Bilimin doğasına ve özellikle de
yöntemlerine, kavramlarını, ön kabullerini ve bu arada,
bilimin entelektüel disiplinlerin genel içindeki yerine
ilişkin araştırmalarından meydana gelen felsefi
disiplindir.
Bilimin Felsefenin Konusu Oluşu: 19. ve 20.yy da bilimin
olağanüstü başarı sağlaması,bilime olan ilgiyi
arttırmıştır. Bu neyin bilim olduğu neyin olmadığını
ayırmaya, birtakım ölçütler aramaya, bilimi sorgulayarak
felsefenin konusu içine alınmasına yol açmıştır. Yani
ilerleme bilimsel düşünceye bağlı olduğu ölçüde bu
düşüncenin nasıl bir yapısı olduğu sorusunu yanıtlaması
gerekir ki bu da felsefi bir sorundur ve yalnızca bilimi
pratik, teknolojik sonuçlarına başvurarak açıklanamaz.
Bilimsel buluşların mantık yapısının ne olduğu, bilinenden
bilinmeyene doğru ilerlerken ne tür kurallara ve kavramsal
araçlara ihtiyaç olduğu, bu araçlarla üretilen bilginin
daha doğru olana doğru gidip gitmediğini, birbirlerine zıt
açıklamalarla karşılaştığımız zaman hangisinin daha
geçerli olduğunu belirlemekte ne gibi ölçütlere sahip
olduğumuzu irdeleyen felsefi soruları incelerken bunlara
geçmişte verilmiş yanıtlardan da yararlanmamız
gerekmektedir. Zihinsel ve pratik bir tutumu alarak
bilimsel akılcılığın ve onun ürünü olan bilimsel
ilerlemenin eleştirisi ve çözümlemesini yapmak için
bilimin tarihsel ve felsefi boyutuna ihtiyacımız vardır.
Macar asıllı bilim felsefecisi İmre Lakatos’un dediği gibi
“Bilim felsefesi olmadan yapılan bilim tarihi kör, bilim
tarihi olmadan yapılan bilim felsefesi ise boş bir
girişimdir”. Bilime Farklı Yaklaşımlar: Bilim
felsefecileri bilimin yapı ve işleyiş açısından bilime iki
farklı anlayışla yaklaşırlar. Bunlar; 1) Ürün Olarak
Bilim: Bilimi ve bilimsel kuramı oluşmuş bitmiş bir ürün
olarak ele alır. Bilimi ürün olarak ele alan yaklaşıma
göre bilimi anlamak için bilim diye ortaya konulmuş
eserleri (ürünleri) ele alıp ve onları anlamaya çalışmak
gerekir. Bilimi, bilim eserlerini anlayıp onları mantık
açısından çözümlemekte görür. Bu çözümlemeyi
gerçekleştirmek ise bilimlerin dillerini incelemek ve
yöntemlerini belirlemekle olur.Bilimsel eserler günlük
dille yazılmış metinlerden oluşturulduklarından çözümleme
işlemini gerçekleştirmek için söz konusu metinlerin
sembolik mantık diline çevirmek gerekir. Bu yaklaşımların
en önemli temsilcileri Reichanbach ve Carnap’tır.Her ik
filozofta bilimselliğe ölçütler getirmeye çalışarak bu
ölçütlerin; anlamlılık ve doğrulanabilirlik olduğunu
belirtmişlerdir.
Klasik Görüşe Göre Bilim: Pozitivizm ve mantıkçı
pozitivizmin en iyi temsil ettiği klasik görüşe göre bilim
şu özellikleri incelemektedir,
1- Bilim yeryüzündeki nesneleri araştırma etkinliğidir.
2- Bütün bilimler temelde birleştiklerinden birbirleri ile
bağlantılıdır.
3- Bilim birikimsel bir süreç izler.
4- Bilimin yardımıyla daha önce bilinenler
kesinleştirilir, bilinmeyenler bilinir duruma getirilir.
Klasik Görünüşün Bilim Anlayışına Getirilen Eleştiriler
1) Bilime gereğinden çok değer verilmiştir.
2) Klasik görüşün ; bilinmeyen şeylerin nedenini bilimin
gelişmemiş olmasına bağlamaları doğru değil ve bilime konu
olacak alanların tümünü bilim açıklayamaz. 3) Tüm
bilimlerin bir tek bilime indirgenmesi doğru değildir.
4) Klasik görüşün sandığı gibi bilim ; birikimsel bir
süreç izlemez.Çünkü eğer bilim birikimsel bir süreç
izleseydi bilimdeki ani değişlikler olmaz, gelişmeler
birbirini tamamlardı.
5) Bilimi oluşturan bilim adamları topluluğunun varlığı
görmezlikten gelinmemelidir.
2) Etkinlik Olarak Bilim: Konumuzun temelini oluşturan
etkinlik olarak bilim anlayışı bilimi ürün olarak değil de
bir süreç ve etkinlik olarak ele alarak bu sürece katılan
tüm öğeleri dikkate alır.Bu yaklaşıma göre bilim bir
kültür ortamında oluşturulduğundan bilimi anlamak için
topluluğun yaşayış biçimlerine inançlarına ,kültürlerine
bakmak gerekir.
