Toplumvesiyaset.com sitesi olarak yazarımız
Aziz ŞEKER ile bir söyleşi yapmaya karar verdik. Başkaları ile söyleşen, hep
bir şeyler yazmak için koşan Sayın ŞEKER i site okuyucularımız da yakından
tanısın istedik.
Can KÜÇÜKALİ: Aziz Bey merhabalar. Uzun zamandan beri aklımda sizinle bir
söyleşi gerçekleştirmek vardı ve bugün size hayata ve birey olarak kendinize
dair birkaç soru sormak istiyorum. Böylelikle sizi tanımayanlar tanımış,
tanıyanlar daha iyi tanımış olacaklar ama bunun da ötesinde amacım, kendi
mesleğinizle ve genel olarak mücadelenizle ilgili kimi vurguları insanlarla
paylaşmak. Söyleşiye başlarken biraz kendinizden bahseder misiniz gibi bir
soru sormak istemiyorum, çünkü bu bilgiler sitemizde de yer alıyor. Bunun
yerine sormak istediğim; hayatla ilgili yaşadığınız nasıl bir duygunun ve
özel olarak da kaygının bir insanı genç yaşında bu kadar çok üretmeye
itebildiğidir. Sizin kaygınız neydi?
Aziz ŞEKER: Bir yaşayanlar vardır bir de umut edenler. Umut edenler Godot'u
Bekleyenlerdir de Benim mücadelem yaşam ve değişme ile ilgili; bir bakış,
hatırı kalan bir sevda, bir ütopya içindir. İnsan kendisini yadsır. Ben çok
yapıyorum bunu. Hep ıslak bir zeminde yürümek gibi bir şey. Her yadsıyış ne
yapabilirimi de beraberinde getiriyor. Örneğin aşka aşıksın, bir insana
değil. Sevgi ile hesaplaşıyorsun başka bir insanla değil. Yoksa yaşamımızda
insan yüzleri bu kadar sık değişmezdi. Yaşam pratiğinin dışında kaldığımız
sürece her şey içimizde olup bitiyor.
Ben Sinop'ta yazmaya başladım. Diyojen'in memleketinde. Roman ve şiir
okuyucusuydum. Halen öyleyim. Şiir yazmaya çalıştım. Olmadığını düşününce
durdum. Belki başarısız oldum. Derken öykü başladı. Sonra meslek yazıları.
Zorunluluktan ve yalnızlıktan doğdu kaleme her dokunuşum. Sinop'u da ben
tercih etmiştim. Tarihin kimi dönemlerinde Komünistlerin sürgün edildiği
kenti. Dr. Rıza Nur Kütüphanesi tek uğrak yerimdi. Sinop Hapishanesi ise ilk
gördüğümde kedere gömülüp gezemediğim bir yerdi. Yanılmıyorsam Dimitır
Şişmanov'un toplumsal muhalefet üzerine bir çalışmasında rastlamıştım Nazım
Hikmet'in Sinop'ta yattığına dair bir bilgiye. Başka da bir iz yok� Bu bilgi
doğrulanmadı. Hep düşündüm; Nazım'la Sabahattin Ali'yi Sinop hanında.Ama bir
hayal işte... Ki, hayaller, düş kırıklıkları insanı bir ölçüde var ediyor.
Mutsuz bir Sarıkamış askerlik deneyimi okumayı yaşama sarılan bir yaşlı gibi
özümsememde etkili oldu. Bir zamanlar okumak insan olmanın sınırlarını
zorlamakla eşti. Bir insan, yaşam felsefesini okumadan ne kadar sağlıklı
örgüleyebilir ki? Ama şimdilerde okumak dalga geçilecek bir durum�
Kaygım hep bir telaş� Hep bir varoluş; yaşama tutunuş; ölüm düşüncesinden
kaçış. Yazmasam mezarımı görecekmişim gibi hissediyorum kendimi. Ölümün
elinden ne kurtarabilirsek; bir kitap, bir şiir, bir çocuk dünyaya getirmek.
