Sosyal Hizmet Mesleği

Sosyal Hizmet Alanları

Sosyal Kaynak
Bilgiler

     


 

Prof. Dr. İlhan TOMANBAY

İstinye Üniversitesi
Sosyal Hizmet Bölümü
itomanbay@istinye.edu.tr


Aziz Şeker’den Deneme Tadında Öyküler
Ayrılıklar Güzelse
 

 
 
Aziz Şeker’in 2004 yılında yayınlanan Anılar Suya Düşse adlı ilk öykü kitabından sonra ikinci öykü kitabı Ayrılıklar Güzelse SABEV yayınları arasında yerini aldı (2009 Ağustos). İki öykü arasında çok sayıda sosyal içerikli meslek kitapları yayınlayan Şeker’in bu aralarda ayrıca bir deneme (2003), bir de şiir kitabı var (2002).
Şeker’in yazıları şiir de olsa, deneme de, öykü de ve hatta bilimsel içerikli yazı da olsa ayrı bir lezzet. Çünkü, düzyazıda da aynı şiirde olduğu gibi sözcüklerle oynamayı seviyor Şeker. Bu yüzdene düzyazılar da şiir tadında. Sözcüklere taklalar attırıyor ve eğleniyor sözcüklerle. Zaman zaman sözcüklerle, sözsel düşüncelerle dalga geçiyor sanki. Keyif alıyor sözcüklerle oynaşmaktan. Sözcük dağarını varsıllaştırmak isteyenler Şeker’in bu öykülerini özellikle okusunlar. Yeni kavramlarla dolduklarını, beyinlerinde yer eden tatdan anlayacaklar.

Şeker;in Ayrılıklar Güzelse adlı öykü kitabında toplam 31 öykü var. Bunların hepsini ayrı ayrı ele almak burada olanaklı değil, Ama bir iki örnek, hiçdeğilse: Güzel Olan Herşeye Sinmiş Ayrılık öyküsü ayrılığı ne güzel anlatıyor; ayrılığın tadını ne güzel veriyor. Buruk ve dayanılmaz. Ömre Gülümser Yine Zamana öyküsünde doyumsuz betimlemelerle karşılaşacaksınız. Şimdiden hazır olun.

“Alıp başını giden kimliksiz uçurtmalar yükselerek bir eski Ermeni manastırının üzerinden, askerlik ediyordu mesut olmayan bu şehre. Ayıplanan ölümlerle hep idama tütün çiğnetirken limansız serüvenciler, küfürler dağılıyordu alnında tarihin ellerinden tutmuş olan bu şehrin.” tümcesiyle bir yazın lezzetinde tarihe mi değiniyor, bir toplumsal döneme mi atıf yapıyor ve bunların arasında kendi duygularına bir kentin binaları arasından takla mı attırıyor, belli değil. Öteyandan, “Geri dönüşü olmayan bir yangının kıyısından hüzünlenerek sessizce geçtim” diye betimlenen hangi olayın hangi uğursuz otelidir?

Estetik, kompozite edilmiş yazılar içinde sosyal siyasal kokular belki de Şeker’in meslek boyutundan kaynaklanıyor. Kuşkusuz insan boyutundan da… İnsan duyarlığı onu, dağı taşı anlatırken bir Madımak’ın önünden geçerkenki acısını dile getirttiriyor. Sivası’ın sokaklarını aşık aşık dolaşırken, eski tarihsel olaylar düşüncelerine yön veriyor.

Koşulsuz sevgiler dışında kalıcı sevgiler yoktur, diyen Şeker öteyandan sevgi ve insancıllık dolu yaklaşımları da kağıda döküyor. Belki de ondandır bunca romantik yaklaşımlarına karşın birebir kadın sevgisinden uzak kalışı. Birşeylerden korktuğu mu satırlarına yansıyor? Kendisine sormalı: Gerçekten tüm sevgiler koşullu mu? Belki de senin rastladıkların öyleydi, Aziz Şeker! Kalıcısını da kağıda dökecek deneyimler gerek belki de Şeker için.

Aşk da yokmuş adlı öyküde, “Zaman bırakmayacak kadar sevgiye, sarılıyorduk aşka” diyen Şeker sözcüklere yerine göre farklı anlam yüklüyor kendince. Yazarın özgürlüğü, bilimcinin sorumluluğudur bu. Bana, sana ters gelebilir, ancak, onun yazısının tadı, ruhunun zekasıdır. Yazarın yaratıcılığıdır.

Ki, biliyordum her ömür kendi katiliydi, gibi özsözler yaratıyor Şeker. Hiç de yabana atılmayan. Buradan bakınca bu yazılanalar öykü mü, deneme mi bilemedim. Belki deneme duyarlığında öyküler, öykü tadında denemeler denebilir. Anma hangisi olursa olsun dehşetli lezzetli yazılar bunlar.