Temsilcileri Toulein ve Thomas S.Kuhn’dur. Kuhn ,Thomas
Samuel (1922 – 1996) : Olgucu bilim anlayışının temel
öncülerini tek tek çürütmesi ile tanınan xx yy.önde gelen
Amerikalı bilim felsefecisidir.Thomas S.Kuhn Harvard
Üniversitesi’nde kurumsal fizik üzerine çalışırken,
giderek bilim tarihine ilgi duymaya başlar.Bu alandaki ilk
çalışması olan Copernicus Devrimi :Batı Düşüncesi
Gelişiminde Gezegenler Gök Bilimi (1957) adlı yapıtında
Copernicus’un Newton fiziğine varılmasıyla sonuçlanan
devrimini bilim tarihindeki tüm yansımalarıyla birlikte
ele alır.
Bu ilk yapıtı izleyen çalışma ‘Bilimsel Devrimlerin
Yapısı’ (The Structure of Scientific Revoluation, 1962)
ise ortaya koyduğu devrimci görüşlerle çok kısa sürede
dünyaca tanınmış bilim felsefesi ve bilim tarihi anlanında
klasik bir baş yapıt mertebesine ulaşmıştır. Bilimsel
gelişmenin izlediği modeli ortaya çıkarmaya çalışan Thomas
Kuhn bilim kuramına yeni bir bakış açısı getirmiş bilim
felsefesi alanına girmiştir. Geleneksel bilim yorumunun
tarihsel temelleri olmadığını ileri süren Kuhn , tarih
yalnızca bir zaman dizimi ve anlatı deposu olarak
görülmediği takdirde, şu anda bize egemen olan bilim
imgesinde esaslı bir dönüşüme yol açabilir diyerek bilim
imgesinin iki biçimde yeni kuşaklara aktarıldığını
belirtiyor.Ders kitapları yada klasik yapıtlarla yapılan
bu aktarımların bizi yanılgıya götürdüğünü ifade ediyor.
Eğer bilim bugün kullanılan metinlerde toplanmış olgu,
kuram ve yöntemlerden oluşan bir bütünse o zaman bilim
adamları da bu belirli bütüne öğe kazandırmaya çalışan
insanlar olmak durumundadırlar. Bilimsel gelişme bu
öğelerin bilimsel teknik ve bilgi dediğimiz gittikçe
büyüyen birikim tek yada topluca ilave edildiği bölük
pörçük bir süreç haline gelmekte, bilim tarihi ise hem bu
birbiri ardından gelen ekleri, hem de bunların birikimini
önleyen engelleri arşivleyen dal olmaktadır. Buna göre
bilimsel gelişmeyle ilgilenen tarihçiye iki görev
düşmektedir.
1)Her çağdaş olgunun, yasanın yada kuramın kim tarafından
ve ne zaman keşif yada icat edildiğini belirlemek.
2) Modern bilim,bilim metnini oluşturan öğelerin daha
hızlı birikmesini önlemiş olan yanlışlar efsaneler ve boş
inançlar toplamını betimlemesi ve açıklaması
gerekmektedir. Birikim yolu ile gelişme kavramının onlara
yüklediği bu yük gittikçe güç gelmeye başlar ve kuşkuyla
bakmaya başlarlar.
Bilim tarihçileri yavaş yavaş yeni tür sorular sormaya ve
pekte birikimci olmayan gelişme çizgileri izlemeye
başlarlar.Daha eski bir bilim dalının bugünkü ilerlemiş
durumumuza yaptığı kalıcı katkıları araştırmaktansa o
bilimin kendi zamanındaki tarihsel bütünlüğünü sergilemeyi
tercih ederler.Örneğin Galileo’nun görüşleri ile modern
bilimin görüşleri arasındaki ilişkiyi sorgulamaktansa,
Galileo’nun görüşlerini kendi çağdaşları ile olan
ilişkisini sorguluyorlar.Bu tür tarihsel çalışmaların hiç
olmazsa sonuçları bakımından yep-yeni bir bilim imgesi
olanağını müjdeleyebildiklerini söyleyebiliriz diyen Kuhn
tarih yazmadaki bu yeniliğin bilimin öne çıkacak öğeleri
üzerinde durur. Kuhn’a göre bu tarih yazımı kuralından
çıkan bilim betimi tüm bilimsel disiplinler içinde bir
gelişim şeması içerir .
Bilim dallarının farklı aşamalar izlediklerini ve her
aşamada bilimsel araştırmanın karakter değiştirdiğini
ileri sürer.
Kuhn’a göre bilim ve bilimsel ilerleme 5 farklı aşamadan
geçer.
1) Olgunlaşmamış bilim
2)Olağan (normal),olgun bilim
3)Bunalım bilimi
4)Devrimci bilim
5)Tekrar normal bilime dönen çözülme aşamasındaki bilim.
