1. Bizdeki kolaycı
social work çeviricileri community sözcüğünü düşünmeden toplum diye
çeviriyorlar. Yapılan çevirileri izleyiniz lütfen. DSÇG evrensel
afişinin Türkçeye çevirisine bir dikkatlice bakın. Hep toplum
dendiğini göreceksiniz. Oysa İngilizcesinde topluluk denmektedir.
Çünkü sosyal çalışmacılar toplulukla çalışırlar, toplumla değil.
Oysa toplumbilimin başlangıcındanberi en büyük yaratısı toplumla
topluluğu ayırmak olmuştur. İngilizcede society toplum, community
topluluktur. Almanca’da Gesellschaft toplum, Gemeinschaft topluluktur.
Arapçada cemiyet toplum, cemaat topluluktur. Bu ikisi arasındaki fark
Alman toplumbilimci Ferdinand Tönnies tarafından daha 1887 yılında
yazdığı kitapla ortaya konulmuştur. O kitabın adı da Gemeinschaft und
Gesellschaft’tır. Bu ayrım ve bu kitap dünya sosyolojisi tarihinde
kilometre taşı olmuş ve toplumbilimin daha derinleşemesini
sağlamıştır.
Biz bugün Türkiye’de Türkiye sosyal çalışmacıları demeyeyim, “sosyal
hizmet uzmanı yetiştiren akademisyenler” hala ve hala Gemeinschaft’ı,
yani community’i toplum diye çeviriyor ve kullanıyorlar. Yıl 2018.
Tönnies’den 131 yıl sonra toplumla topluluğu ayıramayan bir topluluk!
Bu topluluk içinden bir makale de çıkmadı bugüne değin; hayır, sosyal
çalışma toplulukla değil toplumla yapılır, biz doğru diyoruz diyen!
Bütün dünya toplulukla toplumu beyninde, algısında iki ayrı ve farklı
kavram olarak düşünür ve kullanırken bugün bizim “sosyal hizmet
akademisyenleri” hem cemiyete hem cemaate toplum diyerek hem
kendilerinin hem yıllar içinde öğrencilerinin beyinlerini ve
algılarını %50 daraltıyorlar. Aynı, sosyal çalışma ve sosyal hizmet
içeriklerini tek kavrama indirgeyip kendi ve öğrencilerin beyinlerini
%50 daralttıkları gibi. Daha birçok kavramda da durum budur. Böyle bir
beyin gelişebilir mi? Yeni düşüncelere açık olabilir mi? Sorarım size.
Bir de soruyorsunuz Türkiye’de neden bizi kimse anlamıyor diye.
Anlatanlar anlıyor mu? Önce onu soracaksınız.
Sosyal çalışmacı toplumla çalışmaz, toplulukla çalışır. Bunu
unutmayalım. Toplumla çalışana sadece politikacılarla halkla ilişkiler
öğrenimi görenlerdir. Daha ABD’de 1900’lerde ilk sanayie dayalı
toplulukların oluşmaya başladıkları zamanlardan beri böyle. Bizde de
toplumla çalışılır diye baktıkları için ve ABD’den çevrilen toplulukla
çalışma yöntemleri de toplumla çalışmaya uymadığı için toplumla nasıl
çalışılacağı da bilinemiyor maalesef. Bu durumda da mesleki düşünce
gelişemiyor.
Dolayısıyla DSÇG yürütücüleri iki yıldır konu kapsamlarına sosyal
çalışmanın çalışma odaklarından biri ve en büyüğü olan topluluğu
alıyorlar. Topluluklarda çevresel kalkınma konusunda sürdürülebilir
bir algı geliştirilmesini öneriyorlar. Önce bunu tam bir anlamalıyız.
Bunu anlarsak toplulukla çalışmaya başlamayı da akıl edebiliriz. Biz
toplum dediğimiz için toplumla da bir sosyal çalışmacının
çalışamayacağı hissedildiğinden yıllardır toplum demekle yetiniyor ve
uygulamanın dışında kalıyoruz. Sonra da bizim mesleği algılamıyorlar
deniyor. Uygulaması olmayan bir şey halk tarafından nasıl algılanır
ki? Hatta neden algılansın ki?
Bu kavramları doğru algılamayınca doğru düşünce üretemiyoruz. Doğru
düşünce üretemeyince doğru uygulamaları yaratamıyor; başlatamıyoruz.