Can KÜÇÜKALİ: Kaygılarınız sosyal hizmet uzmanlığıyla beraber umuda dönüştü
mü? Bu anlamda mesleğin imkân ve imkânsızlıklarını nasıl
değerlendiriyorsunuz? Genel anlamda sosyal hizmet mesleği değişimden
dönüşüme giden süreçte ne kadar işlevseldir sizce?
Aziz ŞEKER: Bireysel duruşlarda sosyal hizmetin disiplin ve meslek anlamında
bir referans noktası olarak alınması gerektiğini düşünmüyorum. Ancak
unutmamak gerekir ki; sosyal bir iş ile uğraşmayı meslek edindiyseniz;
insanları sevmek de zorundasınız. Ötekiyi anlamak, sizin için bu yaşamsal
bir zorunluluk. İnsan sevgisi söz konusu olunca toplumsal farklılıklara pek
önem vermiyorsunuz. İçten gelen bir yeti bu. Yaşam gereksinimleriyle ilgili.
Daha duyarlı olmanızı sağlıyor. Paylaşımı öğretiyor; insan içindeyken�
Sosyal hizmet özünden dolayı anaerkil bir meslek. Biliyoruz ki,
anaerkillikte sevgi ve şefkat vardır. Sosyal hizmet, sosyal devletin en
önemli pratiği. Sosyal adalete ve insan özgürlüğüne katkısı büyük
boyutlarda. Sosyal hizmet aktörleri dünyadaki sol değerlerin meşru
mirasçılarıdır diyebilirim. Bu nedenle kurulu olanla hep çatışma halinde.
Ötekilerin dili; bir sokak fahişesinin, bir cüzamlının, bir yalnızın, bir
kimsesiz çocuğun gözyaşlarını, acılarının nedenlerini anlayacak, ona
yardımcı olacak bireydir sosyal hizmet uzmanı� Meslek olarak sosyal hizmetin
olanakları kısıtlı. Batı çıkışlı bir meslek olması Doğu toplumlarında
benimseyişini zorlaştırıyor da. Toplumsal yapı uhrevi değerleri özellikle
yardım konusunda ön plana aldığı için çağdaş bir sosyal hizmet görünümü
topluma yerleşemiyor. Dolayısıyla bu durum sosyal kurumlara da yansıyor.
Peki, Batıda süreç ne. Küreselleşme denilen hortlak 19. yüzyılda da vardı.
Şimdilerde ne istiyor? Etik açıdan bir Ortaçağ toplumunu. Bu nedenle
Bağdat'ta kan akıyor. Dünyada terör kol geziyor. Etnik savaşlara dönüyor
dünya. Ben yinede Nazım�a inanmayı sürdürüyorum. Ne diyordu dünya şairi
Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları'nda: dünya geri dönmeyecek
Ortaçağa / ve olduğu yerde saymayacak. / Bu bir doğum ağrısıdır / gebedir
toprak/ Dünyayı dönüştürme amacı güden büyük anlatıların öneminin olmadığı
dayatılıyor. Bir de ulus devletin, sosyal devletin, sosyalizmin vb. olgusal
süreçlerin önemiyle oynanıyor. Tarihin sonunu ilan etmekle ilişkilendirildi
bu durum. Ve bu nedenle günümüzün insanı korkak, kaygılı, kuşkulu, daha
mutsuz. Gelecek adına karar verebilme becerisini kullanamıyor gibi.
Sosyal hizmete düşen ne? Toplumu insancıllaştırmak. İnsan yüklü-entelektüel
bir meslekten de bu beklenir. Ne kadar başarıyor, ya da başarabilmekte,
şüphe duymak gerekiyor. Türkiye için söyleyeyim; piyasa sosyal hizmet
okullarına niteliği değerlendirilmeden alınıp mezun edilen, sosyal hizmet
uzmanı yamaklarıyla dolu.