1)Olgunlaşmamış Bilim Henüz olgunluğa erişmemiş,
emeklemekte olan bilimsel alanlar genellikle rekabet
halindeki olgular arasında yaşanan çatışmalara ayırt
edilirler, doğmakta olan alanların uygulayıcıları arasında
hiçbir konuda bir oydaşım söz konusu değildir. Bilim
alanları birbirleri ile çelişen yaklaşımlar ileri
sürecekler, her yaklaşım o bilim dalının nasıl
gelişeceğine ilişkin görüşler ileri sürecek, bu alanda
kendi görüşlerini geçerli kılmaya çalışacaktır.
Yaklaşımlar arasındaki bu çatışma dönemini Kuhn
‘olgunlaşmamış bilim dönemi’ diye adlandırır.
2) Olağan (Normal), Olgun Bilim Olağan Bilim: Geçmişte
kazanılmış bir ya da daha fazla bilimsel başarı üzerine
sağlam olarak oturtulmuş araştırma olarak
tanımlanmaktadır.
Kuhn’un bilimsel başarı olarak adlandırdığı bilimsel
ilerlemedir. Kuhn’a göre normal bilim bir “paradigma” nın
ya da bir “kurumsal matris’in” üzerine kurulması gerekir.
Paradigma, araştırma yapılacak bilim aynı kurallara ve
ölçütlere bağlayarak konu edineceği olguları karakterize
ederek bir çerçeve oluşturur. Bu çerçeve ve fikir birliği
olağan bilimin, belli bir araştırma geleneğinin
oluşmasının ve devam etmesinin ön koşuludur. Paradigma
yalnızca bir kuram ya da model olmayıp aynı zamanda bir
kuramın yada modelin gelecek araştırmalarda da nasıl
geliştirileceğine ve uygulanacağına da yol gösterir. Bilim
insanları topluluğunun bilimsel sorunlara nasıl
yaklaşacağını belirleyen, bilimsel araştırmanın yolunu
yordamını gösteren, içinde iş görenleri ile birlikte bütün
bir bilimin bakış açısını yönlendiren kalıplaşmış örnekçe
dizisi; bilim dalının tüm çalışanlarından bütünüyle bağlı
kalmasını istediği, evrensel olarak kabul edilmiş bilimsel
başarının sınırlarını en ince ayrıntısına dek çizdiği
kavramsal ve kuramsal çerçeve “ paradigma” olarak
adlandırılır. Bilimsel topluluğun genel bir anlaşma ve
uyum içersinde olması bilimsel topluluğun normal bilim
döneminde olduğunu ve bir paradigma yürüttüğünün
göstergesidir. Olağan ya da paradigma temelli bilimi
meydana getiren sorunları üç ana temel üzerinde
sınıflandırabiliriz.
Bunlar; - Önemli olguların belirlenmesi - Olgu ve kuram
arasında uyum sağlaması - Kuramın daha da ayrıştırılması
Önemli Olguların Belirlenmesi: Olağan bilimin olgu
düzeyinde bilimsel inceleme için üç ana odakta olgu
topladığı görülmektedir. Birincisi; nesnelerin doğası
hakkında özellikle öğretici oldukları paradigma tarafından
ortaya çıkarılmış olgulardır.
Paradigma, sorunların çözümlenebilmesi için kullanıma
sunduğu olguları böylelikle hem daha çeşitli koşullar
altında hem de daha büyük bir kesinlikle belirlenmeye
değecek hale gelir. İkinci ve daha küçük bir olgu
belirleme türü de kendi içersinde fazla bir değer
taşımamakla beraber paradigma kuramının tahminleri ile
doğrudan doğruya karşılaştırılabilen olgulardır. Üçüncü
olgu toplama faaliyeti de deney ve gözlemdir. Bu tür
paradigma kuramını ayrıştırmaya yönelik ampirik çalışma
kuramın temelinde kalmış olan bazı belirsizlikleri ortadan
kaldırır ve daha önce sadece dikkat çekmekle yetindiği
bazı sorunların çözülmesini sağlar. Olağan bilimin
kuramsal sorunlarına baktığımızda bunun da aşağı yukarı
olgu toplama sorunlarına benzer sınıflara ayrıldığını
görürüz. Olağan bilimin döneminde bilim adamı varolan
paradigmayı doğaya uydurmaya çalışır.
Mantıkçı pozitivistler ve Popper gibi kuramı doğrulamak ya
da yanlışlamak amaç edinilmez. Oluşturulmuş olan kuram
doğadaki sürecin nasıl işlediğini belirtir ama bu kuram
ayrıntılandırılmalıdır. Normal bilim bu kurama belirli
durumlarda uygulanabilecek şeyleri ekleyerek paradigmanın
kapsamında ölçüm yapabilme yöntemlerini ve belirli
koşullarda varsayım üretmeyi sağlar. Normal bilim
uygulayanlar öğrendiklerini yeni koşullarda da uygulamaya
devam ederek kabul görmüş paradigmanın uygulanabilirlik
alanını genişletirler. Kuhn’a göre normal bilimde üç
farklı uğraş vardır.