Doğru uygulama yapamayan bir meslek olarak sosyal çalışma, Türkiye’de
henüz, değil topluluk ve çevre bağlantısını kurabilecek; bununla
ilgili bir hazırlık düzeyinde bile değildir.
(Toplulukla çalışmanın alışılmadık olduğunu söyleyenler için: Elbette
yıllarca söylenmiş sözcükler, terimler daha bir yerleşmişi varken
kulakları tırmalamıyor olabilir. Ancak toplulukla çalışma, topluluksal
sürdürülebilirlik gibi terimler de kullanıldıkça yerleşecek ve
sıcaklık kazanacaktır. “Müracatçı” (böyle yazanlar çok var) sözcüğüne
alışan beyinler ve giderek değişmeyen algılar topluluksal sözcüğüne mi
alışamayacak, değil mi?)
2. Gelelim promoting sözcüğüne. Bunun da teşvik diye çevrilmesi
kolay oluyor, ama burada anlaşılması istenen o değil. Zaten uymuyor.
Teşvik zaten varolan bir şey konusunda daha isteklilendirmek demektir.
Türkiye’de ne topluluklarda ne toplumda çevre duyarlığı ne kadar var?
Istanbul Belediyesi tarafından üst geçitlere duyuru yazmışlar.
Denizden şu kadar ton çöp topladık diye. Sadece bir örnek! (Şu
sıralara askıda duruyor.)
Promoting sözcüğü birçok Türkçe sözcükle karşılanabilir. En uygun
sözcük herhalde yükseltmek, önayak olmak, canlandırmak gibi
sözcüklerdir. Topluluksal ve çevresel sürdürülebilirlikte evrensel
boyutta bir tehlike var ki bu konu yüceltilsin, öne çıkarılsın ve bir
yıl daha tartışılsın isteniyor. Bizde çok kullanılan terimle
farkındalık yaratılsın isteniyor. Nasıl yaratılacak farkındalık?
Topluluklarla, yani çoğunlukla yerelde çalışacaksın; oralarda sürekli
konuşacaksın; projeler yapacaksın; konuşmalarında sürdürülebilirliği
sürekli öne çıkaracaksın ve dolayısıyla sürdürülebilirlik, yani
istenen konuda süreklilik sağlanacak böylece.
Kuşkusuz başka sözcükler de uygun olabilir, ancak ben promoting
sözcüğünü bu bağlamda geliştirme olarak kullanmak istiyorum. Çünkü
sonuç budur.
3. Bu özel günün İngilizcesindeki bir başka kavram social
work’tur. Yani Dünya Sosyal Çalışma Günü. Buna Türkçeleştirirken
sosyal hizmet günü derseniz anlam değişecektir. Çünkü herkes o kavramı
sizin gibi social work olarak anlamıyor. Gerçek anlamında anlıyor.
ABD’de konan ve evrenselleşen anlam bozulacaktır. Hemen bir tepkinin
hızla geleceğini bekliyorum. Biz ABD ile aynısını yapmak zorunda
mıyız, denecek. Tabii ki değilsiniz. Hatta bu gün Avrupa’dan çıktığı
için isterseniz kutlamayabilirsiniz de. Ancak kutluyorsanız doğru
kavramları kullanmak zorundasınız. Üstelik konu ABD’yi Avrupa’yı
aşmış, evrenselleşmiştir. Dünyanın her yerinde sosyal çalışma günü
kutlanmaktadır, sosyal hizmet günü değil. Siz de yılın bir başka
gününü alın, sosyal hizmet günü deyin ve kutlayın. Belki o da bir gün
evrenselleşir. Örneğin Dünya Sosyal Yardım Gününü siz başlatın! (Bu
arada “19 Ağustos Dünya İnsani Yardım Günü” var. Buna sosyal hizmet
diyebilirsiniz. Çünkü sosyal hizmet insanîdir.)
Dünyadaki genel anlayış ve düzenlemeler de bu çerçevededir. Örneğin,
Dünya Tıp Günü, Dünya Öğretmenler Günü, Dünya Avukatlar günü… Hep bir
mesleğin ve o mesleğin elemanlarının günü olarak oluşmuştur ve öyle
kutlanır. Örneğin, eğitim alanında da çalışsa herkesin öğretmenler
günü kutlanmaz, öğretmenin kutlanır. Avukatın günü kutlanırken savcı
ve yargıcın günü de kutlanmaz. Adalet günü derseniz zaten kimsenin
kutlanamaz. Adalete farkındalık için düzenlenir öyle günler.