Bir tarihlerde Ali Püsküllüoğlu bir Yaşar Kemal Sözlüğü yazmıştı. Yaşar kemal’in romanlarından çıkardığı sözcüklerle. Bunu birgün gelip araştırmacılar Şeker için de yapabilirler. Öyle Anaolu, öyle bilinmedik sözcükler çıkıyor ki karşınıza, şaşırıyorsunuz. Ben bunu neden daha önce duymadım diyorsunuz. Ama duru bir Türkçe şırıltısını alıyorsunuz bu yeni karşılaştığınız sözcüklerden.

Örneğin; ipilti, ipilemek, koygun (koygun ıssızlık), irkmek, ansımak, şorlamak, şırlamak, vıcırdamak, mucuk, börtlemek, çığrış, çokuşmak, ürümek, ürüşmek, sığasına çekilmek, ıhırcık, ağmak, çevren (çevreni dar şiir), fışıldamak, ıramak (gözden ıradı)… Altın gibi şırlamak, geçlemek…

Bu Türkçe sözcükler gibi Farsça Kürtçe kökenli ve Anadolu’da kullanılan sözcüklerle de tanışıyoruz: Dengbej gibi.

Bu öykülerde bu yazıya özgün sözcüklerden üreyen tümceler okumayı daha bir şekere, tada buluyor: Yaşamı hiçleyen hayattan kopup ayrılığa vurmuştu varlığını sözcüğünde olduğu gibi. Ya da, uzaklara ağan özlemiyle acısı bol dünya, sevginin dolayımı, ilik ilik anı örmek…. İnceden bir yağmur başladı, kederledi şehrin gözlerini. Tatlı bir büyüde düşlenmek… Yoksullukla alazlıyorlardı günlerini… Kentin üstünden ufka doğru uzaklaşan yorgun kuşlar, bir gün insanoğlunun elinde türlerinin sonlanacağını dahi bilmeden özgürce kanatlanıp uçuşuyorlardı… İnsana hüzün veren dokunaklı bir sarartıyla desenlenmiş olan kentin göğü huzursuzdu… Çekip gitti sonbahara benzeyen bir ayrılıkla içimizden… Nazım; Soluğunun buğusuyla gölgelendi kalbim… gibi gibi daha birçok insanın düşüncesini titreten tümcelerle örülü öyküler. Düşünce ufkunu duygu sınırlarını genişleten tümceler bunlar.

Aziz Şeker içinde hep kuşkuculuğunu taşıyor ve kendisini sürekli arayan, sorgulayan bir portre çiziyor. Örneğin: “Ben de buralara gelmiştim. Yaşayabileceğim bir hayatı arıyordum. Bana ait olan bir hayatı kaybetmiş gibi arıyordum. Bilgelere inansaydım kendimde arardım. Yapamıyordum. İnanmıyordum kimseye. Kendime de bazen…” Sokaklarda kendisini arayarak dolaşan bir düşünce adamı. Bu boyutuyla, çok erken bir sav olacağını bile bile söylüyorum, ama içimden geliyor, söylemeliyim; Diyojen, elinde fener “insan” ararken, Şeker sokaklara düşmüş, sanki “insan”dan kesmiş umudunu, kendisini arıyor. Ve bir umutsuzluk patlaması: “Ve hangi şehre dönsem yüzünü yitirmiş kalbim bir başına. Duyan da yok, bilen de…” Hay Allah! “Geri dönüşü olmayan bir yangının kıyısından hüzünlenerek sessizce geçtim” diye betimlenen hangi olayın hangi uğursuz otelidir?

Şeker’in yazıları okurken insanı dinlendiriyor mu, dinginleştiriyor mu yoksa öğretip, üzerinde tutup, düşündürüp, kıvrandırıp, hadi Şeker sözlüğünden konuşayım, ığrandırıp, yoruyor mu. Yorarken öğretiyor mu? Yorulmadan öğrenilmez çünkü. Bilemedim.

Belki de ikisini de yapıyor. İnsan Şeker öykülerini okuyup bitirdiği zaman yorulmuşluk tadını da alıyor, dinlenmişlik tadını da.

Şeker’in öykülerinde yaşlı yerine hep ihtiyar demesi beni de bir sosyal mesleğin insanı olarak rahatsız etmedi değil. Eski bir sözcüğü kullanmak niye? Yaşlı gibi Türkçe ve onur yüklü bir kavram varken. Sosyal çalışma mesleğinin çalışma alanına giren bir ömür döneminin Türkçe ve mesleksel adı olan yaşlı yerine neden ihtiyar?

Ama; Nasrettin Hoca’nın vaaz verirken, karılarınızın süslenmesine izin vermeyin, boyanıp sokağa çıkmasınlar, gibi öğütlerini dinleyenlerden biri, ama senin karın da boyanıyor deyince, Hoca’nın sözü yavşımış: Ama yakışıyor haspaya! demiş. Şeker’in öykülerini okuyunca aynı gevşemeyle, yakışıyor Şeker’e diyebiliyor insan. Ne diyeyim. Lezzetli kullanıyor eski de olsa, yeni de olsa sözcükler.*
 

 
 
 
 



Yasal Uyarı , Gizlilik Beyanı ve Künye  

  sosyalhizmetuzmani.org © Bütün hakları saklıdır.