısaca anlatıp, sizlere hayatın gerçeklerinden
bahsedeceğim. Bahsedeceğim ki hazırlıklı olun,
bahsedeceğim ki etrafınızdaki engelli bireylerle empati
kurun, bahsedeceğim ki mücadeleci olun ve asla yılmayın,
bahsedeceğim ki bulunduğunuz durumdan şikayet etmeyin ve
şükredin.
Ben birkaç gün süren baş ağrısının son gününde doktora
gitmek için evden çıktığım o andan sonrayı ve o anı
müteakip iki ayı hatırlamıyorum. Yoğun bakımdan çıktıktan
sonra da dört beş ayı kah hatırlıyorum kah hatırlamıyorum
ama başımı bile çeviremediğimi ve çektiğim o ızdırapları o
kadar iyi hatırlıyorum ki. Hastanede kaldığım yirmi bir
ayın sekiz ayında yatakta tedavi gördüm ama inanamadım,
rüyada olmalıydım, konuşamıyordum, yemek yiyemiyordum, ben
sapasağlamdım yok ben bu kabustan uyanacaktım.
Ama uyanmadım o zaman anladım ki bu
rüya değilmiş. Daha sonra durumumu kabullendim, bu
kabullenişte zor olmadı fıtratım itibariyle. Düşünsenize o
dalyan gibi, becerikli kız gitmiş yerine hareketsiz,
konuşamayan ve asimetrik biri gelmişti. Güzelliğin g
sinden eser kalmamıştı. Hiçbir zaman ne annem, ne babam,
ne de etrafımdaki insanlar durumumdan dolayı benden
utanmadılar ve her yere girip çıktım. Sadece bakışlardan
rahatsız oldum, sanki uzaydan gelmiştim.
Bazen insanlar iletişimde bulunmaya çalışırken iletişime
geçmek bir yana sorularıyla o kadar rahatsızlık veriyorlar
ki. Zaten konuşurlarken, soru sorarlarken çoğunlukla ben
muhatap alınmıyorum, benim yerime yanımdakine soruyorlar.
Ve ben bunu hiç anlamış değilim. Yoksa beni adamdan mı
saymıyorlar? Benim ağzım,dilim yok mu? Bazen bu duruma o
kadar illet oluyordum ki anlatamam.
Zaman ah vah deyip üzülme değil, mücadele etme,
kaybettiklerimi geri kazanmak için savaşma zamanıydı. Daha
yirmi iki yaşındaydım fakat gerçeklerin de farkındaydım.
İğneyle tünel kazmaya başladım ama bu yolda yalnız
değildim Allah’ tan sonra iki yardımcım daha vardı annem
ve babam yada babam ve annem. Annelerin çocuklarının hep
yanında olması alışılmıştır ama babalar istisnadır, işte
benim babam da o çok az olan istisnaların içindedir.
Başarımda da büyük pay sahibidir.
Doktorların yaşamaz, yaşasa da yatakta kalır dedikleri iki
kere öbür dünyaya gidip gelen ben yılmadan çalışarak
yürüdüm normal olmasa da konuştum ve ağzımdan yemek yemeye
başladım.
Büyük bir azimle, olumsuz bütün şartlara rağmen yarım
kalan okulumu sınavdan sınava gidip soruların cevabını o
az çıkan sesimle ve sorunlu nefesimle vererek bitirdim,
avukat oldum ve yüksek lisans yapıyorum.
Gerçi derslere gidebilseydim bile sağ
kulağım duymuyordu, kalabalık başımı döndürüyordu ve o
koskoca anfide hocanın anlattıklarını nasıl duyacaktım?
Evet çok büyük bir mücadele verdim ve veriyorum. Engelli
olmanın vermiş olduğu bütün sıkıntıları yaşıyorum. Beni
tanımadan önce insanlar pek kaile almıyorlar çünkü ben
engelliyim. Tanıdıktan sonra da çok şaşırıp takdir
ediyorlar çünkü yine ben engelliyim. Hayret! Nasıl olmuş
da başarılı olmuşum, beni tanımayan bazı aklı evvellere
göre işte öylesine.
Ben sonradan engelli olmanın vermiş olduğu sıkıntılarla
boğuşuyorum, iyileşeceğim inanıyorum ve biliyorum. Peki
diğer engelliler? Neden onlara gereken önemi vermiyoruz,
başarılı olmaları için yollarını açmıyoruz ve acıyarak vah
vah diyerek bakıyoruz? Durun ben size cevabını vereyim.
Çünkü bu konuda cahiliz. Okumuş olmak, iyi üniversiteler
bitirmek bu konuda bilgi sahibi olup, empati kurmaya
yetmez.
Çok güzel bir atasözümüz var: “ Ağaç
yaşken eğilir. “ diye. Hakikaten engelli bilincinin
eğitimi çocukken verilmeli. Gerçi şu son senelerde
insanlar yapılan programlar sayesinde daha bilinçlendi.
Ama tıpkı bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ilkokulda bu
eğitim verilse her şey daha güzel olacak.
Engellilere karşı tutumlarımız insan hakları evrensel
beyannamesinde “ Bütün insanlar özgür, onur ve haklar
bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler,
birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
“ ifadesiyle vücut bulur, bize düşen de hayata
geçirmektir.
Ben körlük, sağırlık yada adı başka olan bir oyun
oynamadım ama ne kadar zor bir oyun olduğunu tahmin
edebiliyorum. Çünkü zihinsel engel hariç en ağırından
hafife doğru engelleri yaşadım. Kör olmadım ama görme
engelini de haddinden fazla çift görerek, dünyamı
döndürecek şekilde yaşadım.
Tabi ki engellilerin sorunlarıyla ilgilenen, o sorunları
kendine dert etmiş çok değerli kişiler var ama yeterli
değil. Kendime şu soruları soruyorum: “ İnsanların
engellileri anlayabilmeleri ve empati kurmaları için acaba
hayatlarının bir bölümünü engelli olarak geçirmeleri mi
gerekiyor? “ Yada illa yüreği yanan kişilerin mi
engellilerin sorunlarıyla uğraşması gerekiyor?