Gene diyeceksiniz ki, hah! Sosyal hizmete farkındalık! Yapın tabii.
Sosyal Hizmet Günü oluşturun ve farkındalık programları yapın. Ama bu
sosyal çalışma günü. Hem yurtdışından alacaksınız, hem kendinize
benzeteceksiniz. Anlamsız bir uyanıklık!
Sözün özü, sosyal hizmet gününde sosyal hizmet alanlarında çalışan tüm
mesleklerle birlikte sosyal hizmet alanları ve sorunları irdelenirken,
sosyal çalışma gününde sosyal çalışma mesleğinin ve meslek
elemanlarının sorunları irdelenir. Bizde bu ayrım da yok. Çok daha
kötüsü var. Tamam, ben sosyal hizmet diyorum ama sosyal çalışmayı
kastediyorum, diyorlar. Ben elma diyorum ama elmayı armut olarak
anlıyorum. Sen de öyle anla; gibi bir şey! Böyle bir mantık
anlaşılabilir olabilir mi? Kavramlar doğru anlamak ve doğru uygulamak
için vardır.
Bu nedenle ben bu bağlamda sosyal çalışma kavramını kullanıyorum.
Çünkü IFSW diyor ki sayfasında; tüm sosyal çalışma ortakları ve
üyeleri, logolarını IFSW logosunun yanında ekleyerek WSWD posterini
ortak marka olarak sunabilirler (agy). Demek evrensel bir ortaklık
aranıyor ve sen bu ortaklığa girme iradesi gösteriyorsun. O zaman
ortaklığın gereğini yapacak, ortaklarının kullandığı terimleri
çarpıtmayacaksın. 46 dile çevrilen poster bir tek Türkiye’de
anlamından çıkartılarak çevriliyorsa sorun sözcükte değil, çevrilen
ülkede bir sıkıntı vardır.
Bu üç temele kavrayıştan sonra gelelim topluluksal ve çevresel
sürdürülebilirliğin ne demek olduğuna. Şimdi içeriği daha kolay
anlayabiliriz.
Topluluklarla ilgili olarak bir sıkıntı yaşandığı düşünülüyor Dünyada.
Topluluklar yereldir ve içinde bulunduğu toplumun her tavır ve
düşüncesini aynen yansıtamaz. Çünkü içine dönük olabilir; çünkü
yereldir; çünkü etniktir; çünkü alt kültür farklarıyla donanıktır.
Toplum topluluğu etkileme durumundadır. Bir ölçüde etkiler de.
Topluluk topluma gitmez. Topluluk toplumdan uzun evrede etkilenmekle
birlikte yerinde durur. Oysa toplum topluluğa gider ve onu
değiştirmeye çalışır.
Örneğin tüm toplumu kucaklayan ve kapsayan bakanlıktan hekimler gider,
jandarma gider, merkezden atanan öğretmen gider, yargıçlar gider,
savcılar gider, polis gider, depremde merkezi acil yardım gider.
Merkez, yani tüm toplumun temsilcileri yerel olan topluluklara giderek
onlara hizmet verir. Toplum ve topluluk farkı daha iyi anlaşılsın diye
bir şey daha söylemek istiyorum. Genelde topluluk topluma vergi verir,
hizmet elemanı verir, asker verir.
Topluluktan aldığıyla tüm toplumu temsil eden kurumlar topluluklara
hizmetler sunarlar. Teknik hizmetler, sosyal hizmetler, adalet
hizmetleri, eğitim ve sağlık hizmetleri gibi…
Genelde toplulukta birincil ilişkiler ağırlıktadır; toplum ikinci
ilişkiler içinde yaşar. (Özellikle feodal toplumsal düzenden
endüstriyel toplum düzenine geçiş tamamlanmamışsa bu böyledir. Örnek,
Türkiye.)
Toplum, içinde yeralan topluluklara – olumlu anlamda söylüyorum –
müdahale eder. Oralarda yol yapar, bina yapar, okul götürür, cami
götürür vb. Topluluğun topluma müdahalesi sözkonusu olamaz. Kısa
evreli tepkiler verebilir ancak. Protestolar yapar en fazla.
Dolayısıyla, burada belirtilen farklara dayalı olarak toplulukların
toplum düzleminde düşünmeleri güçtür. Dertlerini anlatmaları da zaman
alır.
Toplumsal kurumlarıyla donanık örgütlü toplumun topluluğa müdahale
araçlarından biri de sosyal çalışma mesleğidir.