1)Paradigmasal özelliklerinin belirlenmesi ve bu
belirlemenin giderek daha büyük bir kesinlikle ve daha
kapsamlı yapılması. Örneğin belirli bir kimya paradigması
farklı modellerin atom ağırlıklarını belirlenebilmesi
gerekir. Bir paradigma olmaksızın hangi özgüllüklerin
belirlenmesi gerektiği bilinemez.
2) Tarih çalışmaları, kuramların çoğunun her zaman
yanlışlandığını, yani daima kuramda çelişik görülen
veriler bulunduğunu gösterir. Diğer çalışmada ise
yanlışlamanın aslında yanlışlama olmadığını, aksine
paradigmaya uygun olduklarını göstermeye çalışmışlardır.
Yani normal bilimde amaç doğa ile kuramı birbirine
uydurmaktadır ve bu daima kuramın kurallarına göre
olacaktır.
3) Kuhn’a göre deneysel yasalar teorilerden önce
gelmezler, aksine deneysel yasalar belirli bir
paradigmadan hareketle belirlenmişlerdir. Yukarıda
açıkladığımız normal bilimdeki her üç uğraşta da, hem
kuramsal hem de deneysel çalışmaları kapsar. Eğer bir
paradigma kabul edilirse, hem çözümü gereken sorunları
tanımlayacak, hem de bunların kabul edilebilinir
çözümlerinin neler olduğunu belirleyecektir. Biri sorunu
çözmede başarısızlığa uğrarsa, bu, paradigmanın bir yana
atılacağı anlamına gelmez. Daha yetenekli birinin her
sorunu ileride çözeceği söylenir.
Kuhn bu durumu şöyle ifade eder: Normal bilim dönemlerinde
kuramlar değil, bilim adamları sınanır. Bu dönemlerde
bilim adamları bulmaca çözmeye çalışan kimselere benzer.
Bulmacanın; sorunu çözmek için gerekli olan, tüm parçaları
parçacıkları baştan verilmiştir. Bütün iş parçacıkları
doğru yerine oturtmaktan ibarettir. Burada geçen bulmaca
tamamen günlük anlamıyla bulmaca olup,çözüm konusundaki
beceri ve dehayı sınamaya yarayan zeka oyunlarının özel
bir dalıdır.Bulmacanın olağan bilimin problemleriyle
paylaştığı ortak özellikleri ayırt etmeye çalışırsak ilk
önce çözümün kendi başına ilginç yada önemli olup
olmamsının bulmacanın kalitesinde bir ölçüt
sayılmayacağını söyleyebiliriz.
Örneğin kanserin tedavisi acil bir sorundur ama tam
anlamıyla bir bulmaca sayılmaz çünkü bu konuda kesin çözüm
diye bir şey olamayabilir.Yani kendi başına bir değer
içermesi bulmacada arana bir ölçüt olamadığı halde,gerçek
bir çözümün bulunması tersine ilk koşuldur.Eğer bir sorun
bulmaca olarak görülecekse mutlaka bir sorun olması
yeterli bir özellik değildir.Bunun yanı sıra hem kabul
edilebilir çözümlerin niteliklerini hem de bunların hangi
aşamalardan geçerek elde edilebileceğini sınırlayan
kurallar olmalıdır.
Örneğin :resimli bilmeceyi çözmek sadece resmi
tamamlamaktan ibaret değildir.Çözüm olabilmesi için tüm
parçaların kullanılması,resimli tarafların üst üste
gelmesi ve hiçbir boşluk kalmayıncaya kadar birbirlerine
kenetlenmesi gerekmektedir.Çünkü resimli bilmeceyi resimli
bilmece yapan ve çözümünü belirleyen kurallardır. Kuhn’a
göre normal bilimde paradigmalar kurallardan önce
gelmektedir.Bunu ise belirli olağan bilimsel gelenekleri
yönlendirilmiş olan kuralları ortaya çıkarmanın güçlüğüne
ve eğitim sisteminin yapısına bağlamaktadır. 3)Bunalım
Dönemi Kabul gören paradigmanın eninde sonunda sorun çözme
başarısı yavaşlar ve daha sonra yavaş yavaş bir takım
‘anomaliler ‘ baş gösterir.Zamanla çözülememiş problemler
artar ve bunların ardından bir bunalım ortaya çıkar ve
Kuhn’nun üçüncü aşama olarak belirttiği bunalım bilimi
dönemine girilir.Bilim insanları genellikle kullandıkları
paradigmayı bırakmak istemeyerek bunalıma tepki
gösterirler.Her bilim insanı önüne sorun çıktığında bunu
kendi beceriksizliğinde arar. Aksi takdirde meslektaşları
tarafından kendi beceriksizliğinin suçunu aletlerinde
arayan bir marangoza benzetilebilir.Bilim insanı paradigma
ile doğa arasındaki uyuşmazlıkların giderileceği inancını
taşır ve bunalımın etkisi çok fazla duyulmaz .
4)Devrimci Bilim Bunalım dönemi ile beraber paradigmanın
başarılı olduğu döneme ait araştırma kuralları gevşer ve
bilim insanları paradigmanın kendisini bile düzeltecek
kadar yaratıcı düşünmeye başlarlar. Devrimci bilim dönemi
boyunca bilimsel topluluğun üyeleri egemen paradigmanın ve
rakiplerinin temel ilkelerini yeniden tartışmaya
başlarlar. Araştırma önemli aykırılıklar (anomaliler) ve
onların bağlamları üzerine yoğunlaşır.
