|
İşte o anda kuruyan göz pınarlarına
yeniden su gelir, gözleri dolar-yaşarır. Bir an önce
iki buçuk yıldır göremediği, kokusuna hasret kaldığı
biricik oğlunu görebilmenin umuduyla köyden kasabaya
yola çıkar. Bu yolculuk bitmek bilmez.
Sokaklar şahididir bu buluşmanın. Oracıkda caddenin tam
ortasında yığılıverir yere Ali’nin annesi iki buçuk yıldır
göremediği biricik oğlunu karşısında görünce. O anda bu
buluşmayı fark eden bütün kasaba insanlarının gözleri anne
oğlun buluşmasına tanıklık etmektedir. 5 yaşındaki Ali’nin
dişleri dökülmüş, masumiyeti yüzüne vurmuş, kucağından
dökülen bisküvi ve şekerlerle meşguldür. O farklı bir
dünyanın insanı gibidir. Anne kendisine geldiğinde kan ter
içersindedir. Ali’sini öpmeye koklamaya doyamaz.
Ali’ye bir hafta izin alınmıştır ailesiyle kaynaşması ve
tanışması için. Ali doğduğu köydedir artık. Ahşap evinde
annesinin koynunda yatar bir hafta süreyle. Köyünde
hayvanlar âlemini tanır, koyunlar, keçiler, inekler,
köpekler ne kadar da çoktur. Hele akşam olduğunda koyun ve
kuzuların meleşmeleri kaplar her yanı. İnsanlar gece
olduğunda işlerini el lambaları, kel kaz, idare, fener
gibi aydınlatıcı araçlarla yapmaktadırlar. Köyde henüz
elektrik de yoktur. Ne üretilirse o tüketilmektedir. Ali
bu kısa süre içersinde sanki bir daha geri dönmeyecekmiş
gibi bir duyguya kapılır. Ailesine alışmıştır artık,
onlara ait olduğunu hisseder. Bir hafta çok çabuk
geçmiştir.
Ali bundan sonraki hayatını yetiştirme yurdunda
geçirecektir. Okula kaydı yapılır. Siyah önlük, beyaz
yakalık Ali’ye pek de yakışmıştır sanki. Yurttaki yatak
odasının penceresinden baktığında denizin öbür tarafında
dağların arasında köyünü görmektedir. Bu bir özlemdir, Ali
yabancılaştığı yerlere alışmaya, oraları özlemeye,
alıştığı yerlere yetiştirme yurduna ve şehre
yabancılaşmaya başlamıştır.
Birkaç ay sonra ilkokul öğrencisi olan Ali’nin ağabeyi de
Yetiştirme Yurduna yazdırılmış ve kabulü yapılmıştır. Ali
bu duruma pek sevinir ancak ağabey bir türlü yurda
alışamaz. Her gün ağlamaktadır. Köyüne dönmek ister. Ali
de bundan etkilenir. Bir gün ağabey kardeşi Ali’ye yurttan
kaçacağını söyler ve bir plan yapar. Ali’yi de bu işe razı
eder. Bir yaz günü henüz herkesle beraber bekçinin de
uyuduğu sabahın erken bir saatinde Ali ve ağabeyi daha
önceden hazırlamış oldukları elbise çantalarını çelik
dolaptan alarak daha kapıları açılmamış olan dört katlı
binanın borum katındaki penceresinden çıkıp yurttan
kaçarlar. Yaklaşık 80 kilometrelik yolu yürüyerek gitmek
akıl işi değildir. Yol bitmek bilmez. Yoldan herhangi bir
ulaşım aracı da geçmemektedir. Ali bir ara acıkır gibi
olur.
—Abi acıktım der.
Ağabey o anda kardeşinin bu ihtiyacını karşılaması
gerektiği sorumluluğunu hisseder ve yol üzerinde bir köy
evinin kapısını çalar. Kapıya elli - ellibeş yaşlarında
bir teyze çıkar.
—Ne var yavrum, ne istiyorsunuz diye sorar
Ağabey;
— Biz yatılı okuyoruz, okul tatil oldu da köyümüze
gidiyoruz. Kardeşim de acıkmış
bize ekmek verir misiniz der.
— Bekleyin yavrum, der ve içeri giden evin hanımı kısa bir
süre sonra elinde bir somun esmer köy ekmeği ile
döndüğünde,
—Böyle yürüyerek köyünüze gidemezsiniz; der ve o köyden
Ali’nin köyünün bağlı olduğu kasabaya gitmekte olan bir
traktöre bindirerek Ali’yi ve ağabeyini yolcu eder.