Madem ki sosyal çalışma sorunsuz, mutlu bir sosyal ilişkiler yaşayan
toplumu hedefler, o zaman sosyal ilişkileri sorunlu olan topluluklarla
çalışmak görevleri arasındadır. Bunun için tarihsel süreç içinde
geliştirdiği yöntemleri vardır.
Kaldı ki bir topluluğun biyopsikososyal sağlığı olumsuz çevresel
koşullar nedeniyle bozulabilir. Bu üçlü ayağın sosyal ayağının
tedavicisidir sosyal çalışmacı. Nasıl müdahale etmez böyle bir
durumda? Üzerinde yaşayan topluluklarda kanser üreten jeolojik bir
yapının örneklerini Türkiye’de de görmekteyiz.
Temiz bir çevre, klimatize edilmiş temiz bir çevrenin yaratılmasında
sosyal çalışmacının da görevleri olmalıdır. Çünkü çevre insanlarla
etkileşim içindedir ve o etkileşimin biçimi insanın ruhsal ve bedensel
sağlıklarını etkilediği gibi sosyal sağlığını da belirlemektedir.
İklimi sürekli kapalı bir coğrafyada yaşayan toplulukların depresyon
riskleri yüksek olacaktır. (Daha bu aşamadayken küresel ısınma ve
bunun yaratacağı sosyal sorunlara hiç girmek istemiyorum. Önce ilk
adımlar atılmalı ilerleyebilmek için.)
Keskin bir fark olsun: Ormanlık bir bölgenin yerlileriyle çöl
topluluklarının yaşam farklarından ötürür sosyal ilişkileri, sosyal
iletişimleri ve sosyal sağlıkları farklı olacaktır.
Sosyal çalışmanın coğrafya etkisi ile dostça ilişki kurması ve
sosyalle coğrafya özellikleri arasındaki olumsuz etkileşimleri
olumluya çevirmeye çalışması sosyal çalışmacının sosyal coğrafya
algısına sahip olmasıyla olanaklıdır. İnsanda ve sosyal ilişkilerinde
sorun yaratan bir coğrafyada insanı önceleyen, varolan coğrafya ile o
coğrafyada yaşayanların barıştıran çalışmaların disipliner algısına
neden sosyal coğrafya denmesin?
Coğrafya dışında ekonomik, kültürel ve sosyal düzeyin içinde yaşanılan
toplumun ekonomik, külltürel ve sosyal düzeyinin altında olduğu
toplulukların genel toplum düzeyine çekilmesi için de sosyal
çalışmanın mesleki görevleri vardır. Örneğin, temizlik algısı
geliştirilebilir. Köyde su kuyusu açımı için kaynak bulunup imece
başlatılabilir. Kız çocuklarının eğitime özendirilmesi sağlanabilir.
Çocuk evliliklerin o toplumun gündelik yaşamının dışına çıkarılmasını
sağlayacak çok çeşitli etkinliklerle yeni etkileşimler yaratılabilir.
Düğünlerde havaya silah sıkmanın topluluğun bireylerinin algılarını
değiştirerek vazgeçmeleri için birşeyler yapılabilir. Ormanların
tahribine karşı orman köylülerinin, yani yerelin duyarlı olmasının
sağlanması için çalışmalar yapılabilir. Pikniklerde, gezilerde,
dolaşmalarda çevrenin, bu bağlamda denizlerin, kirletilmemesi için
duyarlık başlatabilir. Sosyal çalışmanın bir toplulukta yapması
gereken o denli çok şey var ki!
Kuşkusuz bunları mesleksel hedeflerine uygun olarak ve mesleki
yöntemlerini kullanarak yaparken kamuyla, yerelle, sivil toplumla
çalışır. Bu süreçte ilgili diğer sosyal mesleklerle işbirliği yapar.
Elele verir. Kendisini sevdirir; onları severek ve güvenerek yaklaşır.
Çevresiyle barışık bir topluluk sosyal çalışmacıların SÜRDÜRÜLEBİLİR,
kesintisiz çalışmalarıyla sağlanabilir. Bunun için ille merkezden
gitmek gerekmez. Belediyelerde danışma bürolarıyla, topluluk
merkezleriyle sosyal çalışma yerelde çalışmalıdır.