Sosyal hizmet akademisyenleri, kanaat önderleri sosyal hizmetin ne olduğunun
tam anlamıyla bilincinde olurlarsa sizin sözünü ettiğiniz değişim ve dönüşüm
perspektifinde çok şey olabilir. Çünkü sosyal hizmete muhtaç ama afyonlanan
büyük bir insan kitlesi var şu kanayan yeryüzünde. Unutmamamız gereken bir
şey daha var ki, o da; sosyal hizmet orjininde sosyal adalet pratiğiydi,
özgürleştiriciydi. Şu sıralar uysallaştı.
|
Can KÜÇÜKALİ: Toplumcu bir duruşa sahip olmanın sizin açınızdan bedelleri
neler oldu? Yaşadıklarınızı ve içinde bulunduğumuz süreci de ele aldığınızda
umutsuzluğa düştüğünüz oluyor mu?
|
Aziz ŞEKER: Günümüzde, özellikle şu yıllarda neoliberal bir toplum olmanın
ahlâk yasaları dayatılıyor. İnsanda umut bitti gibi. Biz insanda çok şey
olduğunu bilsek de. İnsan, doğasında bulunan duyguları reddetmek üzere
eğitiliyor artık. Yaşamaya karşı �sahip olmak� temelinde bir dünya inşa
ediliyor. Elinizden gelse bir dağ yamacında gördüğünüz güzel bir ağacı söküp
evinizin bahçesine getirirsiniz. Çünkü elde etmek ve yok etmek üzere komut
alıyorsunuz. Güzel şeyleri dile getiren insan, bu güzelliklerin
mücadelesinden bir haber de olabilir. İnsan umutsuz bir çığlık olarak
yansıyor yaşama. İnsan usu hadım ediliyor. Umutsuz olmamın nedenlerini
umarım bir ölçüde anlatabilmişimdir. Evet, umutsuzum ama diyalektiğe inanmış
bir umutsuzun yüzünün gülümseyişini yitirmeyeceğini tahmin edebilirsiniz.
Ölüm varsa umut da var.
İnsan bu dünyaya sahip olamaz. Ne kadar talan ederse etsin. Zulüm saçarsa
saçsın. Şiddet dolu yaşarsa yaşasın bu Dünyaya sahip olamaz. Ölüm de sahip
olunamaz tek yaşamsal gerçeklik. Ve insan ölüme yenilmek zorunda. Dünya
böyleyken milimlikte olsa yaşadığıma inanıyorum. Bakın Dünyamıza, çevremize;
insan elindekilerle ancak bir kimlik edinebiliyor. Sahip olunan şeyler. Oysa
bir şeye sahipsen sahip olmayan insanların o şeye neden sahip olamadıklarını
düşünerek başlaman gerekiyor. Bu düşünceyi edinmem toplumcu yanımı aslında
biliyor. Toplumcu iseniz, en ağır bedelleri her dönem ödersiniz. Tarih
ödeyenlerin acısını barındırıyor. İnsan ilişkilerinde çerçevelenirsiniz.
Üveyleştirilirsiniz. Bunu yapacaklar çok fazla� Yaşamak bir sanat olabilir
ama yaşam bir sanat değil. Acı, eşitsizlik, güçlünün güçsüzü ezmesiyle dolu.
Bir şeylere sahip olmadan insan kendisi olabilir mi? Çok zor. Ama en olgun
ve bilge oluş da bu değil mi? Bedel ödemeden yaşamı değiştirmek düşlerde
bile artık imkânsız gibi�
Can KÜÇÜKALİ: Son zamanlarda edebiyata yöneldiğinizi biliyorum.
Yazılarınızda da bu tadı yakalamak mümkün. Bunu bir kaçış mı, insanlara
ulaşmanın akıllıca bir yolu mu yoksa sadece kişisel bir tercih olarak mı
değerlendirmeliyiz?