Eğer devrimci bilim evresinde yürütülen bu araştırma
bilimsel topluluk tarafından kabul edilen yeni bir kuram
ortaya koyarsa, bu yeni kuram yeni bir olağan bilim
dönemine yol açacağından ötürü bilimsel bir devrim
gerçekleşmiş olur. Bilimsel bir devrim de önceleri kabul
görmüş bir kuram yeni bir tanesi adına yadsınır ve
birikimci olmayan ama gelişimci bir süreç olduğu kabul
edilir. Kuhn bilimsel devrimlerin yapısı ile siyasi
devrimlerin yapısını karşılaştırır. Siyasi devrimleri
başlatan etken varolan kurumların bir ölçüde zaten kendi
eserleri olan ortamın sorunları karışında giderek yetersiz
kaldıklarının artan ölçüde hissedilir hale gelmesidir ve
bu çoğunlukla siyasanın belirli kesimine kısıtlı olan bir
bilinçtir. Bilimsel devrimler de buna çok benzer bir
şekilde, yani eldeki paradigmanın araştırmayı zaten
kendisinin odaklamış olduğu bir doğa parçasını incelemek
için gerekli işlevi artık yapmadığının hissedilmesi ile
başlar. Gerek siyasi gerekse de bilimsel devrimin ön
koşulu düzenin bunalıma varan ölçüde işlerliliğinin
yitirilmesidir. Politik devrimlerin amacı, siyasi
kurumları gene bu kurumların yasaklamış olduğu yollardan
değiştirmektir. Dolayısıyla devrimin başarılması bir dizi
kurumdan yenileri uğruna vazgeçilmesini ve toplumun hiçbir
kurumca yönetilmediği geçiş bunalım dönemini gerektirir.
Gittikçe artan birey sayısı yabancılaşmaya ve bu ortam
içinde kural dışı davranmaya başlar. Bunalım derinleştikçe
bireylerin çoğu toplumun yeni bir kurumsal çerçevede
tekrar kurulması için ortaya atılmış somut bir öneriye
bağlanır.
Kutuplaşma oluşur ve siyasi çözüm olasılığı ortadan
kalkar. Son aşamada devrimci çelişkiye taraf olan kesim
kitleyi ikna ederek ve çoğu kez zor kullanmaya varan
yöntemlerle de olsa devrimi gerçekleştirecektir. Rakip
siyasi kurumlar arasında seçim gibi rakip paradigmalar
arasında da aslında birbirine tamamen zıt toplumsal yaşam
tarzları arasında yapılacak bir tercihtir. Kuhn yeni
bilimsel devrimleri ve paradigmaları geliştirebilecek üç
tür görüngüden bahseder: Birincisi varolan paradigmanın
zaten yeterince açıkladığı görüngülerdir ki, bunların
kuramı geliştirmek için hedef oluşturduğu seyrek görülür.
İkincisi yapıları varolan paradigmada öngörülen fakat
ayrıntıları kuramın ileri düzeyde ayrıştırılması ile
anlaşılabilecek olanlardır. Fakat bu araştırmanın da amacı
yeni paradigmalar icat etmek değil varolanları
ayrıştırmaktır. Üçüncü tür görüngüde de bilim adamları
varolan paradigmaya uymayan aykırılıklarla karşılaşır.
Bilim insanının görüş alanında her tür görüngüye kuramca
belirlenmiş bir yer sağlayan paradigma aykırılıklar için
böyle bir yer bulamaz. Karşıt paradigma oluşur ve eski
paradigma ile arasında bir savaş oluşur.
Siyasal devrimlerde olduğu gibi olağan durumlarda geçerli
olan paradigma artık uygulanamaz. Karşıt paradigmalar
arasında karar vermek seçim yapmak için hangi kuralların
uygulanabileceği önemli bir sorundur. Kuhn’a göre
paradigmalar rasyonel bir temelde karşılaştırılıp
değerlendirilemeyecek kadar eş-ölçülmezdirler. Bilimsel
devrim sonrası oluşan yeni paradigma bilim insanının da
dünya görüşünde değişiklik yaratır. Yeni bir paradigmanın
peşinden giden bilim insanları yeni araçlar benimserler ve
farklı yerlere bakmaya başlarlar. Daha da önemlisi bilim
insanları devrimler sırasında bildikleri araçlarla daha
önce bakmış oldukları yerlere tekrar baktıkları zaman yeni
ve farklı şeyler bulurlar. Paradigmada yaratılan
değişiklik bilim insanının yanlızca kavram, araç,
deneylerini değiştirmemiş, dünyaya bakışını, dünya
görüşünü ve bu yeni dünyayı anlatırken kullandığı dili de
değişmiştir. Bazen ise bilim imgesinde varolan devrimler
görülemez.Kuhn bilim imgesinde devrimsel bir yapı
göremememizi aldığımız eğitime bağlıyor. Kuhn’a göre
eğitimde edinilen izlenim şudur:Bilim bugünkü durumuna bir
dizi bireysel buluş ve icatlarla gelmiş görünmektir ve tek
tek başarılar topluca çağdaş teknik ve bilgi bütününü
oluşturmuş sayılmaktır. Ders kitabının varsayımına göre
tarihteki bütün bilim adamları daha bilimsel girişimin en
başından beri bugünün paradigmalarında bulduğumuz tikel
amaçlara yönelmişlerdir. Bilim insanları bir yapıya
tuğlalar ekletilmeye benzetilen bir süreç içinde yeni
olguları, kuramları yahut ta kuramları sıra ile çağdaş
bilim metninin sağladığı bilgi bütününe eklemişlerdir. Ama
Kuhn’a göre bilim bu şekilde gelişmez. Çağdaş olağan
bilimin bulmacalarından bir çoğu en yeni bilimsel
devrimden sonrasına kadar ortada bile değillerdi. Bu
bulmacaların çok azı içinde oluştuğu bilim dalının
tarihsel başlangıcına kadar izlenebilir. Önceki kuşaklar
kendi sorunlarına kendi araçları ve kendi çözüm ilkeleri
ile yaklaşmışlardır.