Bu konuları Türkiye sosyal çalışması önce kendi içinde, sonra diğer
sosyal mesleklerle görüşmeler yaparak ve sonra merkezi ve siyasete
kendisini anlatarak tartışmalıdır. Topluluk ve çevreyi kendisine
gündem olarak almalıdır. Mesleki örgütleriyle, akademik kuruluşlarıyla
ve yerel topluluklarıyla başlamalıdır. En azından 2018 yılında artık
buna başlamalıdır.
Benim öğrencilik yıllarımda toplulukla çalışma, topluluk örgütlenmesi,
topluluksal planlama çalışmaları daha bilinir, siyaset ve kamu
tarafından kabul edilebilir bir düzeydeydi. Sonra herhalde önce sosyal
çalışma mesleği içinde bu heyecan söndü ve gündemden çıkarıldı bu
konular. Zaman akıyor. Başka gündemler geliyor. Dünya gene 1960’ların
çevre katliamlarına karşı yerel duyarlıkların artırılması noktasına
geri döndü. Çünkü tahribat çok fazlalaştı. Artık tüm dünyayı tehdit
etme noktasında. Kutuplarda buzullar eriyor. Ormanlar kasıtlı
yakılıyor. Hollanda’nın suya gömüleceği tarihler veriliyor. Vb.
Tüm bu yazdıklarıma ek olarak, maalesef yazım tarihini veremeyeceğim
ama (internette yazıların sonuna yazım ya da yayın tarihleri
yazılabilir), sosyalhizmetuzmani.org sayfasında yayınlanmış Sosyal
Çalışmacı Umut Yanardağ’ın 2017 yılı DSÇG nedeniyle yazdığı yazısından
anlaşılan ve bilgilendirici güzel makalesinde sosyal çalışmacılar için
dört öneri getiriyor. Bunlara katıldığımı belirtmeliyim.
Diyor ki:
“…ilk olarak çevresel duyarlılığımızın ne olduğunu anlamalı,
yaşamımızda çevre ile olan ilişkimizi tanımalıyız.
“İkinci olarak, bir profesyonel olarak sosyal çalışmacı rollerinin
yanında, aynı sorunu yaşayan ve o sorunu çözmek için bir araya gelen
insanların içinde bir birey olarak oluşturduğumuz sosyal sistemler
içerisinde çevre sorunlarına dair duyarlılığı geliştirmeliyiz.
“Üçüncü olarak, yapmış olduğumuz çalışmaların ana aktörü olan
müracaatçılarla kurulan ilişkide çevre duyarlılığını (insan hakları ve
sosyal hizmet gibi değil, sosyal hizmette insan hakları gibi)
sağlamalıyız.
“Dördüncü olarak çevre politikası uygulamasının gerçekleştirilmesine
yaşanan eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik mesleki
rollerin harekete geçirilmesini sağlamalıyız.” (Bkz: Umut Yanardağ,
“Dünya Sosyal Çalışma Gündemi Üzerine: Nedir Bu Yeşil Sosyal Çalışma?”
http://www.sosyalhizmetuzmani.org/dunyasoscalgnu.htm )
Bu kısa önerilerin açılımlarını merak edenler yazıda okuyabilirler.
Ancak bu dört başlık gerçekten artık Türkiye sosyal çalışmasının
gündelik tekrardan yavanlaşmış konuları aşmaları için yeni bir
başlangıç noktası olabilir.
Türkiye sosyal çalışması, sivil toplum örgütleriyle üyesi olduğu
DSÇG’nin konusuna olan duyarlılığını bu yıl (2018) 5 Haziran Dünya
Çevre Günüyle uyumlaştırabilir; bütünleştirebilir. O gün, birkaç etkin
programla sürdürülebilir topluluk ve çevre duyarlığını gündeme
getirebilir. Bu girişimiyle Dünya Sosyal Çalışma Gününü kavradığını ve
hakettiğini de gösterebilir.
Türkiye sosyal çalışması sivil toplum örgütleri eliyle, böylelikle
yeşil sosyal çalışma hareketini yavaştan da olsa başlatabilir. Makale
içinde yeralan düzenlemede görüldüğü gibi EGO’yu ECO’ya çevrilmesi
için bir kıvılcım çakabilir. ECO (Ecologic / ekolojik / çevreci)
yaklaşım insanın doğayla bütünleştiği, bütünleştirildiği yaklaşımdır.
Oysa çevreci yaklaşım, hadi gelin buna yeşil sosyal çalışma diyelim,
gelişmediği ve geliştirmediği sürece önde olan ECO değil, EGO’dur.
Güzel bir benzeştirme. Sermayenin
|