Aziz ŞEKER: Edebiyata iyi bir okuyucu olabilmek dışında kendimi tamamen
veremedim. Ama bir yerde dünya üzerinde kanayan bir yerler varsa. İnsanı
hiçsizleştirme üzerine bir savaş sürdürülüyorsa. Birey azalarak yok
oluyorsa, bir iki satır bir şeyler yazmak istiyorsunuz. Düşünceniz insanı
anlamak! Bu çağdaş ilkeli anlamak istiyorsun, sonra kendi özünle
dertleşiyorsun. İnsanların bir kısmı dua ederek bir kısmı da yazarak
ibadetini eder. Ben hayal kırıklığı tapınaklarında gezinen bir insan
olduğumdan olacak ki, fazla önemsenmeden edebiyatla-sosyal bilimleri bazı
yazılarımda öpüştürebiliyorum. Siz deyin postmodern bir tavır ben diyeyim
kutsal bir aşk. İnsana en kolay nasıl ulaşılır? Elbette duygularından yola
çıkarak. Bu nedenle edebiyat araç oluyor. Kullanmaksa kullanıyorsun. Bir
şartla, gerçeğe varmak için.
Can KÜÇÜKALİ: Siyasetle aranız nasıl? Siyaset arenasında bugünlerde yaşanan
gelişmeleri ve yapılan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aziz ŞEKER: Toplum temelli sosyal siyaset temel düşüncem. Toplumsal sorunlar
ancak böyle kollektif bir düşünce, mücadele ve paylaşımla çözümlenebilir.
Ben de Başka Bir Dünya Mümkün! diyen bir ufkun çocuğuyum� �İnsan� a saygı
duyan. İnsanın sömürülmesinin dayanaklarının ortadan kaldırılmasından yana
tavır koyan. Bir de şu var; toplumsal mücadele. Doğru bir düşünce. Ancak ben
şuna daha çok inanıyorum; iyi örgülenmiş bir birey, aktör olarak toplumsal
sorunlarla mücadelede işlevsel olabilir. Buna varoluşçu-hümanizm de
diyebiliriz bir yanılgı da.
Siyaset arenasında neler oluyor? Siyasette etik bir kayma var. Değerler
erozyona uğradı. Yoksulluk, gelir eşitsizliği ve diğer toplumsal sorunlar
içimizdeki adalet çığlığına kulaklarımızı kapatmamamız gerektiğini söylüyor.
İnsana gerçek diye sunulanları insan bir gün değiştirebilirse; siyaset de
güçlü olanın elinden çıkar. Sorun toplumsal gerçeği dönüştürmek ise siyaset
ikliminde tartışılanlardan insan yararına iyi ve doğru şeyler çıkabilir.
Yeni prometheuslara ihtiyacımız yok. Bakın yeryüzüne bir; insan öleceğini
bildiği halde kendi kendine bir vahşet aracı olup çıktı.
Can KÜÇÜKALİ: Sosyal devlet, küreselleşme ve bunların sosyal hizmetle olan
ilişkisini düşündüğünüzde sosyal politikalar açısından doğru bir yol
haritası izlendiği söylenebilir mi? Bu süreci bize hem bir sosyal bilimci
hem de bir yurttaş olarak değerlendirebilir misiniz?
Aziz ŞEKER: Sosyal devlet küreselleşmenin genç çocuğu olan kapitalizmin var
ettiği bir süreç. Yaşandı ve şimdilerde bitmek üzere. Modernite gibi. Şu da
var ki, yaşanan süreçlerden insanlık adına değerler çıkmışsa onları yaşamdan
vazgeçmemecesine içselleştirmek gerekir. Sosyal politikayı da bu temelde
biçimlemek gerekiyor. Sonra yeni birikimler de yetkinleşmeler. Biliyoruz ki;
sosyal devlet olmadan sosyal hizmet işlevsiz kalır. 20. Yüzyılın sosyal
devleti, 21.Yüzyılın özgürleştirici sosyal devleti neden olmasın? Bu süreçte
sosyal hizmette rol yüklenebilir. Buna zorunlu da, çünkü onun olmazsa olmaz
niteliğinde bu özellik var.