Üstelik değişen sadece sorunlar da değildir. Tersine
eğitim metnindeki paradigmanın doğaya uydurmaya çalıştığı
olgu ve kuram örtüsünün tamamı değişmiştir. Bu kuramlar
olgulara uymaktadır ama bu uyumu sağlayan daha önce
varolan olgulara “uymak” için parça parça evrim
geçirmemektedirler, tersine onlar da bilimsel geleneğin
devrimle yenilenmesi üzerine uydukları kendi olguları ile
birlikte ortaya çıkmaktadırlar. Yeni paradigmanın ikna
edici kanıtlamalarının gücü ve sayısı giderek artacak,daha
çok bilim insanı saflara katılacaktır.Yeni görüşün
verimliliğine inanmaya başlayan daha çok kişi yeni olağan
bilim yapma tarzını benimseyeceklerdir.Böylece devrimci
bilim evresinden tekrar normal bilime dönen çözülme
aşamasına girecektir.Böylece olağan bilim evresi,bunalım
evresi,devrimci bilim evresi ve tekrar normal bilime giden
çözülme evresi kendi aralarında kapalı bir döngü
oluşturacaklardır. Kuhn’un Pozitivizme ve Popperci Bilim
Felsefesine Yönelttiği Eleştiriler Kuhn’un bilimsel devrim
kuramının felsefi açıdan önemli olmasının nedeni
1960’ların başına da egemen olan bilim felsefesi ve bilim
tarihi anlayışıyla çelişmesidir.Pozitivizmi ve
Popperciliği ayrıntılı olarak eleştirmiş değildir ancak
bilimsel gelişmenin izlediği modeli ortaya çıkarmıştır.
Kuhn’a göre farklı paradigmaları karşılaştırmak
olanaksızdır zira bunlar birbirine çevrilemeyecek yani
eş-ölçülemez kavramları içerirle.Karşılaştırılabilir
oldukları yerlerde ise tarafsız bir gözlem dili yoktur.Bir
kuramın anlamı kapsandığı kuramsal bağlama bağlıdır
dolayısıyla farklı paradigmaların terimlerinin farklı
anlamaları vardır.Kuhn’a göre paradigmaları
karşılaştırabileceğimiz yansız bir dil yoktur.Tarafsız bir
gözlem dilinin varlığına inanalar algılarımızın kuramlara
bağlı bir yönü olduğunu varsayarlar.Kuhn’a göre ise
algılarımız kuramlardan öylesine etkilenirler ki bunların
tarafsız bir özü yoktur. Farklı kuramlara inananlar farklı
şeyler görürler ve bir anlamda farklı dünyalarda
yaşarlar.Kuramsal dil ile tarafsız gözlem dili arsında
ayrım yapılamıyorsa ise gözleme dayanmayan öğeleri
bilimden ayırmaya çalışmak anlamsızdır.Bazı pozitivistler
eski kuramlardan yeni kuramlar çıkabileceğini
savunmuşlardır.Oysa kuramlar karşılaştırılması olanaksız
kavramlar içeriyorlarsa buna olanak yoktur.Bir kuramdan
ancak o kuramın kendi kavramaları ile ifade edilen
önermeler çıkarılabilir.
Popper’ın yöntem kurallarının çoğu farklı kuramların
deneysel içeriğinin karşılaştırılabileceğini (=yanlışanabilirlik
dercesi) varsayar. Değişik kuramların kavramları
karşılaştırılamazsa, deneysel içeriğin ölçülmesi
olanaksızdır. Ve dolayısıyla yöntem kurallarının da
uygulanabilirliliği kalmaz. Hem Popper, hem de
pozitivistler buluş bağlamı ile doğrulama bağlamı arasında
kesin bir ayırım yapmışlar ve ikincisi ile
ilgilendiklerini ileri sürmüşler. Kuhn ve Fayerrabend bu
ayırımın bilim felsefesi açısından bir işlevi olmadığı
görüşündedirler. Bir paradigmanın keşfi yeni bir kavramlar
sistemini öğrenme, daha doğrusu kurma, aynı zamanda
dünyayı yeni bir biçimde görmeye başlama sürecidir. Ancak
dünyayı yeni bir paradigma açısından görmek demek, bir
ölçüde doğrulamak demektir.