Ali ve ağabeyi traktörün üzerinde köylü teyzenin verdiği
ekmek ile karınlarını doyurur ve bir süre sonra kasabaya
varırlar. Kasabada bakkal işleten Halil amcanın yanına
giderler. Halil amca Ali’nin babasının sağlığında
alışveriş yaptığı bakkalın sahibidir.
Halil amcanın yüzünde yetim olarak ifade edilen ve yetim
mektebine yerleştirilen bu çocukların bu saatte ne işlerin
olduğu şaşkınlığı belirir ve
—Hayırdır çocuklar ne işiniz var burada diye sorduğunda
Ağabey,
—Halil amca annemiz hastaymış özledik, köye gideceğiz.
Der.
Bakkal Halil durumu anlamıştır. Çocukların yurttan
kaçtıklarını bilir ve onları geri göndermenin yolunu arar.
Kaymakamlıkta görevli bekçi ile görüşür ve otobüs
firmasının sahibinden de ricada bulunarak Ali ve ağabeyini
vilayetteki yetiştirme yurduna teslimini ister. Her şey
bakkal Halil’e göre yolundadır. Bir de yurt müdürüne
telefon edilir. Çocukların yurda gönderildiği söylenir ve
çocuklara kızılmaması için ricada bulunulur. Ta ki Ali ile
ağabeyi otobüse binene kadar bu gelişmelerden
habersizdirler. Yurda geri götürüldüklerini anladıklarında
durumu kabullenmekten başka çareleri yoktur.
Otobüsteki insanlar yol boyunca,
—neden yurttan kaçtınız?
—okuyun da adam olun,
—devlet size bakar,
—köyünüzde bu imkânları bulamazsınız? şeklindeki
söylemlerle yolculuk biter.
Ancak her iki kardeşin aile ve köy özlemi geceleri yoganın
altında sessiz iniltilere ve gözyaşlarına yansır.
Koğuştaki bu duygu durumları zaman zaman diğer çocukları
rahatsız eder, bazen bekçi, bazen de nöbetçi öğretmen
tarafından azarlanırlar, ama elden de bir şey gelmez. Ali
altını ıslatan bir çocuktur artık. Altını ıslattığı çoğu
zaman temizlenemeden okuluna gider, sidik kokusundan
dolayı arkadaş gruplarına, oyunlara katılamaz. Derslerinde
çok başarılıdır fakat ürkek ve içe kapanıktır.
Başkalarının kendisini sevmesini ister ama bedenindeki
kokudan utanır. Uzun yıllar bu duygularla yaşar.
Bundan sonraki zamanlarda Ali ve ağabeyi bir daha yurttan
kaçmazlar ama sömestri ve yaz tatillerinde köylerine
giderler. Ali ilkokulu bitirdiğinde yatılı okul
sınavlarını kazanarak yatılı okula gitmiştir, ağabeyi de
yurtta kalarak sanat okulunda okumaya başlamıştır. Bundan
böyle iki kardeş ancak tatil zamanları bir araya
gelebilmektedirler. Köye ise bayramlarda gidilir. İki
kardeş boş zamanlarında ve tatillerde çalışırlar,
kazanılan paralar hem harçlık yapılır hem de anneye
gönderilir.
Zaman öyle hızlı akmaktadır ki, 20 yıllık çocuk yuvası ve
yetiştirme yurdu hayatı, ne çabuk da geçmiştir. Daha neler
yoktur ki bu hayatın içinde, 40 günlük mapusluk, vilayetin
bodrum katında iki gün süren işkence, eylemler,
yazılamalar, çamaşırında beslediği bitlerle geçirilen
günler, yatılı okul hayatındaki sürgünler, küçük yaşlarda
tek başına şehirlerarası yolculuklar, işportacılık,
zabıtadan kaçış, hamallıklar, inşaat işçiliği, ayakkabı
boyacılığı, gençlik parkında zar oyunu sonucu beş parasız
kalıp koskoca şehirde bir başına kalma duygusu, siyasi
tehditler, taşlı sopalı saldırıya uğramak, spor
müsabakaları, okul temsilleri, tiyatro oyunları,
dostluklar, bitimsiz sevgiler ve arkadaşlıklar, teklif
edilemeyen aşklar……..
Ali’nin kızına anlattığı bu hikâye gözlerinden süzülen iki
damla yaşla deniz üzerinden dağlara doğru yol alır gider.
|
|