Can KÜÇÜKALİ: Aziz Şeker mesleki çalışmalarla uğraşmadığında kendi için
neler yapar? Kendiniz için yapmak isteyip de yapamadığınız şeyler var mı?
Aziz ŞEKER: İnsana yabancı olmayan ne var ise, hepsi de benim iyi niyet
elçilerim. Bu iyi niyet elçileriyle yaşamı okşayabiliyorsun; şiir okuyorsun,
öykü karalıyorsun, aşk nedir diye düşünüyorsun, doğru kitaplar okuyorsun,
insan duyguları ile ilgili birçok düşünce ile karşılıklı konuşuyorsun.
Yetersiz kaldığın noktalar oluyor. Yetersiz olduğunda, daha az insan
olduğunu düşünebiliyorsun. İnsan durabilmenin/olabilmenin zorluğu bu nokta
düğümleniyor. Şu da var ki, insan ancak yetersizlikleriyle tanımlanabiliyor.
Can KÜÇÜKALİ: Şu an bulunduğunuz yerin olmak istediğiniz yer olmadığına
eminim. Çünkü sizin sürekli yolda olmayı seven biri olduğunuzu biliyorum. Bu
durumda, ülkenin ve dolayısıyla mesleğin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Aziz ŞEKER: Olmak istediğim yerin neresi olduğuna artık karar verecek
zamanım yok. Öte yandan nerelerde yer almamam gerektiğini de bilincime
kazıdım. Gerçeği kabul etmek gerekir. Zamanın karşılıksız akışını. İnsan var
ya, gerçeğin büyüsüne bir kaptırabilse kendini. Neler değişmez ki! Hep
yolcuyum; sabırsız bir iyimserlikte. Hep ayıklanamaz bir hüzünle sınıyorum
ömrümü, Cemal Süreya'nın tabiriyle; geçmişle gelecek arasında...
Sosyal hizmetin tarihine ve ilerisine bakın; Türkiye'yi görürsünüz. Sosyal
hizmet ne ise Türkiye de odur. Nedeni açık: Sosyal hizmet Türkiye'de bir
Cumhuriyet ve demokrasi okuludur.
Can KÜÇÜKALİ: Söyleşimizi birçok genç arkadaşımız da okuyacaklardır. Onlara
iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?
Aziz ŞEKER: Gençlik nereye gidiyor? Yüreği ağzına kadar neşe dolu gençlik.
Gençlik aşk çağıdır. Aşk ve değişme bir tür varoluş biçimidir. Benlikle en
fazla oynanan dönemdir gençlik.
Gençlik iyinin ve doğrunun olduğu yerde düşlerini gerçekleştirmelidir. Büyük
düşler bütünlüğe doğru giden insanın yoludur. Gençlik, doğasının karşılığı
neyse onu yaşamalıdır. Bilgeliğin koşulu budur. Kültürün gelişmesi de buna
bağlıdır. Ama yabancılaşarak değil, insan kalmayı başararak. Birey olarak
genç, herhangi bir gücün eşyası olmamalı, yönlendirmesi altında kalmamalı.
Genç, kendi hayatını yaşamalı başkalarının değil. Yoksa nasıl özgürleşecek!
Can KÜÇÜKALİ: Bu güzel sohbet ve bugüne kadar olan katkılarınız için site
editörü olarak teşekkür ediyorum. Son olarak eklemek istedikleriniz?
Aziz ŞEKER: Sevgili Can büyük bir emekle oluşumunda çaba harcadığın toplumvesiyaset.com sitesi için yazmak bir yerde genç kalmakla eş. Sana
teşekkür ediyorum. Türkiye'nin ve Dünyanın güzelleşmesi için her soluğumuz.
|