Yani bir paradigmanın keşfedilme (kurulma) süreci onun
doğrulanması ile kısmen aynı şeydir. Bundan şu sonuç
çıkar: Doğrulanmanın nasıl olacağına bazı kurallar
konulacak olursa, kuramların nasıl kurulacağına ilişkin
kurallarda bir ölçüde kurulmuş olur. Pratikte bu iki olay
Popper ve Pozitivistlerin yaptığı gibi birbirinden ayırmak
olanaksızdır. Denilebilinir ki;”buluş bağlamı” ve
“doğrulama bağlamı” iki ayrı süreç değil aynı sürecin iki
yüzüdür. Kuhn iki ayrı paradigmanın kavramlarının
karşılaştırılmazlığını, paradigma değişmesini bir dinden
başka bir dine geçişe benzetir. Farklı paradigmalar
arasında ancak kısmi bir haberleşme olabilir. Birinin
dilinin diğerinin dilinde karşılığı yoktur. Biri diğerini
anladığını söylüyorsa bu onun diğerinin dillerini kendi
diline çevirmesi ve dolayısıyla diğerini yanlış anlaması
demektir. Yapılacak şey diğerinim dilini ya da kuramını
iyice öğrenmek, bundan sonra hangi kuramın doğru
sayılabileceğine karar vermektir. Kuhn’a göre kişi dünyayı
bir anlamada belirli bir paradigma aracılığı ile görür.
Kişi kendini daima bir paradigma içersinde bulur. Bir
paradigmayı benimseyip başka bir paradigmanın dilini
öğrendiği zaman durumu İngilizce konuşan ama Fransızca
düşünen kişiyi andırır. Kuhn’a göre kişi diğer
paradigmanın dili ile konuşmaya dünyayı onun kavramları
ile görmeye başlar başlamaz o paradigmayı kabul etmiş
olur.
Kuhn’a göre olağan bilim ile devrimci bilim ayrımı
bilimsel ilerlemenin birikimli bir yapıda olmayıp tam
tersine devrimci kesintilerle kökten kopmalarla kendisini
gösteren paradigmatik bir yapıdadır. Kuhn’un bilimsel
ilerleme görüşü bilimin herhangi bir gözlemciden bağımsız
olarak dışarıda gerçekte neler olduğunu betimlediğini
sağlayan gerçekçilik biçimlerinin tümünün mantıksız
olduğunu içerimler. Bunun yerine kuramlar dünyayı tarihsel
olarak olumsar ve gelecekte değişebilecek kavramlar
aracılığı ile betimler. Temel bilimsel kavramların
değişmesinden ötürü, klasik indirgemecilik tutumu
savunabilir görünmemektedir.Bu klasik indirgemecilik
anlayışına göre kuramlar indirgeyici kuramın kavramları
aracılığıyla kavramlarını yeniden tanımlayarak,
indirgemeci kuramın yasalarından yasalarını yeniden
türeterek daha temel kuramlara indirgenebilir.Eğer Kuhn’a
göre ele alınan kuram çifti arasında eş ölçülmezlik söz
konusuysa indirgeme için gereken yeniden tanımlanmalar
anlam kaymaları tarafından engellendiğinden ötürü
indirgeme ilişkisi geçerli olmaz. Kuhn’un Problemleri:
Kuh’nun pozitivizmin ve Popperciliğin eleştirisini
yaparken bu kendi görüşlerinin kusursuz oluğu anlamına
gelmez. Kuramlarla gözlemler arasındaki ilişki hakkındaki
görüş birliğini iyi işlenmiş olduğu söylemez. Bilimin
gelişmesi konusunda söylediklerine içerik kazandırmakta
büyük güçlüklerle karşılaşır.
Paradigmanın bulmaca ya da sorun çözmede daha iyi ya da
daha kötü araçlar olmalarından söz edilip edilemeyeceği
bile kendi başına sorundur. Çünkü iki ayrı paradigmaya
ortak bir sorun olabileceği dahi kabul edilmemektedir. En
fazla bir paradigmanın kavramları ile betimlenen bir
sorunun başka bir paradigmanın kavramları ile betimlenen
diğer bir soruna benzediğinden söz edileceği
savunulmaktadır. Gerek Kuhn’un gerekse de Feyerabend bütün
örneklerini doğa bilimlerinden alırlar,bu örneklerden
toplum ve doğa bilimleri ilişkisi konusundaki tartışmaya
değin bazı sonuçlar kolayca çıkarılabilir. Ancak bu
görüşler toplum bilimsel paradigmaların özel anlama
yöntemlerini özdeşleyip vb. içerip içeremeyeceği konusunda
bir şey söyleyemezler. Pozitivistler bilim ve felsefe
arasında kesin bir sınır çizilebileceğini savunurlar.
Onlara göre bilim gözlemlenebilir veriler arasındaki
bağlaşımları belirler; Spekülatif felsefe, yalnızca
duygularımızı ifade eder ve gereksizdir. Bilim felsefesi
ise bilimsel kavramları çözümler.
Poppere göre spekülatif felsefe gerçek sorunları ele alır
ve bilimsel kuramlar için gerekli bir ön aşamadır. Ön
aşama mümkün olan en kısa sürede aşılmalı ve kuramlar
yanlışlanabilir yani bilimsel hale getirilmelidir. Bilim
felsefesinin görevi bilimsel bilgilerin gelişmesini
sağlayan genel yöntem kurallarını koymaktır. Kuhn ve
Feyerabend’e göre ise bilim felsefe iç içe geçer.
Metafizik bir dünya imgesi olmayan bilim olamaz. Ne yansız
bir gözlem dili ne de bilimde metafiziği ayıran genel
yöntem kuralları vardır. Bu düşünürler bilim felsefesini
bilim tarihi ile özdeşleştirme eğilimindirler. Her bilim
felsefesi anlayışının bilim ve felsefenin ne olduğuna
dönük farklı bir görüşü vardır. Kuhn’un paradigmalar
görüşünden çıkan farklı bir sonuç felsefeyi bilimlerin
anası sayan anlayışın yanlışlığıdır. Oysa Kuhn her
bilimsel kuramın dahil olduğu paradigma tartışma konusu
yapıldığında her zaman için bir ölçüde felsefe savları
savunulduğu görüşündedir.
Kuhn ve Feyerabend felsefenin felsefe dışındaki insan
bilimleri bakımından dolaysız sonuçları olup olmadığını
belirlemek güçtür. Pozitivistler ve Popper bilimsel
yaklaşmaların politikaya uygulamasını savunurlar. Bilim
adamları gibi politikacılarda olgulara dayanarak
tartışırlar ve birbirlerini anlamaya çalışırlarsa bütün
sorunlar çözülür. Kuhn ve Fayrerabend‘a göre ise politik
ve bilimsel aksaklığın aynı şey olduğuna inanç,bilimin
normal bilimlerin özdeşleşmesinden doğar. Kuhn’un her
paradigmanın kendi kuramını gene kendi koşullanmışlığı
içinde sınayabileceği düşüncesi, bilimsel kuramlar
arasında yapılacak seçimi nesnel ve akılcı değil, öznel
inanca ve tercihe bağlı bir işlem haline getirmiştir.Kuhn’un
görüşü en çok,bilimsel ilerlemeyi ve ilerici kuram
seçimini son tahlilde biraz keyfi ve psikolojik unsurlara
bağladığı için eleştirilmiştir.Eleştirilerin hepsi de
Kuhn’un görelikçiliği ile ilgilidir:bilim adamı dünyayı
istediği gibi algılayabildiğine göre, kuram seçimi de
evrensel akılcı ölçütlere vurulmayacak, yani akıldışı
(irrasyonel) bir işlem olmaktadır. Kuhn’un görüşünü
eleştiren birçok düşünür de mantıksal koşulun bilim
tarihine Kuhn tarafından eklenen bir boyut olduğunu,
gerçekte bilim yapmak için böyle bir zorunluluk olmadığını
ileri sürmüşlerdir.
Örneğin bilim felsefecisi Stephen Toulmin’in belirttiğine
göre, doğayı irdelemek için sorduğumuz soruları bizler
oluşturduğumuza göre, daha araştırmaya başlamadan bazı ön
kavramlarımızın, ön yargılarımızın olması
doğaldır.Paradigmaları daha geniş bir anlamda kullanarak
belli başarılı kuramcıların ve klasikleşmiş çözümlerin
izinden gitme zorunluluğu olarak düşünüldüğü zaman,
Toulmin’e göre, bu bilim yapmak için her zaman duyulan bir
gereklilik değil, yalnızca Kuhn’un tercih ettiği bilimsel
bir gelişme modelini ayakta tutmak için başvurulan bir
mantıksal sorun haline gelmektedir.Bu eleştiriye göre,
geniş anlamıyla paradigmalara bağlı olmadan belli
kurallara(evrensel bilim kurallarına)uyarak bilim
yapılabilir.Kuhn’un için bu tür kurallar ancak geniş bir
paradigmadan soyutlanarak çıkartılabilir. BİRİNCİ BÖLÜME
DEVAM EDİNİZ
KAYNAKÇA:
A. CEVİZCİ, Felsefe Sözlüğü / Paradigma Yayınları
C.Yıldırım, Bilim Felsefesi / Remzi kitapevi
H. Aslan, Bilim Felsefesi Tarihi H. Rıza Tepe, Angho –
Sakson Felsefede Bilgi Görüşleri
A. Güçlü, E. Uzun, S.Uzun, Ü.Yolsal, Felsefe Sözlüğü T.
Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı
Ş. Alpay, Yazko Felsefe Yazıları N.Keseroğlu,Felsefe
yayınları |